Süleyman Özerol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Özerol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2021 Cuma

Tek Kişilik Ordu Süleyman Özerol

'TEK KİŞİLİK ORDU SÜLEYMAN ÖZEROL'

Cihat KÜRKÇÜOĞLU

Süleyman Özerol kendisini kültür ve sanata adamış 68 yıllık bir ömrün adı.
1953 yılında Hekimhan’ın Ballıkaya köyünde doğmuş.1972 yılında başladığı öğretmenlik mesleğini Urfa ve Malatya’da sürdürmüş. 1998’de emekli olmuş.
Edebiyat, şiir, resim ve müzik onun vaz geçilmezleri. Tabii ki en başta memleket aşkı...
Yıllardır Halk Kültürü ve edebiyatı üzerine derleme ve araştırmalar yapıyor.
Bu konulardaki birikimini panel, konferans gibi toplantılarda, Radyo ve televizyon programlarında, gazete, dergi, kitap ve internet sayfalarında paylaşıyor.
Malatya’da çeşitli dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü yapmış.. Malatya kültürüne yaptığı katkılarından dolayı Malatya Gazeteciler Derneği tarafından ödüllendirilmiş.
20’den fazla yayınlanmış kitabının yanında yayınlanmaya hazır çok sayıda eseri bulunan Süleyman Özerol için Gazeteci-yazar Sultan Kılıç çok haklı olarak “TEK KİŞİLİK ORDU” tanımlamasını yapıyor.
Doğup büyüdüğü Hekimhan ve Malatya’nın kültür, sanat ve folklor değerlerini, bilim ve sanat alanında yetiştirdiği mümtaz şahsiyetleri tanıtan “HEKİMHAN KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT” Dergisini “TEK KİŞİLİK ORDU” tanımlamasına yakışır şekilde yıllardır başarıyla yayınlıyor.
Hem de ticari amaç gütmeden, üstelik cebinden harcayarak.
Derginin dizilmesinden, sayfa düzenine kadar tüm teknik işleriyle de bizzat uğraşıyor.
Zaman zaman telefonda görüşüp, sohbet ettiğim bu değerli insan yayınlarını biz dostlarına göndermeyi de ihmal etmiyor.
Süleyman Özerol son kez, siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan “URFA -KISAS (1972-1981)” adlı kitabını bana gönderme zahmetinde bulunmuş.
Keyifle incelediğim kitapta; 1972-1975 yılları arasında Urfa’da görev yaptığı “Merkez Yetiştirme Yurdu” öğretmen ve öğrencilerine ait, 1975-1981 yılları arasında görev yaptığı Kısas Köyü İlkokulu öğretmen ve öğrencilerine ait, Kısas halkına ait, Şehitlik mahallesinde oturduğu ev komşularına ait, Urfa’nın çeşitli görünümlerine ait yüzlerce fotoğraf bulunuyor.
Kitap sizi 40 yıl önceki Urfa ve Kısas’ta nostaljik bir gezintiye çıkarıyor.
Ülkemizin kültürü Süleyman Özerol gibi memleket sevgisi ile dolup taşan, fedakâr, kültür-sanat aşığı insanların omuzlarında yükseliyor. 
Onlar iyi ki var...
Ankara, 24 Aralık 2021

17 Eylül 2021 Cuma

“Kaydetmezseniz Kaybedersiniz”

 Süleyman Özerol İle Çok Özel Röportaj…

“Kaydetmezseniz Kaybedersiniz”


Hürirade Genel Yayın Yönetmeni

Merhaba,
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Eğitimci-Yazar Süleyman Özerol kimdir? Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Kendi kalemimden yaşamöykümden söz etsem uygun olur sanırım.
1953 yılında Hekimhan’ın Ballıkaya (Mezirme) köyünde doğmuşum. Babamın adı Hasan, annemin adı Zehra, altı kardeşin en büyüğüyüm. Babam ve annem köyde yaşıyorlar. Ben de 1966′da ilkokulu bitirene kadar orada yaşadım. İlkokulu köyümde bitirdikten sonra Akçadağ İlköğretmen Okuluna girdim. Akçadağ İlköğretmen Okulunda okurken de yaz tatillerinde de köyde ekin biçme, sap taşıma, döven sürme, harman kaldırma, bahçe sulama, oğlak-kuzu otlatma gibi işlerle bizzat köy yaşamına katıldım.
1972 yılında okulu bitirerek Urfa Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başladım. Urfa’dan sonra Kısas, Siverek Türközü/Gazipaşa ilkokullarında; 1981 yılından itibaren de Malatya/Battalgazi Toygar ve Boran, merkez Yeşiltepe Ahmet Parlak, Gazi ve Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz İlköğretim Okullarında 25 yıl 7 ay görev yaptıktan sonra 1998 yılı Şubatı sonunda emekliye ayrıldım. Bu süre içinde dört yıl da Alt Özel Sınıf öğretmenliği görevim var. Aynı yılın Haziran ayında Malatya Yorum Gazetesi yazı işleri müdürlüğünü yürütmeye, haftalık yazılar yazmaya başladım. 2009 yılı Eylül ayından itibaren Malatya’da yayınlanan aylık Arguvan Yolu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmekteyim. Gazetecilik bir yönüyle öğretmenliğe benziyor. Yalnızca çocuklara değil, her yaşta insana hitap edebiliyorsunuz.
İlkokul yıllarımda şiir, öğretmen okulu yıllarımda anı, öykü, makale türü yazılar yazmaya başladım. Resim yapar, bağlama çalar ve türkü söylerim. Bu alışkanlıklar gibi okuma alışkanlığımın temeli de ilkokul yıllarıma dayanır. Bu bağlamda, Malatya’daki bazı radyo ve televizyonlarda programlara katıldım, programlar yaptım. Ayrıca Panel, konferans ve benzeri etkinliklere katılırım. Kültür-sanat ve edebiyatla bağımı koparmadan, çocukluğumun dokusunda var olan halk kültürü ve edebiyatı alanındaki uğraşılarım, 1983-1984 kışında kendi köyümü incelemekle yoğunlaştı. Derleme, araştırma ve incelemelerle çalışmalarımı zenginleştirmeyi amaçladım. Hemen her gün 2000’e yakın kitabın bulunduğu özel kitaplığımdan ve diğer kaynaklardan yararlanıyorum ve başkalarının da yararlanmasına olanak sağlıyorum. Ödev, tez hazırlayan öğrencilere, araştırma yapanlara, çeşitli konularda bilgi edinmek isteyenlere, kitap bastırmak isteyenlere yardımcı oluyorum.
Son 20 yıldan buyana en büyük uğraşım yazmak! Bazı günler 100-150 sayfa yazı yazdığım oluyor. Derleme, araştırma ve inceleme çalışmalarımı sürdürürken; 1988 yılından itibaren de binlerce sayfayı bulan halk kültürü ile ilgili çalışmalarım, makalelerim, hem ölçülü hem de serbest şiirlerimden bazıları çeşitli gazete ve dergilerde, kitaplarda ve Internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Malatya Yorum’a yazdığım haftalık yazıların yanı sıra Malatya Haber sitesi, Atatürkçü Düşün (ADD Malatya Şubesi Yayın Organı), Umudun Sesi (Türkiye Sakatlar Derneği Malatya Şubesi Yayın Organı), MAKSAD (Malatya Kültür Sanat Derneği Yayın Organı) gibi basılı yayınları örnek verebilirim. 1997 Kasımından buyana TSD Malatya Şubesi aylık yayın organı Umudun Sesi Dergisinin yayın danışmanlığını yaparken, her aşamasında elimden geçmektedir. 2009 yılında yayın yaşamına başlayan halk kültürü ağırlıklı Arguvan Yolu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmekle birlikte yazılar yazmaktayım.
ADD Malatya Şubesi, TSD Malatya Şubesi, Malatya Kültür Sanat Derneği, Malatya Kültür Yaşam Derneği, Ankara Malatyalılar Derneği, Ankara Hekimhanlılar Kültür ve Dayanışma Derneği, Halk Ozanları Kültür Derneği üyesiyim. Hekimhanlılar Kültür ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu, Halk Ozanları Kültür Derneği danışma kurulunda görevliyim.
Atatürkçü Düşünce Derneği Malatya Şubesi ve Malatya Kültür Sanat Derneği (MAKSAD) yönetim kurulu üyesiyim. Malatya kültürüne ve toplumsal yaşamına katkılarından dolayı Malatya Gazeteciler Derneği (MAGDER) tarafından ödüllendirilen 14 kişiden biriyim (14 Mart 2004). Türk Folklor Araştırmaları Kurumu tarafından Türk Halk Kültürü Hizmet Ödülüne layık görüldüm (24 Aralık 2005).
1993 yılında Malatya Yorum gazetesinde İnce Düşünceler köşemde yazmaya başladığımda, ilk kez yazdığım yazının başlığı “Başkalarını Mutlu Edebilme Mutluluğu” idi. Bu, benim aynı zamanda yaşam felsefemin özetidir. Bu mutluluğu herkesin tatmasını isterim!
Bütün bunların yanında elbette ki özel yaşamım da var. 1974 yılından beri evliyim, eşim Tamam, ev hanımı. Ozan (1975), Gül (1977) ve Yazar (1983)’ın Ankara’da bulunması nedeniyle 2011 yılından buyana kış dönemi Ankara’da yaz dönemi eşimle Ballıkaya’da yaşıyoruz.
2001 yılından bu yana özellikle Malatyalı sanatçılarla ilgili yaşamöyküsü derleme çalışmalarına ağırlık veriyorum.
Biraz olsun kendimi tanıttım sanıyorum. Bundan böyle yıllardır var olan birikimimle sizlere yararlı olabilirsem, “Başkalarını Mutlu Edebilme Mutluluğu”nu yeniden yakalayacağım.
Mesleğiniz ve şu an ne iş yapıyorsunuz?
Eğitimci olduğum kadar da gazeteciliğim var. 1988 yılandan beri basın dünyasının içindeyim. Malatya Yorum gazetesi ve Arguvan Yolu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürüttüm. 2018 yılından beri Hekimhan dergisini sahibi ve yazı işleri müdürü olarak çıkarıyorum.
Genelde ne tür yazılar yazıyorsunuz? Kitabınız var mı?
Kırk yıla ulaşan halk kültürü ve edebiyat ile ilgili derleme ve araştırmalarım nedeniyle daha çok dizi yazılar ve köşe yazarlığım oldu. Köşe yazılarımda da güncel eğitim, kültür ve sağlık konuları ağırlıklı. Deneme türü daha çok…
Siyaseti sevmiyorum ama eleştirmeden de duramam. Çünkü eleştiri dünyayı güzelleştiren bir şey…
1999 yılından bugüne 20 kitap yayınladım.
Hobileriniz ve sizi tanımlayacak özelliklerinizi de bilmek isteriz.
En önemli özelliğim Situs İnversus Totalis oluşumdur. Situs İnversus Totalis, Dünyada az rastlanan ve doğuştan olan tüm iç organların yer değiştirmesi olayıdır. 1962 yılında bronşit olmam nedeniyle Arguvan’da doktora gittiğimde öğrenmiştim kalbimin sağda olduğunu. Yıllar sonra diğerlerini de ters tarafta olduğunu öğrendim. Ters Site kitabımda, kalbi sağda olanlar (Situs İnversus) ve benim durumumda olanların (Situs İnversus Totalis) öykülerini derledim.
İlkokul dördüncü sınıftan beri bağlama ile tanışıklığım var ve özellikle Hekimhan Arguvan türkülerini, deyişleri çalıp söylerim.
Resim yeteneğim de yine ilkokul yıllarıma dayanır. Yayına hazırladığım kitap ve dergilerin de kapaklarını, iç düzelmelerini ve düzeltmenliğini yapıyorum.
Hemen her konuda el becerilerim vardır.
Kolay kızmam, kızınca da kötü kızarım!
En sevdiğiniz hayaliniz ve gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz nelerdir?
‘En sevdiğim hayal’ demeyelim de; yapmak istediğim birkaç şey var.
Kırk yıla yaklaşan süreçte düzenlediğim 30’dan fazla çalışmayı kitap bütünlüğünde bastırmayı amaçlıyorum. Güz sayısı ile dört yılı tamamlayacak olan Hekimhan dergisini sürdürmeyi, yetenek ve becerilerim doğrultusunda insanlara yardımcı olmayı da…
Kitap okumayı sever misiniz? Hangi tarz kitapları ve hangi yazarı beğenirsiniz?
İlkokulda başlayan roman ve öykü okuma alışkanlığım sürecine toplumsal konulardan söz eden roman ve öyküler, şiirler seksenlere kadar ilgi alanımda oldu. Seksenli yılların ortalarından itibaren derleme ve araştırma çalışmalarım nedeniyle yazmaya ağırlık verdim ve de derleme-araştırma kitapları okumaya yöneldim. Yıllardır roman okumadım yani…
Halk kültürü alanında gelenek görenekler, inanmalar ve Arguvan, Hekimhan türküleri ağırlıklı olmak üzere derleme araştırma yapanlara, tez ve ödev hazırlayan yüksek öğrenim öğrencilerine, kurum ve kuruluşlara yardımcı olurum.
Ülkemizde romanda Orhan Kemal, Yaşar Kemal, öyküde Sabahattin Ali, şiirde Nazım Hikmet, Ahmed Arif adlarını verebilirim.
Herhangi bir kişinin en favori insanı mısınız neden?
Herhangi bir kişi değil de pek çok kişinin diyebilirim.
Yalan söylemenin sizce uygun olduğu durumlar nelerdir? Beyaz yalan söyler misiniz?
Üç şeyi oldum olası sevmedim; yalan söylemek, küfür etmek, kavga etmek…
Beyaz yalan dediğiniz, bazı şeylerin söylenmemesidir bana göre. Bunun için de hep, “Pek çok gerçek söylenmeyende gizlidir” söylemini çok kullanırım.
Yaşayamadığınız için pişmanlık duyduğunuz ne var?
Ülke sorunlarını düşünmek, ezilenlerin ve yoksulların yanında yer almaktan dolayı kendi yaşamımızda elbette ki eksiklerimiz oldu. Altmışlı ve yetmişli yıllarda gençliğimiz yaşadık diyemeyiz.
Ülkemizin özgür ve bağımsız yaşaması için canını verenlere değil de yaşamın her alanında her şeyi siyasete ve paraya endeksleyenlere onay veren halkın vefasızlığını affedemiyorum.
Ulaşamadığınız biri ile tanışıp sohbet etme olanağınız olsaydı bu kim olurdu? Ondan neler öğrenmek isterdiniz?
Kişi adı önemli değil; ama kültürümüz ile ilgili bilgiler edinmek ve bu bilgileri yayınlamak, kalıcı kılmak isterim.
Hiç kimsenin görmediği bir özelliğiniz var mı? Varsa neden bu güne kadar gizli kaldı?
Gizli kalma diye bir şey yok. Çeşitli alanlarda var olan yeteneklerimi gazete, dergi, radyo ve televizyonda, çeşitli kültürel etkinliklerde ortaya koydum. Özelliklerimden dolayı kimsenin kapısını da çalmadım. Hep ‘gönüllü’ oldum, hala da öyleyim.
Sizi ne kızdırıyor? Bu kızgınlıkla baş edebiliyor musunuz? Edemiyorsanız neden?
Beni en çok özellikleri olmayanların baş tacı edilmesi, kul ile inandıkları arasına giren siyaset ve ticaretçiler kızdırıyor. Yazarak, konuşarak…
Hangi markalar sinirlerinizi bozuyor? Neden?
Markalara kafamı takmam…
Bir zamanlar Sümerbank ürünlerini çok severdim. Her şeyi ile… Halıdan gömleğe kadar…
Burcunuz nedir? Yaptığınız spor var mı? Tuttuğunuz takım var mı?
Nüfusta 1 Kasım 1953 yazıyor. Ancak babam 20 Aralık 1953 derdi, hangi burca denk geliyorsa… Burçla da ilgilenmem.
1966 yılında Akçadağ İlköğretmen Okuluna girdiğimde Kara Kartallar dergisini almıştım birkaç sayı. Sonra baktım ki harçlığım bu işe yetmez, bıraktım. En son 1976 yılında Malatya’da “Zaman geçirelim, yanımda dur” diyen bacanağım Erdal Tonak ile maça gitmiştim.
Sigara ve alkol kullanıyor musunuz?
Okulu bitirene kadar sigara içmedim. 1972’den itibaren 37 yıl sigara içtim. Yani 2009 yılında bıraktım. Hiç önermem…
Alkolü de 1993 yılına kadar sık tükettim. Daha sonra ise düğünde bayramda…
Fazla olmamak kaydıyla zehrin de vücutta önemli işlevi vardır. Alkolün de öyle…
En sevdiğiniz renk hangisidir?
Siyah beyazın biraz açığını, kırmızı ve yeşili severim. Doğa ve canlılık…
Ne tür müzik dinlersiniz? Söyler misiniz? Çaldığınız herhangi bir çalgı aleti var mı? Beğenerek dinlediğiniz bir şarkı var mı? Sizde etkisi nedir?
Halk müziği ve ondan esinlenerek yapılmış bazı müzikleri severim.
Bağlama ile Hekimhan ve Arguvan türkülerini, deyişleri özgün biçimi ile çalar ve söylerim. Nefeslilerden bazılarını da çalarım.
Bir demek olmaz… ‘Sevdasın çektiğim oy nazlı dilber’, ‘Hangi dağın ardındasın sevdiğim’… ‘Gel ha gönül havalanma’ deyişini radyo ve televizyon programları yaptığım dönemlerde çok istenirdi. Türküler bizi söyler…
Sevdiğiniz için neleri göze alırsınız?
‘Herkes kendi payına yaşar’ desem de gücümün yettiğini göze alırım.
Şu an ruhunuzun olmak istediği yer...
Kapım açık yeni sevdalara
Ruhum bir o kadar engin

Nerede olduğum çok önemli değil. Ancak köyüm Ballıkaya’yı çok seviyorum. Kırk yıldan beri süren ‘Yenilenen Köy Ballıkaya’ kitap çalışmam bunun somut örneği…
Bir gün yolun buralara düşerse
Bak yukarıdaki sıra kayalara
Bul aralarında en büyüğünü
İşte o koca kara kaya
Köyümüze adını veren Ballıkaya

Sizi sevenlerin sizin için neler yapmaları hoşunuza gider?
Bireysel çıkarlardan çok toplumsal konulara önem verdiğimi bilmeleri yetiyor bana.
İzlemekten keyif aldığınız TV programları var mı? Nelerdir?
Altı yedi yıldır televizyonu çok ender izlerim. Kültürel belgeselleri izlerim daha çok.
Kendim de Malatya yerel radyo ve televizyonlarında kültürel programlar yaptım. Türkiyem TV’de 18 bölüm sanatçı belgeselleri yaptım ve yayınlandı. Halk Ozanları Kültür Derneği adına 50 bölüm ‘OZAN DER Yaşayan Ozanlar Belgeseli’ yaptım.
Hayatta en çok kıymet verdiğiniz insan kimdir?
İnsan demeyelim, insanlar diyelim… Birlikte dergi çıkardığım arkadaşlar, derneklerdeki arkadaşlarım… Altı dernek üyesiyim ve üyelik işlevlerimi yerine getiriyorum.
Hayvanları sever misiniz? Beslediğiniz bir hayvan var mı?
Hayvanları severim ama beslemeyi sevmiyorum.
Yazarlığa ne zaman başladınız, ailede başka yazar var mı? Yayınlanmış kitaplarınız var mı? Yayınlanan kitap isimlerini yazar mısınız?
Kitaplarım da daha çok halk kültürü ve kültür adamları ile ilgili. Belgelik olsun diye size kimlikleri ile birlikte yazayım.
1. Televizyonu Nasıl Budum: Anılar-Öyküler, Karataş Gayret Matbaası, Malatya 1999
2. Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi (Hüseyin Şahin İle): İnceleme, Arguvan Eğitim Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul 2004
3. Dirençli Eğitimci Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu: İnceleme, Ürün Yayınları, Ankara 2009
4. Babamın Şiirleri: Şiir, Rek-Tur Matbaası, Malatya 2009
5. Vayloğ Dede/Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları: Yaşamöyküsü, Sage Yayınları, Ankara 2012, 36 sayfa, 2. Baskı 2014
6. Hekimhanlı Ozan Kul Emici: Yaşamöyküsü-Şiirleri, Malatya Araştırmaları Derneği Yayınları, Malatya 2013
7. Malatyalı Âşık Zeki Yıldırım: Yaşamı ve Şiirleri, Kuloğlu Matbaası, Ankara 2013
8. Bir Deli Rüzgâr: Deneme, Sage Yayınları, Ankara 2015
9. Ah İle Amanı Dağlara Saldık: Şiir, Sage Yayınları, Ankara 2015
10. Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar: Anı-Deneme, Sage Yayınları, Ankara 2016
11. Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından: Yaşamöyküsü, Sage Yayınları, Ankara 2016
12. Gözlerime Bakma Ne Olur: Şiir, Sage Yayınları, Ankara 2016
13. Babamın Askerlik Günlükleri: Günlük, Sage Yayınları, Ankara 2016
14. Gelmedin Leyli'm (İbrahim Emici'nin Şiirleri): Sage Yayınları, Ankara 2017, 136 Sayfa
15. Başkavak Köyü Derlemeleri-Araştırmaları: Sage Yayınları, Ankara 2017
16. Başalanlı Fedakâr Ana Sultan Yılmaz: Sage Yayınları, Ankara 2017
17. Köy Enstitülü Emekli Öğretmen Mehmet Öztürk: Sage Yayınları, Ankara 2017
18. Hekimhan Müzik Kültürü (Levent Çoban İle): Öztepe Matbaası, Ankara 2019
19. Babamın Yazdıkları: Anlatı, Anı, Şiir, Sage Yayınları, Ankara 2020
20. Akçadağ İlköğretmen Okulu (1966-1972)/Siyah Beyazlar-1: Sage Yayınları, Ankara 2020
Son olarak Türk halkına yeni yazar ve yazmak isteyen genç kardeşlerimize söylemek istediğiniz şeyler var mı? Röportaja eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Oğlumuz Ozan Filipinli İzel ile evli. Gelinimizin Katolik oluşu hiç sorun yaratmadı. Torunlarımızın da ikişer adları var (Mert Braınn, Ian Deniz). Adlarından biri baba, öteki de ana kültüründen. Bizde özgürlük temeldir. Herkes kendi dilini serbestçe kullansın, kendi dinini de istediği gibi yaşasın. Özgürlük düşüncesinin yanında da hoşgörü elbette… Ülkemizde birlikte yaşamayı da öğrenmeliyiz. Kızımız Gül 1977 Urfa- Kısas doğumlu, Hollanda’da Twente Üniversitesinde Öğretim üyesi. Küçük oğlumuz Yazar da Ankara’da çalışıyor. Yağmur ile evli, Bulut ve Yamaç Ali adlarında iki oğulları var. Eşim Tamam hanımla çocuklarımızı sevgi, saygı ve dayanışma ile yetiştirdik. Aileleri çocuklarının eğitimine çokça önem vermelerini, gerici ve yobaz düşüncelerden uzak tutmaları çok önemli…
Şiir, halk kültürü derlemeleri ve araştırmaları, gazetecilik alanlarında Ali Ekber Gülbaş (Ekberi), Celal Yalvaç, H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Hüseyin Şahin, Yaşar Karaaslan, Seyrani Uğurlu, Hamza Aksüt, Metin Özer (Âşık Birfani) ve daha pek çok kişi ile iletişimle kendimi daha iyi bir düzeye getirmeyi amaçladım. Başarılı olduğuma da inanıyorum.
‘Yazmak Yaşamakla Eşdeğer…’
Bu, bir yazımın başlığı… Başlığı, Oktay Akbal’ın ‘Yazmak Yaşamak’ kitabından esinlendim. Uzun söze gerek var mı? Ben, tek kişilik bir ordu gibi kırk yıldır derleme, araştırma, yazama ve yayınlamayı sürdürüyorum. Elim tutup gözüm gördükçe, belleğim yerinde oldukça da sürdüreceğim.
İlgilenenlere diyeceklerim; okumalı ve yazmalı, kalıcı kılmalısınız…
Kaydetmezseniz, kaybedersiniz!
Teşekkürler Aytül Hanım…
Bize kıymetli zamanınızı ayırdınız. Çok zevk aldım. Sizi tanıdığımıza memnun olduk. Güzel bir röportaj oldu. Hürirade gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak ve gazetemiz adına sonsuz teşekkürler eder hayatta başarılar ve sağlıklar dileriz. 

Kaynak: https://www.huriradegazetesi.com.tr/suleyman-ozerol-ile-cok-ozel-roportaj

6 Eylül 2019 Cuma

Hekimhan’ın ilk yazılı müzik kaynağı






Hekimhan’ın ilk yazılı müzik kaynağı

Kadir İNCESU

Emekli bir öğretmen olan Süleyman Özerol yayına hazırladığı kitaplar ve incelemeleriyle Malatya’nın değerli isimlerinden birisi... Özerol, kültürümüzü yaşatmak için tam anlamıyla dur durak demeden çalışıyor.
Bu çalışmalarında destek buluyor mu derseniz, işte o tartışılır.
‘Tek Kişilik Ordu’ gibi çalışan Süleyman Özerol ile müzik öğretmeni Levent Çoban “Hekimhan Müzik Kültürü” adlı önemli bir çalışmaya imza attı. Özerol ve Çoban, Hekimhan yöresi halk müziği kültürünü çeşitli açılardan besleyen, yöredeki yaşanmışlıklar, gelenek haline gelen müzikli eğlentiler ile farklı yörelerle olan etkileşimlerini araştırdı. İkili, yazılı kaynakların yanı sıra bire bir yaptıkları görüşmelerle de çalışmayı zenginleştirdi.
Kitapta, Hekimhan’ın Müzikal Kimliği, Müziğin Hekimhanlılar İçin Önemi, Usta-Çırak Geleneği, Yörede Kullanılan Çalgılar, Yörenin İş ve Oyun Türküleri, Türkü Öyküleri Müzikle İlgili Kişiler, Derleme ve Notaya Alma Çalışmaları, Çeşitli Kaynaklarda Yer Alan Yöre Türküleri başlığı altında bölümler bulunuyor.

KENDİLERİ YAYIMLADILAR

Okurlarımızın, “Kitabı hangi yayınevi yayınladı?” dediğini duyar gibiyim. Farkındayım henüz yazmadım. Çünkü bir yayınevi tarafından yayımlanmadı bu kitap. Çok önemli bir çalışmaya imza atan Özerol ve Çoban bu kitabı kendi imkânlarıyla yayımladı. Amaçları kitabı satarak, para kazanmak değil... Süleyman Özerol ve Levent Çoban, yalnızca kültürlerine sahip çıkmak isteyen iki Hekimhanlı aydın...

HEKİMHAN'IN İLK YAZILI KAYNAĞI

Daha küçük yaşlarda Hekimhan’daki düğünlerde yaptığı video çekimlerinin yörenin farklı farklı kültür değerlerini keşfetmesini sağladığını belirtiyor genç müzik öğretmeni Levent Çoban… Üniversite öğrencisiyken Hekimhan Müzik Kültürü üzerine bir araştırma ödevi de hazırlayan Çoban, yörede söylenen türkülerin hepsine Arguvan Havası denmesi nedeniyle “Acaba Hekimhan’a özgü bir söyleyiş şekli yok mudur?” düşüncesinin peşinden gitmiş. Bu konuda en büyük destekçisi de Özerol olan Çoban konunun daha sonra genişlediğini ve böylece müzik konusunda Hekimhan’ın ilk yazılı kaynağını oluşturduklarını anlatıyor.

AYNI AİLEDEN 3 OZAN

Kitapta, 100 yıllık bir süreçte Hekimhan, Arguvan ve Sivas yöresi deyişlerinin yaşatılmasında büyük emekleri olan Ballıkayalı 3 ozanı da anlatıyor. Yusuf Başaran ve oğlu Mustafa Başaran, saz aşığı olarak işlevlerini yerine getirirken Mustafa Başaran’ın oğlu Hüseyin Başaran bu özelliklerle birlikte şairlik, yazarlık yönü ile de tanınıyor.

224 sayfalık kitabın 100 sayfasında müzikle ilgilenen kişilerin yer aldığını belirten Özerol, “Eğer sanatçılar ve zanaatçılar olmasa kültür ve sanatı geleceğe aktarmak kolay olmayacaktır. İcra ve aktarıcılık görevini yapan sanatçıları oldukça önemsiyorum,” diyor minnetle…
Sonuç ve öneriler bölümünde bir madde dikkat çekiyor: “Hekimhan yöresi türkülerini seslendiren sanatçıların söyleyiş biçimi ve özelliklerinin kayıt altına alınarak aslına uygun bir şekilde THM dağarcığına kazandırılmasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.”
Yalnızca bu tespit bile 224 sayfalık çalışma kadar önemli. Pek çok sanatçı repertuvarlarına aldıkları türküleri yakıldıkları yörenin söyleyiş biçimlerini dikkate almadan söylüyor. Hatta sözlerinde fütursuzca değişiklikler bile yapıyor. Aslını koruyarak yaşatmak, gelecek nesillere olan bir borcumuzdur...
Bazı sanatçıların üçüncü dizeyi, ‘Sordum sual ettim kimin yârisin’ ya da ‘Sordum soruşturdum kimin yârisin’ biçiminde değiştirerek okumasından çok, ezginin değiştirilmesi ve ağız yapısının bozulması üzerinde durmak istiyorum.
Okuyuşlarda bir koşutluk var ve dize sonlarındaki sahiplik (iyelik) eklerinin değiştirildiğini görüyoruz.

sarısın > sarısan
karısın > karısan
yarısın > yarısan
döküyü >dökiyi

Günlük yaşamda Arguvan’da ya da Hekimhan’da bu ağza rastlayamazsınız. Türkülerde Azeri-Türkmence lehçesinin etkili olduğu bazı bölgelerimizin söyleyiş özelliğini getirip yöremize yamarsanız olacağı bu!”
‘Hekimhan Müzik Kültürü’nü okuyacak olanlara Özerol’un Hüseyin Şahin ile birlikte hazırladıkları ‘Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi’ adlı kitabı da öneriyorum.

Kaynak: https://www.birgun.net/haber/hekimhan-in-ilk-yazili-muzik-kaynagi-267457 (BirGÜN Gazetesi, 6 Eylül 2019)

12 Mart 2018 Pazartesi

Sakin Olmak ve Bazı Güncel Konular Üzerine

Sakin Olmak ve Bazı Güncel Konular Üzerine

9 Ocak 2018 günü yakınımızda buluna 19 Mayıs Hastanesine gittik hanımın göz kontrol için. O kontrolü beklerken kahve içmek için kantine gittim. Ozan der başkanı Kenan Şahbudak 13 Ocak günü yapılacak genel kurul için aradığında konuşurken televizyon haberlerinde savaş, siyaset, gasp, trafik kazaları, çocuk istismarı, fuhuş ve daha pek çok konu yer alıyordu. Âşık Veysel demiş ya;

Derdimi dökersem derin dereye
Doldurur dereyi düz olur gider

Büyün bunlar olurken sakin olmak sözcüğü kafama takıldı. Bir yöre insanı ya da bir yörede oturan anlamındaki sakin değil elbette…
Sakin; davranışlarda soğukkanlılık…
Sakin olmak (sakinlik); soğukkanlı olma durumu, dinginlik…
Sakinleşmek; sakin duruma gelmek, durgunlaşmak, yatışmak…
Sakin durmak; durgun, sessiz, kimseye karışmadan davranmak…
Genel anlamda insan psikolojisinin, kendisi için rahat olma durumunun ifadesi denilebilir. Durgun, hareketli olmayan, heyecansız gibi kavramaları da barındırır.
Bekleme salonuna geçip oturdum. Bir elinde telefon birinde tablet, gözlüğü yüzünü neredeyse kapatmış, başı kapalı etekleri yeri süpüren oldukça genç bir bayan gelip sağ yanıma oturdu. Aynı giyimli bir başkası onun soluna, Anadolu’nun geleneksel giysileri ile rahatsızlığı yüzünden okunan seksen yaşında bir kadın da onu soluna oturdu.
Elinde tablet telefon olan gözlüğünü çıkardı, takma kirpikli, çevresinin tamamen boyalı gözünü telefona dikti, tablet de açık ve Arapça yazılar görünüyordu. Gözü telefonda ne yapıyorsa, tablete baktığı yoktu ama herkese görünüyordu...
İki gâvur icadı bir Müslüman işi…

Orhan Veli Kanık’ın şiirini anımsadım.

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!


İkinci dünya savaşı dönemlerinde yazılan bir şiirde Orhan Veli; 1945 yılında Japonya’ya atılan atom bombasından 1948 yılının Şubat ayında yapılan, SSCB'nin katılmadığı İngiltere, Fransa ve ABD'nin Batı Almanya'daki işgal bölgelerinin konumunu belirledikleri toplantıdan söz eder.

Bir elinde telefon
Bir elinde tablet
Seni ne ilgilendirir
Hak hukuk adalet


Galiba Orhan Veli’den oldukça etkilenmişim, bir zaman ters öğüt yazmıştım. İşte birkaç dizesi…

Nene gerek
El için çile çekmek
Ye, iç, yat
Ayağını da ayağının üstüne at


Resim yapmak, fotoğraf çekmek, film ve televizyon izlemek ve daha pek çok “şey” günah değil miydi? “Saz çalmak el ile şarkı söylemek ağız ile zina etmektir” diyenler kendileri değil miydi? Edison’u cennete layık görmeyenler kendileri değil miydi? Bugün o günah dediklerini en çok yapanlar ise kendileri. Teknolojiyi para için kullanırken hiçbir şeyi araç etmekten çekinmeyenler kendileri. Hala bilmem kaç televizyonda bilim tekniğe, aydınlanmaya, tıpa hakaret ediliyor, yetmiyor küfür ediliyor, yetmiyor insanların katledilmesi öğütleniyor. Uluslararası yasalarda ve anayasamızda fikir ve söz hürriyeti var ama hakaret etme, katletme hürriyeti yok! Nedense bunlara da kimse karışmıyor…
Bugünlerde dinin güncellenmesi gerektiğinden söz ediliyor. Beş yüz yıl önce Osmanlı hala toprağına toprak katmak ve “cihat” sevdasında iken, Avrupa reform hareketlerini gerçekleştirerek dinde güncelleşmeyi gerçekleştirmişti. Galiba laiklik ilkesinin en güzel güncellenme olduğu unutuluyor…
Sakin olmaktan söz etmiştim ya; sakin olalım, akıl ve bilimi, teknolojiyi en geçerli yol gösterici olarak kabul edelim, pek çok sorun çözülecektir…

(Malatya SÖZ, 12 Mart 2018)
 

24 Kasım 2017 Cuma

Öğretmenler Günü Anımsatıyor

ÖĞRETMENLER GÜNÜ ANIMSATIYOR
Urfa, 1972













Öğretmenler Günü anımsatıyor...
1972 yılı yaz döneminde Akçadağ İlköğretmen Okulunu bitirdim.
Urfa Merkez, Öğretmenliğe başladığım zaman, 1972...
İlk görevim Yetiştirme Yurdu Öğretmenliği
O zamanlar bir şiir yazmıştım kendimce...

Mesleğim

Malatya’ya bağlı Hekimhan ilçesinin
Ballıkaya köyünden Hasan oğlu
Süleyman Özerol
Sekiz yüz yetmiş lira maaşlı
Dokuz yıl mecburi hizmetli
Bir öğretmenim
Önemsenmeyen, hor görülen
Kutsal meslektenim...


Urfa, 12 Kasım 1972

Daha sonra şiiri özleştirerek aşağıdaki biçime dönüştürdüm.

Ben bir öğretmenim
Önem verilmeyen
Hor görülen
Kutsal meslektenim


12 Eylülden sonra Siverek'e sürgün edildiğimde şiirime yeni bir biçim verdim.

Ben Bir Öğretmenim

Ben bir öğretmenim
Önemsenmeyen hor görülen
Oysa kutsal olan meslektenim

Ben ki okumayı öğretirim
Yazmayı öğretirim çocuklarımıza
İnsanlığı sevgiyi barışı öğretirim
Bir yapı hazırlarım yarınlarımıza

Dün benden sorulur
Yarınlar benden sorulacak
Çünkü ilk basamak benim


Siverek, 7 Eylül 1981
(S. ÖZEROL: Gözlerime Bakma Ne Olur, Ankara 206, s. 39)

25 Eylül'de Malatya Battalgazi Toygar'da göreve başladım. 1985'de Boran Köyü İlkokulu açtım. 31 Aralık 1987 günü Yeşiltepe Ahmet Parlak İlkokulunda dört yıla yakın çalıştım. Ekim 1991, bir sürgün daha; Malatya Merkez Ş. Yzb. Hakkı Akyüz İlköğretim Okuluna. Buradan emekli olduğumda 25 yıl 7 ay görev yapmıştım.
Derken yirmi yıl bitmek üzere emekli olalı.
Ne mi yapıyorum?
Hala öğretmenlik diyebilirim...
Neden mi?
Meslekte iken daha çok çocuklara ve ailelerine hitap ederken, şimdi basın yayın ile dünyaya hitap ediyorum.


Ankara, 24 Kasım 2017

19 Haziran 2017 Pazartesi

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Süleyman ÖZEROL

Osmanlı İmparatorluğu halkın dili olan Türkçeyi kenara bıraktığı zaman sarayında Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olarak oluşturulan yapay bir dil kullanılıyordu. “Osmanlıca” adı altında oluşturulan bu dil sarayın, medrese ve molaların kullandığı halktan kopuk bir dildi. Dahası bir hanedanın adı verilmişti. Dolayısıyla bir ulusun olmadığı gibi halkın da dili değildi. Bir dilin dil olabilmesi için ulusa özü olması gerekir.
İmparatorluk 1923 yılında sona erip Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda toplumsal yaşamdaki değişimler ile birlikte Türk dilinin gelişmesi ve zenginleşmesine önem verilmiştir. Buna karşın birileri Tanrının avukatlığına soyundukları gibi Osmanlı hanedanının da avukatlığına soyunarak ellili yıllarda yeniden diriltme çabasına girmişlerdir. Bu dili “Osmanlıca Türkçesi”, “Eski Türkçe”, “Kadim Türkçe” gibi adlarla adlandıran siyasetçiler de bu kervana katılmışlardır. Zaman zaman etkili olmuşlarsa da Türkçenin gelişmesini engelleyememişlerdir.
Gelişen teknolojinin karşısında aciz kalarak gerici yapılanmalarla yaşamlarını sürdürenler cehaletin de üzerine oturarak süreçte yeniden bu dili hortlatmaya ve de dayatmaya çalışıyorlar. Anayasa’nın hiçbir guruba, sınıfa imtiyaz tanınamaz hükmüne karşın din maskesi altında Arap, Osmanlıca maskesi altında bayat bir dil ve hanedana ayrıcalık tanımaya çalışıyorlar.
Yıllardır demokrasi ve cumhuriyeti halka öcü göstermeye çalışarak şeriat düşüncesinin sayesinde meclise girenler ve iktidar olanlar, bakanlıklarının hesaplarını veremezken gündemi sürekli yapay konularla meşgul etmekteler. Emevi döneminin yöntemlerini anımsatan bu yöntemler yetmemiş gibi, “İsteseniz de öğreneceksiniz, istemeseniz de öğreneceksiniz” diyerek faşist bir tavır sergilemekten de geri durmuyorlar.
Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak illa da benim düşündüğüm gibi düşüneceksiniz, illa da benim yaşadığım gibi yaşayacaksınız derseniz çelişkiler bitmez, sürer ve çözümsüzlük kazanır. Demokrasi de ortadan kalkar ve sanıyorum amaçlanan da bu…
Hayır efendim!
Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz. Bunu unutmayınız ve demokrasiye inanıyorsanız gereği gibi hareket ediniz. Karşınızdakini kul köle gibi görmekten vazgeçiniz; aklın ve mantığın ışığında hareket eden, demokrasiyi özümseyen ve inanan insanlar olduğunu unutmayınız!

Radikal Blog, 12 Aralık 2014, Ankara
(Malatya Hakimiyet gazetesinde yayınlanmıştır)

26 Mart 2017 Pazar

Siyasi Partilerin Önüne Geçmek...

Siyasi Partilerin Önüne Geçmek...

Süleyman ÖZEROL

Ülkemizde demokratikleşmenin önde gelen toplumsal gruplarından sivil toplum örgütleri olduğu gerçeğinden hareketle bazı konulara değinmek istiyorum.
Siyasi partiler tüzük ve programlarıyla, iktidar olduklarında da kurum ve kuruluşları işletmeleriyle ülkenin yönetiminde söz sahibi olan örgütlerdir.
Ülkemizde 2016 itibariyle 90’ın üzerinde siyasi parti olduğu bilinir. Bu ne demektir? Ülkemizin yönetiminden memnun olmayanların çok olması demektir. Çünkü var olan partiler sorunları çözemediğinden yeni partilere gereksinim duyulmuştur. Acaba öyle midir? Gerçek anlamda durum bundan kaynaklanır. Ancak başka bir durum, benliğin (ego) ortaya konulmasının göstergesidir.
Siyasi partilerin gerçek anlamda ülkedeki ulusları, ülkenin her yöresini kucaklayan bir yapıda olması, yani her kesime hitap etmesi o partinin demokratiklik göstergesidir. Ancak ülkemizdeki partilerin konumuna baktığımızda ülke sorunlarını çözmekten çok; büyük bölümünün dinsel, ırksal, bölgesel ve yöresel söylem ve tutumlar ile hareket ettiğini, dolayısıyla işlevlerini yerine getiremediğini görüyoruz. Üstelik kullandıkları tutum ve söylemlerde toplumu kucaklama yerine kin ve nefret duyguları uyandırma, ayrıştırma ve ötekileştirmeyi de görüyoruz.
Her ne kadar ülkenin yönetiminde siyasi partiler yetkili olsa da sivil toplum örgütleri demokrasilerde önemli öğelerdir. “Devletin gücünün yetmediği konularda araştırma, tesis ve hizmet sağlayarak devlet işlerindeki açığı kapatmakla görevli kuruluşlar” olarak tanımlanan sivil toplum örgütleri: gönüllü kuruluşlar olarak, bağışlar veya üyelik ödemeleriyle varlığını sürdüren, kar amacı gütmeyen, amaçları doğrultusunda üyelerini ikna etmeye çalışan, yön veren, devletin boşluklarını doldurmaya çalışan örgütlerdir. Oda, sendika, vakıf ve dernekler sivil toplum örgütleri olarak kabul edilir.
Yöre, meslek, yardımlaşma, dayanışama, eğitim, sağlık ve benzeri konularda ortak düşüncede olan gönüllü yurttaşlar sivil toplum örgütlerinde bir araya gelirler. Sivil toplum örgütlerinin siyasi partilerin yetersizliği karşısında onların önüne geçerek işlevlerini üstlenmeye çalışması ülkemizin belirgin bir gerçeğidir. Özellikle emek, yurttaşlık bilinci, insan hayvan ve doğa hakları, eşitlik, adalet ve benzeri kavramlar doğrultusunda kurulmuş olan sol siyasi düşünceyi taşıyan dernekler; okuyan, araştıran, eleştiren, aydınlanma ve bilimselliğe inanan, evrenselliğe değer veren yapılarından dolayı öne çıkmaktadırlar. Ülkemizin gidişatına ışık tutmak, hukukun üstünlüğüne, laik düşüncenin önemine, uluslar arası hak ve özgürlüklerin evrenselliğine inanarak hareket etme özelliklerinden dolayı sağ tutucu iktidarlar ve yurttaşlar tarafından hep potansiyel suçlu addedilmişlerdir.
Sağ tutucu kesim özellikle din, dil, ırk gibi konuları söylem ve tutumlarında kullanarak uluslararası sermayenin çıkarına hareket etmek konumuna düşmüşlerdir. Ülkemizde yaşayanları insan ve yurttaş olarak değil de; “benim dinimden”, “benim ulusumdan”, “benim dilimden” gibi yaklaşımları ister istemez tutucu ve gerici yapılarını ortaya koymaktadır. Bilim ve teknolojiden çok soyut kavramların üzerine bina yapmaya çalıştıkları için de okumayan, araştırmayan, eleştirmeyen, özgür iradesi ile hareket etmeyen yığınlar tarafından kabul görürler.
Akıl ve bilim yerine dogmatik düşünce ile hareket eden insanlar her zaman saldırganlık, küfür etme, linç girişimi, katliam ve benzeri olumsuz davranışlar sergilerler. Bu davranışlar kendilerine göre ise “en olumlu” davranışlardır.
Siyasilerin üst üste hatalarının, çıkmazlarının arttığı dönemlerde sivil toplum örgütlerinin eleştiri ve çözüm önerileri ile öne çıktığı gerçeği ülkemizin gerçeğidir. Bunlara tahammül edememek de bir başka gerçeğimiz.


Ankara, 25 Mart 2017

6 Mart 2017 Pazartesi

Değişmek İstemeyen Adam

DEĞİŞMEK İSTEMEYEN ADAM

Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci

Belediye otobüsüne elinde bastonu, başında külahı, kamburlaşmış, sakallı, kısa boylu bir adam bindi. Orta yerlerde oturan orta yaşlı birisinin yanına oturdu. Oturur oturmaz da yüksek sesle konuşmaya başladı yanındakiyle. Çın çın ediyordu sesi otobüsün içinde. O yaşına karşın güçlü ama anlaşılmaz bir sesle konuşuyor, bazen Kürtçe de katıyordu. Yanındaki adam ise oldukça yavaş sesle konuşuyor, arada bir yaşlı adamı onaylarcasına başını sallıyordu…
Bir süre sonra yolculardan bir bayan:
– Amca, biraz yavaş konuşur musunuz? Dedi.
Adam, konuşma hürriyetinin yanında başka hürriyetlerinin de kısıtlandığını düşünüyor olmalı ki, sesini iyice yükseltti:
– Sesimizi de mi keseceksiniz? Dedi, “de”nin üstüne basa basa.
Yolculardan bir başkası:
– Amca, hoca hanım doğru söylüyor. Biraz yavaş konuşursanız iyi olacak, dedi kibarca.
Adamın sözü biter bitmez seslendim;
– Aman amca bey, hiç değişmeyesin. En iyisi konuşmana devam et, dedim.
Adam sesini daha da yükseltti:
– Bu yaştan sonra ne değişeceğiz? Dedi.
– Aman amca bey, aman hiç değişmeyesin, dedim yeniden.
Sesini yavaşlatan adam yanındakiyle konuşmasını son durağa kadar sürdürdü. Ancak çın çın eden sesiyle değil…
“Değişmek istemeyen adam” diye düşündüm. Değişmek istemeyen adam… Demek ki adam halinden memnun ki değişmek istemiyor. Öyleyse, kendine göre davranışları oldukça olağan. Belki de adam içini boşaltıyor.
Hangi nedenle olursa olsun “değişmek isteyen adam” tipi çevresindekilerden tepki görmüştü. Çünkü değiştirmek istemediği davranışlarıyla onları rahatsız etmişti. Rahatsız etmesi bir yana, adamın değişmek istememesi, kendisiyle çelişik bir durum. “Yaşlı insan-okullu değilse bile-yaşam okulunun etkisiyle yaşam kültürü ve deneyimler edinmiş olmalı, ağır başlı, daha olgun olmalı” diye düşünüyoruz…
Adamın sesini özellikle yükseltmesinin bir başka boyutu daha var: karşıcılık! Ne demişti adam?
“Sesimizi de mi keseceksiniz?
Oysa sesini kesmek isteyen kimse yoktu onun. Demek ki adam “sesimizi de mi” derken başka şeylerden de yoksun bırakılmışlığını ifade ediyordu belki de. Kesin olarak bilemiyoruz ama şunlara dikkat çekmek isterim:
Adam; bir kadın tarafından uyarılmaya karşı.
Adam; değişmeye, yeniliğe, yenileşmeye karşı.
Adam; bilime, tekniğe ve sanata karşı…
Adam; eğitim çağdaşlık ve demokrasiye karşı.
Kısacası adam, “adam olmaya” karşı.
Yani insan’a…
Adamın zamanında değişmesi gerekirdi.


Malatya Yorum Gazetesi, 23 Haziran 1998 
(11 Ekim 1994 tarihinde yaşanmıştır)

21 Şubat 2017 Salı

Süleyman Özerol

Süleyman Özerol 

1953 yılında Hekimhan’ın Mezirme (şimdiki adı Ballıkaya) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaöğrenimini Akçadağ’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı.
Aşıklık geleneğinin yaygın olduğu bir bölgede büyümenin de etkisiyle küçük yaşlarda şiirle ilgilenmeye ve bağlama çalmaya başladı.
Özerol, kendi yöresi dışında özellikle Alevi-Bektaşi geleneğindeki eski ve son dönem aşıkları olmak üzere hemen tümünü inceledi. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra görev yatığı yerlerde karşılaştığı ve tanıştığı aşıklarla dostluk kurdu. Ağırlıkla etkilendiği aşıklar ise Ekberi (Ali Ekber Gülbaş) ve Birfani (Metin Özer) oldu.
Folklor ve edebiyat çalışmalarını sürdüren Süleyman Özerol Türkiye’nin değişik yerlerinde birçok toplantı ve etkinliğe katıldı.
Süleyman Özeorol’un şiirleri ve araştırmalarından oluşan  "Televizyonu Nasıl Buldum", (1999), "Dirençli Eğitimci Örgütçü Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu" (2009), "Babamın Şiirleri" (2009), "Vayloğ Dede-Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları" (2012), "Hekimhanlı Ozan Kul Emici-Yaşamı Sanatı Şiirleri" (2013), "Malatyalı Aşık Zeki Yıldırım-Yaşamı Sanatı Şiirleri" (2013), "Bir Deli Rüzgar-Şemsi Belli İle İlgili Yazılar" (2015), "Ah İle Amanı Dağlara Saldık" (2015), "Ters Site-Kalbi Sağda Atanlar" (2015), "Zülfükar Sezen-Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından" (2016) ve Hüseyin Şahin ile birlikte hazırladığı "Arguvan Türküleri" (2004) adlı kitapları yayımlandı.

Bahara Kaldı

Sonbahardan kışa düştüm
Özlemim bahara kaldı
Bahar geldi güle düştüm
Özlemim bahara kaldı

Sanki rüzgar idi esti
Selamı sabahı kesti
Sesi içimdeki sesti
Özlemim bahara kaldı

Konuk olur her geceme
Uykum batar düşünceme
Harfler girmiyor heceme
Özlemim bahara kaldı

Özerol’um çeken oldum
Kendi içim yakan oldum
Uzaklardan bakan oldum
Özlemim bahara kaldı

Yaralandı

Bir yaz günü kurduk dost sofrasını
İki bin on üçtü yıl yaralandı
Kadehler dolup da boşaldığında
Bozarmut denilen el yaralandı

Ah ile amanı dağlara saldık
Her söyleyişte bir nefes aldık
Hekimhan Arguvan arada kaldık
Ilgıt ılgıt esen yel yaralandı

Vurduk bağlamanın sarı teline
Sesimizi kattık seher yeline
İçimden ağlarken garip geline
Sesleri getiren tel yaralandı

Anlamadım neden içten akmadı
Başını kaldırıp bir kez bakmadı
Anladım ki Süleyman’ı takmadı
İçimdeki yanan hal yaralandı


Ozanlar Sitesi (Bekir Karadeniz)
http://www.ozanlar.biz/ozerol.html

17 Şubat 2017 Cuma

Süleyman Özerolları Keşfetmek Neden Zor?

Süleyman Özerolları keşfetmek neden zor?
Murat Ceyhan


Süleyman Özerol’u özetlemek gerekirse, Zülfikar Sezen’ in şu sözleri sanırım yerine oturacağını düşünüyorum: “Özerol’ un en beğendim yanı sanat ve kültür eserlerini kayıt altına almanın önemli olduğu düşüncesidir. Onun için defterini yanından eksik etmez, kendince kayıt almak istediğini anında defterine not eder. İyi bir alışkanlık…” (Süleyman Özerol: "Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından", Sage Yayıncılık, Ankara 2016, s. 79)
Özerol, halk edebiyatı ve Türküleri konusundaki folklor araştırmacılığının yanı sıra ülkemizde değeri ve önemi layıkıyla pek anlaşılmamış biyografi çalışmalarıyla da dikkat çekiyor. Bu bağlamda Sezen’ in ifade ettiği satırların değeri ise bir farklı artıyor.
Ülkemizde bu konuda yapılan çalışmaların genel bütünlüğü, ön plana çıkmış sanatçılar üzerinde yoğunlaştığı gözlemlediğimiz gerçekler arasında. Oysa Anadolu mozaiğinde sanatı besleyen öylesine ana arterler var ki bunların büyük çoğunluğunu “anonim” başlığında yorumlayıp, bir anlamda sanat ve sanatçılarımıza istemeden saygısızlık, emeği değersizleştirmek yanılgısına düşüyoruz. Bu açıdan, ülkemizde telif haklarının gelişmemesini anlamamız da mümkün.
Özerol, yaptığı titiz çalışmalar ile yaşanan bu olumsuzlukları bir nebze olsun azaltan değerli araştırmalarımızdan. Bizlere hediye ettiği kültür taşlarından istifade etmek, hem entelektüel hem de yaşadığımız toplumu anlamlandırmak bağlamında oldukça büyük değere sahip. Diğer önemli taraf ise, kayıt altına alma kültürünü toplumumuza yerleştirme yolunda yaptığı bu çalışmalardır. Birçok teknolojik gelişmeye rağmen, toplum olarak kültürel değerleri kayıt altına alma alışkanlığımızın fazlası ile gelişmediğini üzülerek şahit olsak da maddi destek ve diğer farklı desteklerin (fon, vakıf ve STK) olmaması, bu çalışmaların sesinin cılız çıkmasındaki nedenler arasında olduğunu ifade etmek mümkün. Kültür ve Turizm Bakanlığının bu tür çalışmalar konusunda ne kadar destek verdiğini bilmiyoruz. Ayrıca Bakanlığın bu konuda yapılan çalışmalar konusunda bir kütüphane kurup kurmadığı konusunda da bir bilgimiz yok. Kültürel ve sanatsal konulara değer veren benim gibi insanlar, Süleyman Özerol’ ları samanlıkta iğne ararcasına bulma zorluğunu da ayrıca bakanlığın dikkate alması gereken önemli sorunların başında olduğunun altını çizmekte fayda görüyorum.
Folklor araştırmacısı ve iyi bir biyografi yazarı olan Süleyman Özerol, altına imza attığı çalışmalarını kültür ve sanata koyduğu yüreği nedeniyle bir emekli öğretmen maaşı ile gerçekleştirmektedir. O, her şeyin para ve her şeyin alınır satılır bir meta olduğu günümüzde, yel değirmenlerine karşı savaşan bir Don Kişot gibi; karanlığa ve cahilliğe karşı, öğretmen sabrı ile duvar örmektedir. Her yapıtı farklı bir lezzet ve keşif içeren bu çalışmalar, ufkumuzu açan bir deniz feneri misali bizi bekliyor. O feneri görmek ve rotamızı bu aydınlığa çevirmek gerçekten o kadar zor mu?
Süleyman Özerol’ un biyografi çalışmaları arasında; Babamın Şiirleri (Hasan Özerol/Yaşamı Şiirleri, Malatya 2009), Dirençli Eğitimci Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu (Yaşamı, sanatı, yapıtları, Ankara 2009), Vayloğ Dede/Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları (Yaşamöyküsü, Ankara 2012), Hekimhanlı Ozan Kul Emici (Yaşamı ve Sanatı, Malatya 2013), Malatyalı Âşık Zeki Yıldırım (Yaşamı ve Sanatı, Ankara 2013), Bir Deli Rüzgâr (Şemsi Belli İle İlgili Yazılar, Ankara 2015), Ankara 2015), Zülfikar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından (Yaşam öyküsünden) “Âşık Yoksuli” (Yaşamı ve Sanatı, Basılmamış), Merhaba Gülü (Metin Özer/Ozan Birfani İle İlgili Yazılar, basılmamış) sayabiliriz.

Ankara, 3 Şubat 2017
MURAT CEYHAN/ANARKO NİHİLİST GAZETECİ Sitesi

15 Şubat 2017 Çarşamba

Süleyman Özerol'un "Televizyonu Nasıl Buldum" Kitabındaki Bazı Öykülerin Çözümlemeleri

Süleyman Özerol'un "Televizyonu Nasıl Buldum" Kitabındaki Bazı Öykülerin Çözümlemeleri
Ali TURA

Süleyman öğretmenin geçmiş köy ve ilkokul dönemlerindeki yaşamı devinim ve düşüncelerinden esinlenerek-soluyarak özel bir yeti kazanmıştır. Köylülerin sıradan günlük konuşma dili ve sanatın şiirsel diliyle 1999 yılında Gayret Matbaasının dizgi ve baskısını üstlendiği Televizyonu Nasıl Buldum şiirsel anı-öykü kitabında; "Düğünde Bir An", "Ne de Olsa Hayvan", "Yirmi Beş Kuruş", "Döl Bereketi ve Zola", "Babamdan Gelen Para" ve "Televizyonu Nasıl Buldum" başlıklarıyla, her okuyanı mutlak çocukluk yıllarına götüreceğine ve kısa da olsa hafif bir tebessüm, biraz da acı duygulu anlar yaşatacağına eminim.

Düğünde Bir An

“Yıl 1966 Eylül’ün ilk günleri...
Akşam oluyordu, güneşin etkisi yavaş yavaş kırılıyordu. Köyün karşısındaki mezarlığın biraz ilerisinde bulunan bahçelerdeki bağ damlarının birinde sünnet düğünü tutulmuştu" işte esinlenmenin soluğu ve sanatın dili-derinliği! Öykü devam eder.
- Tebrik ederim Arga'yı kazanmışsın. En azından 'teşekkür ederim' ya da 'sağ ol' demeliydim. Hiç bir şey diyemedim öylece kalakaldım.
Süleyman öğretmen, kendisini tebrik eden gence karşı kendini borçlu hissetmesini bir sorumluluk duygusu içinde soluklandığı ve Akçadağ ilçesinin yatılı öğretmen okulunu kazandın yerine 'Arga'yı kazanmışsın' diyerek öykünün söylemini kısaltmıştır.
Akçadağ Öğretmen okulunu kazanmamış olsaydı ne olurdu? Kendi soluğuyla şöyle ifade ediyor; " Birçok gencin yaptığı gibi gurbeti yol edecektim belki de…”
Yaşadığı köyünde gurbeti yol etmek iş için-ekmek için uzak illere gitmeyi kast edilir.

Hana Doğru

Akşamdan sabaha kadar uyumayan ve gecenin tek dirilişi olan, havanın ağarmasının ışığın karla olan ilişkisinde esinlenen sözcükler, aynı bölümde Hekimhan ilçesine gitmeye çalışan bir köylüyü bakın nasıl konuşturmuş...
- Gııııııııııız eşeğin yemini az goymuşsun, bunuğnan Han'a geç sahatta varacağım? Haydı torbasını başından çıhar.
- Ula sende heybeyi getir gaz tenekesini içine goy...

Han'a gidilen yol boyu konuşturduğu köylüyü değişik sahnelere çıkarır.
- Böğün ıradyoda gene Gırbız'dan laf ettiler soyhanın derdi bitmeyi...
Ve devam eder.
- Benim yaşım yetti yeteli buralardan yayan gelip giderik. Sen eşeği sayma, zaten canı ne ki? Gar bol yağar da ayaz ederse eşek seni geğil sen eşeği götürürsün…”
Yukarıdaki söylemleriyle öyküyü zinde taşır. Öykünün son sahnelerine girerken Süleyman öğretmenin yine şiirsel bir bakış açısıyla;
- Uzayan Aybasan Düzü'nün bitiminde keskin balıksırtı kıvrımlı yola saptılar Taşhan'a ilerlediler hayvanlarını hanlara bıraktıktan sonra çarşıya dağıldılar kuşluk vakti geçmişti…
Süleyman öğretmenin; İnsanları, hayvanları ve doğayı sevme eğilimi, iyiliğe olan hayranlığı kendi doğasında vardır. Onları küçük yaşta solumuştur. Sezgileri keskindir, dokunmaya görsün dokundurma anlatacağı anı, öykü ve şiir olsun kısa kollu sazın yedi ulu perdesinin duygu dolu ritmiyle sizde onu solumaya başlarsınız. Anlamak sadece kulakla olmuyor bilirsiniz.
Her Sabah Her Sabah ya da; Yaşam Acılarla Başlar
Her çocuk doğarken ağlamaz mı?
Acı vardır diken acısı
Acı vardır ana-baba evlat acısı
Acı vardır sevda acısı.
Acı vardır kardeş arkadaş acısı
Hele de dost acısı.

Bir ailenin tek çocuğunun ölümüyle ilgili yazdığı dizeler derin bir aile acısını paylaşmanın en güzel ifadesi değil midir?

Ne de Olsa Hayvan

11 Aralık 1972. Görgü (Cafana) köyünde kırkbeş günlük pratik stajyerlik- öğrencilik döneminde arkadaşlarının okulun verdiği erzak ve yataklarını taşıma işini köyde bir eşek ile sorunu çözerler ve taşıma işi bittiğinde arkadaşlarıyla sohbete başlar.
- Bugün bize en çok kim yardım etti?
Yanıtlar;
- Muhtar/öğrenciler/Ramazan/Bayram ve soruyu soran şöyle dedi:
- Bize en çok yardım eden eşeği unuttunuz.

O dönemde toplumun en ağır yükünü taşıyan hayvanı unutmuyor ve hayvan sevgisini Han'a doğru öyküsünde de ifade etmişti.

Hasan Emmi

İnsanlarla ilgili karakterler oluştururken onun fiziki yapısını ve iç dünyasını nasıl karakterize ediyor. Aslında yazmanın en zor tarafı burasıdır. Keskin gözlemci olmayan bunu zor başarır. Bakın Süleyman öğretmen bunu nasıl başarıyor:
“Hasan emmi, gözler kısık kapalı gibi. Kaşlar kirpikler uzun uzun, bıyıkları sıvazlanmış, kabaca sakalı da uzamış, avurdu birbirine girmiş, çene ileride duruyor, sivri ve uzunca olan burnunun ucunda ter damlaları biriktirmiş, ağzında bir tek dişi yok, saçları dökülmüş ortasına doğru açılmış, başında mendilinin üzerine geçirdiği eski bir şapka, ayaklarında kara lastikler var. Eski ama sağlam olan gömleğini tersyüz ederek giydiği şalvarının içine sokmuş, ceketini de tersyüz ederek meşelerden birinin dalına asmış. Toprağı bir bebeğe öllük hazırlar gibi özenle yabancı dallardan, taşlardan temizliyor, sağ ayağını ileri atarak vuruyor kazmayı.”

Televizyonu Nasıl Buldum?

Kitabın son bölümünde Televizyonu Nasıl Buldum yazısında önce bir betimlemeye köyü Ballıkaya’yı anlatır. Dağlarını, taşlarını, çaylarını ağaçlarını böceklerini kuşlarını tek tek sayar ve oluşumun dönüşümüne kaynaklık eden dere yatağından killi çamuru anlatır. O çamurla çocukluk yıllarında nasıl araba traktör ve traktör tekerleğinin şeklini vermesini, kendi oyuncağını doğadan nasıl temin ettiğini öz bu dille ifade eder.

"Öllüklüğe koştum. Az da olsa yeri ıslatmıştı yağmur. Yerden aldığım iki topak çamurla okul binasının yanına döndüm. Killi çamuru iyice yoğurduktan sonra radyo biçimine getirdim. Ön kısmını oydum, oyduğum yerin önünü çöplerle parmaklık haline getirdim. Son çöpü yerleştirmeden önce ölülükte yakaladığım ve her yerde “cır cır” diyerek ötüşen ağustosböceklerinden birini oyuk yere bıraktıktan sonra son çöpü de yerleştirdim. “Radyo”mun sağ yanına bir çöp geçirdim. Bu çöpün başına çamur yapıştırarak “düğme” biçimi verdim. Düğmeyi ileri geri itip çekerek böceğe dokundurduğumda, “cır cır” diye şarkısına başlıyordu. Bu buluşumla okulumuzun duvarının dibinde arkadaşlarıma bir “konser” dinletmiştim böylece. İlk programımda, geleneksel şarkıcı cırcırböceği, yani ağustosböceği vardı solist olarak. İlk dinleyicilerim de arkadaşlarımdı.”İşte köyde büyümüş, köyden başka bir yeri görmemiş olan Süleyman Öğretmen, adını dahi duymadığı televizyonu böyle tasarlamıştı…

Hafif Raylı Sistem Malatya İçin "Hafif" Bir İş Değil

HAFİF RAYLI SİSTEM MALATYA İÇİN “HAFİF” BİR İŞ DEĞİL

Süleyman ÖZEROL
27 Aralık 2001 (Perşembe) tarihli Ankara Notlarımda dile getirdiğim konuyu güncelliğini fazla da yitirmediğini düşündüğüm için paylaşmak istiyorum.
O zamanki duruma göre OSB gündemde değildi, bugün o da gündeme katılmalı...
Konu ile ilgili olarak Malatya Yorum belgeliğinden (Ali Yenier'e bıraktım) yararlanılabilir.

Malatya Yorumdaki bir yazımda 1 hafif raylı sistemin Konya örneğini vererek oradaki sorumlu müdürün konuya inanmadığından, pahalı bir yatırım olduğundan 2 ve Malatya için bir gereksinim olduğundan söz etmiştim.
Bugünlerde (27 Aralık 2001 tarihli Malatya Yorumdaki yazımla ilgili) hafifi raylı sistemden, güzergahının Atatürk anıtına yakın bir yerden geçeceğinden söz ediliyor. Belediyenin bir açıklamasından bunu anlıyoruz bunu. Acaba nasıl bir güzergah düşünülüyor ki, anıt önündeki törenler etkilenecek?
1. Seçenek: Kanalboyu-Cengiz Topel caddeleri doğrultusu mu?
2. Seçenek: Atatürk-İnönü caddeleri doğrultusunda ortadan mı?
3. Seçenek: Atatürk ve İnönü caddelerinin her iki yanı genişletilerek mi?
Daha çok üçüncü seçenek üzerinde durmak istiyorum.
Eğer Atatürk ve İnönü caddelerinin her iki yanı uygun bir biçimde genişletilerek hafifi raylı sistem yerleştirilirse ne güzel olur. Gelin görün ki,, bu genişletmenin gerçekleşmesi caddelerdeki kamburların (İstanbul Pasajı-Emlakbank, Çınar Oteli-Taş Mağaza, Soykan Parkı-İş Bankası, Nasuhi Caddesi-Ofis Market adaları ve diğerleri...) düzeltilmesi de gerekmektedir. Kaldı ki, iki caddenin iki yanı; hem yapılanma hem de istimlak büyük yük.
4. Seçenek: Çevre yolu ile koşut bir demiryolu.
Bu da istimlak ve yapılanma yönünden çok büyük yük getirebilecek bir durum..
5. Seçenek: Bence en uygun seçenek…
Kuzey Çevre yolunun bir an önce yaşama geçirilmesi ve var olan çevre yolunun uygun bölümüne hafifi raylı sistemin kondurulması.
Şoför Okulundan İnönü Üniversitesine kadar olan güzergahta okullar, öğrenci yurtları, sanayi siteleri, bazı resmi daireler, fabrikalar ve benzeri birimler ile halk açısından önem taşıyan hafifi raylı sistemin yıllar sonra gerçekleşeceği gerçeği göz önüne alınarak, buraya otobüs hattı konulması geçici bir çözüm olarak düşünülebilir. Ancak, hafif raylı sistem “hafif” bir iş olmadığına ve Malatya’nın ağır yükünü de kaldıracağına göre, üzerinde ağırlıkla durulması gereken bir konu olarak gündemde tutulmalı ve bir an önce yaşama geçirilmelidir.



1  Bu yazıdan bazı bölümler Malatya Yorum’da “Konya’da Raylı Sistem” (11 Ağustos 1998) ve “Caddeler, Burgerler, Anıtlar (4 Aralık 2001) başlığı altında yazdığım yazılarda yer almıştır.
2 Konya’da 20 kilometrenin 1982 yılı keşif bedeli 42 milyon mark olup, bu bugün (1998 Ağustos hesabı) 30 trilyonu bulmaktadır. Acaba günümüzde hangi hesaba denk gelmektedir? Bu da hesaplanmalıdır. 

1 Şubat 2017 Çarşamba

Ali Tura ve Mehmet Balkış'ın Hakkımdaki Yazıları

MALATYA KÜLTÜRÜNE GÖNÜL VERENLERDEN SÜLEYMAN ÖZEROL
“Ciğerlerini esinleme soluğuyla dolduranlar, elbette ki okuyanı ve dinleyeni büyüler…”

Ali TURA

O her şeyden önce insan gibi insandı
Sonra öğretmen oldu
Öğretmen olmak kolay şey sanmayın
O, kayısı ağacı gibidir
Kök damarlarıyla alır öğrenir
Olgun meyvesiyle verir
Bilgilidir, bilmeyene bilgi vermez.
Bilginin kapısını açar.

O, gerçek dosttur.
Dostuna devamlı almak için gitmez
Zaman zaman vermek için gider.
Karşısında kim olursa olsun soyarak değil
Giydirerek konuşur ve en soğuk yüreği ısıtır.
O, mutluluğu rehber alanlardandır.

İşte size anlatacağım o insan
Süleyman öğretmen,
Yani Süleyman Özerol

1953 yılında Hekimhan Ballıkaya köyünde doğar, altı kardeşin en büyüğü, büyük dediysem yanlış anlaşılmasın yaşça en büyüğü. İlkokulu bitirene kadar, arkadaş çevresinde sessiz, iyi bir gözlemci, doğa ve içinde yer alan yaşam bulan canlı/cansız nesneleri ve olguları inceleyen ve zaman zaman merak ettiği nesneleri soran, sorgulayan ilişkilendirenlerdendir.
Ekmeğin oluşumunda anne ve babasına yardımcı olan, yaşına göre aile sorumluluklarında payına düşeni omuzlayan, toplumsal ilişkilerde kavga yerine küskünlüğü benimseyen ve küskünlüğü kin etmeyen bu küskünlüğü de kısa sürede unutan arkadaş canlısı bir çocuk.
Bu çocuk ilkokulu köyünde bitirir. Akçadağ İlköğretmen okuluna gitmek ister ve gider, orada başka bir dünya ile tanışır. 1972’de Urfa Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başlar ve 1981’de Malatya’ya gelir. 1988 Şubat’ı sonunda Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz ilköğretim okulundan emekli olur. Okul yıllarından bu yana kültür-sanat-edebiyat-halk kültürü- müzik ve resim alanında çalışmalar yaptı, radyo ve televizyon programları yaptı ve programlara devam etmekte, halen Malatya Yorum gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmekte, Malatya ve Ankara’da çeşitli kültür faaliyetlerine katılmaktadır.

Yayınlanmış Kitaplarından:

1. Televizyonu Nasıl Buldum: Anı-Öykü, Malatya 1999
2. Arguvan Türküleri-Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi: Hüseyin Şahin ile birlikte-Derleme-İnceleme, İstanbul 2004
3. Dirençli Eğitimci Örgütçü Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu: H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Yaşamöyküsü, Ankara 2009
4. Babamın Şiirleri: Hasan Özerol’un Şiirleri, Malatya 2009
5. Vayloğ Dede/Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları: Ankara 2012
6. Hekimhanlı Ozan Kul Emici/Yaşamı Sanatı Şiirleri: Malatya 2013
7. Bir Deli Rüzgâr/Şemsi Belli İle İlgili Yazılar: Ankara 2015
8. Ah İle Âmânı Dağlara Saldık: Şiirler, Ankara 2015
9. Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar: Sage Yayınları, Ankara 2016
10. Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından: Ankara 2016
10. Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar: Ankara 2015
11. Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından: Ankara 2016
12. Babamın Askerlik Günlükleri: Ankara 2016

Yayınlanmamış Çalışmalarından Bazıları: Bir Gün Uyandığında (Şiir), Yenilenen Köy Ballıkaya (Köy İncelemesi), Anıya Benzer (Anı-Deneme Notları), Âşık Yoksuli (Yaşamı-Sanatı), Merhaba Gülü (Metin Özer İle İlgili Yazılar), Ballıkaya Köyü ve Çevresinden Âşıklar-Şairler (Derleme), Hekimhan Müzik Kültürü, (İnceleme), Kömürhan Köprüsü Nereye Bakar? (Kültürel Yazılar), Radyo Fon Programlarım, Halk Ozanları Kültür Derneği Tarihçe Çalışması, Başkavak Köyü Derlemeleri, Gürgür Dede, Ballıkayalı Öğretmenler…

Malatya’da yayınlanan birçok kitabın hazırlanmasında, basılmasında da katkı sunmuştur, sunmaya da devam etmektedir.

Malatya SÖZ, 30 Ocak 2017

ÜRETMEYE HER ŞEYE RAĞMEN "DEVAM" DEMİŞTİR

Mehmet BALKIŞ

Malatya Kültür sanat ve eğitim hayatına gerçekten de çok büyük katkılar sağlamış ve sağlamakta olan Sayın Süleyman Özerol abimiz hakkında ki yazınız için teşekkür ederim.
Kendisi Malatya kültür sanat ve eğitim hayatına zerre kadar hizmeti geçen hemen herkes için bir yazı bir söz bir makale bir şiir bir haber ya da benzeri bir ifade ile teşekkür etmiş ve anmıştır. Kendisinin de böyle bir yazı ile sizlerin sayesinde anılması bizleri mutlu etmiştir.
Malatya kültür sanat ve eğitim hayatına emek verenlerin çoğu; yetkililerin ilgisizliğinden, kıymet bilmediğinden, kendisinin anlaşılamadığından ve benzeri sebeplerden küsmüş ve üretkenliğini ya durdurmuş yahut yavaşlatmış olmasına rağmen Süleyman abimizde küsme ve belirtileri görülmemiştir. Yani üretmeye her şeye rağmen devam demiştir. Bu meziyet de herkeste bulunmaz... Kendisine ve size sağlık başarı ve mutluluk dileklerimle selam ve saygılarımı iletirim.

Malatya SÖZ Site, 31 Ocak 2017

1 Ocak 2017 Pazar

Bunlara İnsan Demeye Dilim Varmıyor

Bunlara İnsan Demeye Dilim Varmıyor

Süleyman ÖZEROL


Bir yılı daha geride bırakırken pek çok konuda insanlıktan öte davranışlarla karşılaşmamız belleklerde daha çok yer tuttu.
Pek çok kişinin özellikle soyut bir kavram ve tanrı ile kul arasında kutsal bir bağ olan din adına küfürlere, tehditlere, dayatmalara, şiddet ve katliamlara tanık olduk. Diğer yandan aynı doğrultuda ırkçılık ve siyasal temelde de davranışlar yaşandı.
Bir Güney Amerika ülkesi halkı yıllardır süren çatışmaları önlemek için teröristlerle barış imzalayan yöneticilerinin kararına, yani terörü sona erdirme anlaşmasına “hayır” dedi. Ülkemizde de barışa hayır diyenleri onaylayanlar olduğuna da tanık olduk.
Hep savaş olsun, hep kan dökülsün, insanlara baskı ve şiddet uygulansın diyenler ve bunarlı destekleyenler çoğaldı.
Kendilerinden olmayanlar ve bunların eleştirilerine tahammül etmeyen, eleştiri yöntemlerini uygulamasını bilmeyen ve uygulamayanlar küfür, tehdit ve baskı ile kendilerini kanıtlama ve kabul ettirme çabasında olanların da aynı gruplarda yer aldığını görüyoruz.
Tarihe karışmış ve feodal bir yapıya dayalı devlet biçimi özlemcilerinin demokrasi ve özgürlükler yerine itaat ve kulluğu insanlara dayatması ise başka bir boyut. Dinin siyaset ve ticarete alet edilmesini önleyen, saygınlığını sağlayan laiklik düşüncesini “dinsizlik” olarak göstererek saldıranlar da aynı gruptan olanlar. Bilim ve teknolojinin getirdiği kolaylıklardan yararlanırken bunları üreten ulus ve kişilere hakaret etmekten geri durmayanlar da aynı kişiler. Bunların “okumuş” olanlarından bazılarının, okumamışların geleneksel cehaleti yanında geride kaldığını görmek de çok üzücü…
Yeni yıla yirmi birinci yüzyılın olumsuz insan tiplemesinden söz ederek girmek güzel bir şey değil, ancak yine de güzel günler göreceğimize inanıyorum. Çünkü tarih geriye doğru değil hep ileriye doğru gider. Geriye çekmek isteyenlerin azınlığa düştüğü zaman insanlık daha huzurlu ve mutlu olacaktır. İşte o zaman kırk beş yıl önce dile getirdiğim duygularım da gerçekleşecektir.

Köpekler akraba olur tavşanlarla
Bakarsın yol olmuş devenin kamburu
Tüm insanlar, halka olmuşlar bir yerde
Savaş ve kin uzaklaşır, uzaklaşır, uzaklaşır...


Yazının buraya kadar olan bölümünü 31 Aralık 2016 günü hazırlamıştım. Gece yarısı İstanbul’da bir katliam yaşandığını öğrendim. İstanbul Ortaköy’deki bir gece kulübüne düzenlenen silahlı saldırıda 39 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi de yaralandı.
Birkaç günden buyana mutlu, huzurlu ve güzel yıllar dileyen iletiler aldım. Toplumsal paylaşımlarda da oldukça çok sayıda böylesi güzel dilekleri okudum. Ancak bu haberi duyunca oldukça üzüldüm.
Artık bunlara insan demeye dilim varmıyor…

İnsan yakana avukat
Dinini bana dayatır
En üstün ırk benimki der
Dilini bana dayatır


Yeter artık be!

Ankara, 1 Ocak 2017

24 Aralık 2016 Cumartesi

"Onları Ben Yaptırmıştım..."

“ONLARI BEN YAPTIRMIŞTIM…”

1974 yazı… Urfa Yetiştirme Yurdu’nun bahçesinde, asmanın altındaki kare yüzeyli masaya dirseklerimi dayamış, çevreyi izliyorum. Mutfaktaki kap kacak sesleri musluktan akan suyun sesine karışıyor. Yaz olduğu için çocukların çoğu yakınlarının yanına gitmişti. Yurtta kalanlar da su bidonunun çevresinde, duvarların dibinde, tuvaletin kapısı önünde, dış kapının çevresinde dolanıp duruyorlardı. Bekçi Cemal Taş kapının yanında durmadan tütün sarıp tüttürüyordu.
Dışarıdan bir adam girdi, bekçiyle konuşmaya başladı. Bekçi eliyle beni işaret ediyordu. Adam, merdivenleri çıkmaya başladıkça oldukça uzun boylu ve kalıplı birisi olduğu daha iyi görünüyordu. Dimdik yürüyen bir heykel gibiydi. Belirsiz kaşları, çok kısa saçları ve bıyıksız durumuyla asker emeklisini andırıyordu.
“Hoş geldiniz, öğretmen Süleyman Özerol” diyerek kendimi tanıtıp elini sıktım.
“Öğretmen ney?” dedi uzattığım sandalyeye otururken. Yeniden söyledim. “Ben de Milli Eğitim Bakanlığı 6. Şube Müdürü Reyzi Pamir” diyerek kendisini tanıttı. Bir süre sonra “Aslında ben de öğretmenim” dedi. Nereli olduğumu sordu. “Malatyalıyım” deyince dikkatle bakarak, “Mezun olduğun okul da mı Malatya’da” dedi. Akçadağ İlköğretmen Okulu 1972 mezunu olduğumu ve ilk görev yerimin de burası olduğunu söyledim. Hiç gülmez izlenimi veren yüzünde çocuk sevinmesi gibi bir gülümseme belirdi. Sanki kırk yıllık bir tanıdığı ile karşılaşmıştı.
“Ben de oradaydım” dedi yavaş bir sesle.
“Her halde çok önceleridir” dedim.
“Evet, evet, orada okumadım ama öğretmenlik yaptım. Köy enstitüsü iken eğitim şefiydim.”
Oturduğu sandalyeye iyice yerleşecekmiş gibi kımıldandı. Zaten sandalye gövdesine göre çok ufaktı. Yüzünde çok çalışmış da yorulmuş bir insanın mutluluğu okunuyordu. Eğilerek yavaşça konuştu;”İstasyona giden yolun kenarında levhalar vardı, onlar duruyor muydu? Üzerlerinde de yazılar vardı.”
“Hayır, hatırlamıyorum", derken birden ikisi sağlam, diğerleri kırılmış olan mezar taşı gibi levhalar aklıma geldi. “Ha, onlar mı?” dedim.
“Evet, evet, onlar onlar!” dedi heyecanla.
“İkisi sağlamdı, birkaç tanesi de kırılmıştı. Ancak sağlam olanların üzerinde herhangi bir şey yoktu.
Daha iki dakika önce çocuk gibi sevinen ve mutluluk içinde gülümserken hüzünlendi birden. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi ağlamsı bir durum aldı yüzleri. Levhaların o durumda olmasında suçlu kendisiymiş gibi, yere bakarak yavaşça söylendi;
“Onları ben yaptırmıştım! Sonsuz bir boşluğa bakar gibiydi… “O levhaların üzerine Atatürk’ün, İnönü’nün, Hasan Ali Yücel’in, Tonguç’un ve daha birçok eğitimcinin sözlerini yazmıştık öğrencilerimle. Hem de yolun sağ yanı istasyona kadar…”
Durumundan o kadar etkilenmiştim ki neredeyse ağlayacaktım. Bir süre sessiz kaldık. Sanki levhaların yasını tutuyorduk. Yirmi beş yıl önceki emek ve imece ürünü olan bu levhaların yok olduğunu duymak elbette ki acıydı…
Hekimhanlı olduğumu, bizim köyden bazılarının o dönemlerde okuduğunu söyleyince;
“Kimler?” dedi heyecanla.
“Ali Öztürk, Avni Oktay” diye sıralamaya başlamıştım ki; “Mezirmelisin öyleyse” diyerek sözümü kesti. Komşu köylerden olan bazı adlar saydıktan sonra Abbas Dülger adlı öğrencisinin Urfa’da olduğunu ve görmek istediğini söyledi. Daha önce yurtta müdür olduğunu, şimdi ise ilköğretim müdürü olarak görev yaptığını, emekliye hazırlandığını söylediğimde, yıllardır görmediğini görse iyi olacağını, bulabilirsem memnun olacağını söyledi.
“Çayınız hazırlanıncaya kadar size haber getiririm” diyerek kalktım. Bekçiye çay hazırlamasını söyledikten sonra çıktım.
Haşimiye Meydanı’na varmadan solda bir apartmanda oturuyordu Abbas Dülger. Kapıyı çaldığımda oğlu İbrahim çıktı. Durumu anlatınca, evde olmadığını, gelince mutlaka haber vereceğini söyledi. Geri döndüğümde çay hazırlanmıştı. Daha ikinci çaylarımızı bitirmeden Abbas Dülger bahçe kapısından göründü. Bulunduğumuz yere doğru disiplinli bir enstitülü gibi yürürken ikimiz de ayağa kalktık. Reyzi Pamir’in elini öptü, ben de kendisine “Hoş geldiniz” dedim, sandalyelerimize oturduk, konuşmaya başladılar. Yıllarını eğitime vermiş iki öğretmenin otuz yıla yakın bir zaman sonra öğretmen-öğrenci olarak karşılaşması beni oldukça duygulandırmıştı. Bu iki insanın mutluluğunu izlemeye başladım.
Bir süre sonra Reyzi Pamir bana dönerek, “ Çok teşekkür ederim, sana da zahmet oldu. Yıllar sonra karşılaştık, bizim biraz konuşacaklarımız var, sen istersen çıkabilirsin” dedi. Nöbetçi olduğumu söyledim ve izin isteyerek ikisini baş başa bıraktım. Uzun uzun konuştular, sonra da birlikte yurttan ayrıldılar…
Malatya’da zaman zaman bu olayı anlattığım oldu. “İriyarı, pembemsi geniş yüzlü…” diye anlatmaya başladığımda tanıyanlar, ”Haaa, Reyzi Pamir!” diyorlardı hemen. Sonra da onunla ilgili anılarını ve özelliklerini anlatıyorlardı. İşlerini zamanında ve eksiksiz yapar; tüm öğrencilerin adlarını, numaralarını, nereli olduklarını bilirmiş. Bütün bu anlatılanlar Reyzi Pamir’in güçlü bir belleğe, sağlam bir kişiliğe sahip, dürüst bir eğitimci olduğunu; Atatürk ilke ve devrimlerinden kesinlikle ödün vermediğini gösteriyordu.
Akçadağ Köy Enstitüsü’nden söz açıldığında hep Urfa Yetiştirme Yurdunda karşılaştığımız Reyzi Pamir’i anımsarım. Ağlamsı yüzünü anımsadıkça üzülür, mutlu gülümsemesinin yayıldığı pembemsi, geniş yüzünü anımsadıkça da sevinirim…

1 Temmuz 1993-Malatya
Divriği Harman Dergisinde yayınlanmıştır.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Sanat ve siyaset üzerine kısaca

Sanat ve siyaset üzerine kısaca

Süleyman ÖZEROL

Sanat, insanların iç dünyalarının düzenli ve beğenilecek bir biçimde dışavurumunun bir göstergesidir. Bu gösterge çeşitli sanat dalları ile gerçekleştirilir. Resim, şiir, müzik, yontu gibi.

Sanat yapıtlarının herkesin beğenisini kazanması olası değildir, çünkü göreceli bir durumdur. Ancak bazı siyasiler gibi sanatın içine tükürmek, çeşitli adlar takarak hakaret etmek insan olana yakışmaz. Olsa olsa nezaket çerçevesinde eleştirinizi yaparsınız. Konuyla ilgili uzmanlığınız yoksa buna bile hakkınız olamaz.

Ticareti ve siyaseti dinin eksenine oturtanlar, dinini sırtından para kazananlar eğitim, sağlık, kültür ve sanat gibi insanların temel gereksinimlerini de bu eksende tutmaya çalışıyorlar. Kendi görüş ve düşünceleri dışındakilere tahammül etmeyi de binlerce yıldır öğrenemediler. Bu nedenle insanları katlettiler, yaktılar, dışladılar. "Gavur icadı", "günah" dedikleri pek çok şeyi kendi çıkarlarına çeviren din tüccarları kimdir diye sorulsa yine "aynı kişiler" yanıtı verilebilir. Çünkü olayın temelinde "para" yatmakta ve din, iman, millet ve benzeri kavramlar hep kılıf olarak kullanılmaktadır.

Yıllardır devrimcilerin uğruna kanarlını ve canlarını verdikleri halkın büyük bölümünün günümüzde Orta Çağ söylemlerini ve bütün bunları kullanarak hitap edenlerce güdülmeyi yeğlemesi gerçekten üzücü ve acı bir durum.

Birlikte yaşamaya tahammül edemeyen, sürekli kendi dışındakileri iteleyen dinci ve ırkçı faşist düşüncelerin tarihe gömülmesi belki zaman alacak. Ancak yaklaşık bir ay sonra yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinin bir kapı olması gelecek için umut vaat edebilir.


Radikal Blog, Ankara
9 Mayıs 2015

3 Aralık 2016 Cumartesi

Ailelerin Özürlülere Bakışı

AİLELERİN ÖZÜRLÜLERE BAKIŞI

Süleyman ÖZEROL
Araştırmacı-Gazeteci


TSD Malatya Şubesi’nin 29 Kasım 1998 tarihinde Halk Eğitim Merkezi Salonunda düzenlediği “Ailelerin Özürlülere Bakışı” konulu panel ile ilgili ayrıntılı yazımı bunca zaman geçse de güncelliğini koruması nedeniyle sunuyorum.

Vali Vural ve eşi İslim Vural öncülüğü ve desteği ile “Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sakatlar Derneği İle Elele” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen “Ailelerin Özürlülere Bakışı” konulu panel, 29 Kasım 1998 günü Halk Eğitim Merkezi Salonunda gerçekleştirildi.
Saat 13 30’da başlayan panelin yöneticiliğini yaptım. Selami Ergün (Psikolojik Danışma Uzmanı), Abuzer Altun (İnş. Müh.), Şerafettin Özhan (Gazeteci-TV Programcısı), Aziz Mengüşoğlu (Eğitimci), Döne Karadağ (Em. Ebe-Hemşire) ve Ali Haydar Koyun (TSD Malatya Şube Başkanı) konuşmacı olarak katıldılar. Engelli olan Başkanın dışındaki konuşmacıların aynı zamanda engelli çocukları var.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşından sonra panelin amacını açıklayıp konuşmacıları tanıttıktan sonra izlenecek yöntemi açıkladım. Destek ve öncü olan Vali Vural ve eşine, destek veren kişi ve kuruluşlara teşekkür ettikten sonra konuşmasını yapmak üzere Emniyet Müdürü Kemal İskender’i davet ettim. Kısa bir konuşma yapan İskender, özürlülüğün bir lütuf gibi kabul edilmesi gerektiğini söyledi.
Özürlülüğün aileler tarafından kabul edilmesi, saklanmaması, umutların yitirilmeden hareket edilmesi, devlet güvencesinin mutlaka olması, ailelerin, özellikle de annelerin bilinçli olması, sorunların çözümünde örgütlülüğün gerekliliği ve önemi, TSD Malatya Şubesinin çalışmaları ve talepleri gibi konular konuşmacılarca dile getirildi. “Üretmeyen inan özürlü insandır”, “Balık yedirmek yerine balık tutulmasını öğretmek” ilkesi konuşmanın özünü oluşturdu.

Şerafettin ÖZHAN/Gazeteci-TV Programcısı

Özürlülüğün kabullenilmesi, balık yedirmek yerine balık tutulmasının öğretilmesinin benimsenmesi ve kendi sorunları ile ilgili olarak karşılaştığı güçlükleri dile getirdi. Bu konuda basının, ilgili kurum ve kuruluşların-yöneticilerin duyarlı olmasını istedi.
İnsan unsurunun var olduğu her yerde özürlülüğün de var olduğunu, bunların da yaşamlarını sürdürebilmeleri için birçok kamu kurum ve kuruluşlarına iş düştüğünü, sakat arabalarının park sorunu olduğunu (Emniyet müdürüne ileterek), iş yerlerinde, ihalelerde (Park büfe vb.) özürlülere öncelik tanınmasını, eğitim kurumlarında, iş imkânlarında avantajların verilmesini (kredi vb.), otomobil sürücü kurslarından yararlanılmasını, özürlülere göre yapılan otoların hangi tür özür grubuna göre yapıldığının belirtilmesini, belediye otobüslerinde gerekli kolaylığın sağlanarak asansör yapılmasını dile getirdi.

Abuzer ALTUN/İnşaat Mühendisi

Her insanın özürlü olduğunu, konuya umutların yitirilmeden sahip çıkılarak hareket edilmesin, ailelerin ekonomik gücünü aşan tedavi yöntem ve olanaklarının devlet güvencesi altına alınmasını, özürlüler için bütçe ayrılmasını, bilimsel gelişmelerin 2006 yılına kadar birçok hastalığın çaresini bulacağını ve bu konuda da devlet desteğinin gerekli olduğunu, özürlü hattının vatandaşlar bilgilendirdiğini (Vergi indirimi, 60 milyonluk yardım, seyahat indirimi, özürlü kimliği ve benzeri konularda) açıkladı. Her insanın yaşam düşüncesine yakın hissetmesini, yaşam gerçekleri ile mücadele etmesini, sorunlarını çevresiyle birlikte çözmesini, kendini acınacak duruma sokarak hareket etmek ve kahretmek yerine yaşamın güzelliklerinin kabul edilmesini belirtti. Ayrıca, özürlüye daha fazla emek harcanacağını, kendi çocuğunda yaşadığı durumun (İlk üç haftada tedavi edilebilecek bir durumun zorlaştırıldığını) başkaları tarafından da yaşanmaması için olanakların ülkemizde de yaratılmasını, konuda en büyük hatanın iktidarlarda olduğunu, sağlık bakanlığı bütçesinin en ön sıralarda yer alması gerektiğini ve özürlülerin özlük hakları işe ilgili olarak 29 Temmuz 1998 tarihli kararnamede vergi indiriminin bulunduğunu, özürlü kimlik kartlarının alınabileceğini belirtti.

Döne KARADAĞ/Em. Ebe-Hemşire

Özellikle sakat maaşı ve geliri olmayan kişilerin düşünülmesini, kendi çocuğu ile ilgili çabalarını dile getirdi. Bu işin en çık anneleri ilgilendirdiğini, engellilerin saklanmaması gerektiğini, ne yapılacağını bilmiyorlarsa bilenlere danışmalarını, tedavilerini mümkün oldukça aksatmadan yaptırmaları gerektiğini belirtti.

Aziz MENGÜŞOĞLU/Eğitimci

Konuya el yordamı ile yaklaştıklarını, zamanla bilgi sahibi olduklarını, kadere terk etmemek gerektiğini, çocukları okul ortamında olanların özellikle pes etmemesi gerektiğini dile getirdi.
Özürlülüğün oluşmaması için başta devlet tarafından çalışmalar yapılması gerektiğini; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası oluşan özürlerin bilinçli uzman yokluğundan oluştuğunu; havale, menenjit gibi olayların özrü meydana getirdiğini, bu konuda eğitim çalışması yapılması, sorunların el yordamı ile değil, vazgeçmeden okul eğitimi ve ailelerin eğitimi konusunun uzun vadede çözüleceğini, özürlülerin küçümsenmemesi, acınmaması ve dışlanmaması gereken kililer olduğunu belirtti

Ali Haydar KOYUN/TSD Malatya Şubesi Başkanı

Dinleyicilerden özürlü sahibi olanları öğrenmek isteyince salondakilerin üçte birine yakını el kaldırdı. “Halkın gözünde özürlülerin sakat olarak tanımlandığı için, ben de sakat tanımlaması kullanacağım” dedi. Sakatlığın Allah’a havale edilmemesini, bilinçli hareket edilmesini, yasal hakların öğrenilmesini, örgütlülüğün gerekliliğini; yıllardır sağlamların konuştuğunu, bu nedenle “Mikrofon elime geçmişken konuşayım” diyerek Malatya’da bulunan 30–40 bin özürlünün sorununun çözümünde dernek olarak ellerinden geleni yaptıklarını ve yardımcı olanlara teşekkürlerini belirtti.

Selami ERGÜN/Psikolojik Danışma Uzmanı

Dört özür grubu (işitme, ortopedik, görme ve zihinsel) olmasına karşın, aslında üretmeyen insanın özürlü insan olduğunu belirtti. Ailede özürlüye sağlamlar gibi davranılması ve gerekli iletişimin sağlanması gerektiğini, bu konuda özellikle annelere görevler düştüğünü, özellikle 0–6 yaş arasında topluma bilinçli bir birey olarak hazırlamak, özürlü çocukların öcü gibi saklanmamasını ve topluma katarak güven duygusu kazandırmak gerektiğini dile getirdi.

Son Notlar

Başkan Ali Haydar Koyun, Konuşmaları değerlendirdi, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığının olduğunu, buradan bilgi alınabileceğini ve sorunların çözümünde başvurulabileceğini açıkladı.
Rampaların yapıldığını, yeterli olmadığını, ilk yıllarda bunun da olmadığını, asansörlerde karşılaşılan güçlüklerin çözümü için bazı hatlarda asansörlü otobüs bulunması gerektiğini belirten A. Haydar Koyun, Belediye Başkanı. A. Münir Erkal için, ”Beş yıldır kapımızı çalmadı, bir gün mutlaka çalacak” dedi. Ayrıca bazı konuların altını çizerek açıkladı:
“Dergiyi bir yıldır çıkarıyoruz. Abuzer Beyin özürlülerle ilgili bilgileri dergimizden öğrendiğini belirtmeliyim. Çünkü sürekli izliyor.”
“En uygun rampa ve asansör Adliye Sarayında...”
“Bize de sağlamlar gibi davranın...”
“Kabullenme, güven ve eğitim, iş, beceri, gelecek korkusu... Bunlar bizim sorunlarımız.”
Panel sona erdiğinde 15 kadar dinleyicinin soruları konuşmacılarca yanıtlandı. Sorularda bireysel sorunların ve iş olanakları yaratılmasının isteği çokluğu dikkat çekti. Soranların hemen hemen yarısını öğrenciler oluşturuyordu.
“Ali Kuşçu Uygulama ve Eğitim Okuluna gelen öğle yemeği aşevinin kapanması nedeniyle kesilmiştir” notu açıklandı. Konu ile ilgili olarak okul müdürü ile görüşüldü. *

* Malatya Yorum Gazetesi-Umudun Sesi Dergisi, Şubat 1999, yıl 2, sayı: 16