24 Ekim 2017 Salı

Küçük Kızın Akşam Öğünü



KÜÇÜK KIZIN AKŞAM ÖĞÜNÜ


5 Şubat 2015, Perşembe...
Ulus'ta matbaaya uğradım, dönüşte yeraltı treni ile Maltepe'ye kadar geldim. Yeraltı treninden inince merdivenleri çıktığımda elinde kâğıt mendil gelip geçene uzatan yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. O yana bu yana sallanıp duruyordu. Hemen yukarıda merdivenin başında ise, dişlenmiş sapsarı armut gözüme, yanında bir oyuncak araba tekeri ve bir market reklamı vardı. Bunların sahibi de kaldırımın kenarında oynayan daha küçük yaşta bir kız çocuğuydu. Karanlıkta pek belli olmuyordu ama elindeki çöp ya da başka bir şeyi durmadan yere sürtüyordu.
Bu saatte bu kız çocukları bir mendil satarak "para" mı kazanıyorlardı acaba? Yoksa annelerinin iş yapmasına engel oldukları için buralara mı gönderilmişlerdi. Ya da buncağız çocukların gece vakti kentin her yerinde bulunmaları için daha başka nedenler mi vardı?
Bazılarına sorarsanız Allah rızklarını verir...
Birilerine sorarsanız bu çocukların sokaklarda dolaşmaları değil, din, iman, Osmanlıca öğrenmeleri gerekiyor...
Birilerine sorarsanız, bu yaşlarda başlarına çaput sarmaları gerekiyor...
Birilerine sorarsanız, bu çocukların satıcılık yapması değil bilimsel eğitim alması gerekiyor...
Bazılarına sorarsanız, kimseleri yoksa ya da ailesi bakamıyorsa yetiştirme yurtlarında kalmaları gerekiyor...
Bazılarına sorarsanız, bunların hallerine ağlanması gerekiyor.
Ben de bir şey yapamadım ve ağlamak istedim, ağlayamadım; içimden ağladım...
Nedense hep aklıma 1972 yılında ilk göreve başladığım Urfa Yetiştirme Yurdu gelir bu çocukları gördüğümde. Daha 19 yaşındaydım ve benden büyük çocuklara öğretmenlik yapmıştım orada. Aslında o yaşta idim ama çok büyüktüm! Çünkü hala o zamanki ruhu taşıyorum.
Eti yenilmeyen, gönü giyilmeyen insanın bir tatlı dili, bir güler yüzü olması için nelerin gerekli olduğunu o yaşımda öğrenmiştim. O yaşımda benden büyüklere analık babalık yapmıştım. Orada yaşadığım bazı anılarımı unutamam. Üç çocuk babası yurt müdürünün, çok yönlü engelli ve kimsesiz hem de emanet bırakılan çocuğu Viranşehir ilçesine götürüp halk deyimi ile “seyiplemesi” hiç aklımdan çıkmaz. Diyarbakır'dan yuvadan getirdiğim Mehmet Ali'nin sobadan tutuşup yanmasını da unutamam...
Ve yine aklıma küçük kızın akşam öğünü bir armut takılıyor. Bir kez dişlediği, oynamak uğruna oyuncağı ile duvarın üzerine bıraktığı sapsarı armut...
Eh, yetkililere Allah din iman versin...
Bu zavallı çocuklara ne versin peki?


(Malatya Söz Gazetesi)