18 Ocak 2019 Cuma

Ebem ve ‘Güllüceli Kazım’

Ebem ve ‘Güllüceli Kazım’

Ebem Satı Özerol’a, kaynanasının lakabından dolayı “Dıdının Satı” derler. Kaynanası çok konuştuğundan “Dıdı” derlermiş…
Ballıkaya ve çevrede becerileri ile tanınırdı. Yün tarar ve eğirir, çeşitli dokumalar yapar, halk hekimliği konularda becerileri olan bir yaşlı idi. Masalları, halk öykülerini, bilmece ve bulmacaları, atasözü ve manileri, ağıtları ve daha pek çok halk kültürü ürünlerini bilirdi.
Ayrıca Vayloğ Dedenin yeğeni, Divana Abidin Dedenin ablası ve Hasan Ustanın (babam) annesi olması itibariyle de tanınır. Haaa… Sonra benim de ebem olduğundan…
Yaşına göre güçlü bir belleğe sahipti. Halk kültürünün her alanında bilgi sahibi olup, köyümüz Ballıkaya’nın sözlü kültürünü yazıya geçmede onun anlatımlarından çok yararlandım. Halk kültürünün her dalında bilgi sahibiydi. 1 Temmuz 1991 tarihinde aramızdan ayrıldığında on yıldır gözleri görmüyordu ve nüfusta 1328, yani 1913 doğumlu görünüyordu. Ancak Balkan savaşından söz ediyordu, demek ki küçük yazılmıştı.
Akçadağ İlk öğretmen Okulu son sınıfa geçtiğimde sıkça, “Okulu bitirip öğretmen çıkarsan beni de yanında götürür müsün?” sorusunu sorardı. Sonra da “Niye götüresin ki benim gibi bir kocayı?” derdi. Ardından da ben daha bir yanıt vermeden kendi kendisine yanıt verirdi.
“Yok, anam yok… Her oturup kalktığımda, ‘Ya Ali!’, ‘Ya İmam Hüseyin!’ ‘Ya Hızır!’derim. Yezit’e lanet! Bazen de Yezit’e lanet okurum, seni öğrenirler, rahat komazlar, sana kötülük ederler” derdi.
‘Ya Ali!’, ‘Ya İmam Hüseyin!’ ‘Ya Hızır!’
Bu söylemler acaba kime zarar verebilirdi ki? Hazreti Ali ve Hüseyin ile Hazreti Hızır’a kim karşı olabilir, peygamberin torununa kastetmiş Yezit’i kim savunabilirdi?
Anlatırdım kendisine düşüncelerimi, ikna olmazdı. “Öyle deme, hep bize kıyım yapmışlar, kaçmışız buralara” derdi. Köyümüzde bulunan Şah İbrahim Ocağı merkezi Karadirek tekkesinin otuzlu yıllarda yıkıldığını, simge olan direğin yakıldığını, daha sonra evlerde cem yapıldığını ve jandarma gelir diye gözcü dikildiğini anlatırdı.
Ebem, davranışlarımızın Alevi oluşumuzu ortaya koyacağını, bundan da zarar göreceğimizi öne sürerken bazı örnekler de veriyordu elbette.
Demek ki birilerine göre Alevilik çok kötü bir şeydi ve ben de o kötülerden biriydim! Yoksa yaşamında okul görmemiş, o sıralarda yetmiş yaşını aşmış, yaşamı köyde geçmiş ebem böyle düşünür müydü?
Bunlar bana hep 1966 yılında Akçadağ İlköğretmen Okulunda okuduğum Güllüceli Kazım adlı romanını anımsatır. Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Hür yayınlarında çıkan cep kitabı bence bu alanda ilk edebi yapıt sayılır.
Çevrede Güllüce’yi bilmeyen yoktur. Bu adı duyan bir kimse ‘Hımm’ demeden edemez. Kitapta bu köyden yetişen bir gencin öğrencilik ve öğretmenlik yaşamı çerçevesinde Alevi Sünni çatışmasının yaratılmasını, bu çatışmaya neden olanları, önyargıları ve diğer konuları anlatır Bahadınlı.
Yıllar sonra Ankara’da Köy Enstitüsü ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nda karşılaştığımız Yusuf Ziya Bahadınlı’ya, “Güllüceli Kazım sizdiniz değil mi?” dediğimde, “Evet” demişti ve çocukluğundan bazı kesitleri anlatmıştı.
Toplumdaki düşünce ve inanç çeşitliliğini, bir arada yaşamanın bir zenginlik olduğunu düşünmeyip, bölerek ve bundan çıkar sağlayanların günümüzde de varlığını kim yadsıyabilir ki…

Malatya SÖZ: 07 Ocak 2019 - Pazartesi