28 Şubat 2024 Çarşamba

28 Şubat Üzerine

28 Şubat Üzerine

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 28 Şubat 1997 tarihindeki bir uyarısı, ülkemizde ‘darbe’ olarak nitelendirildi. Oysa darbe deyince yakın tarihlerde yaşadığımız 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerindeki darbeleri anımsarız. 28 Şubat'ı bunlarla karşılaştırdığımızda ne kadar farklı olduğu görülür.
12 Eylül 1980’den itibaren yaşanan bazı durumları basından özetleyerek sunalım.
* Gözaltına alınanların sayısı: 650.000
* Fişlenenlerin sayısı: 1 milyon 683.000
* Yurttaşlıktan çıkarılanların sayısı: 14.000
* Pasaport verilmeyenler: 388.000
* Kapatılan dernekler: 23.7
* Açlık grevinde ölenler: 14
* Çatışmalarda öldürülenler: 74
* İşkence ile öldürülenler: 171
* Görevine son verilenler: 4.891
* Cezaevindeki gazeteciler: 31
* Yakılarak yok edilen yayın: 39 ton
* Basın özgürlüğü karşıtı yasa: 151
* Yasaklanan yayın: 927
* Yasaklanan film: 927
* İdamı istenenler: 7.000
* Ölüm cezası verenler: 517
* Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam: 124
* İdam edilenler: 50
* İnfaz edilen sol görüşlü: 18
* İdam edilen sağ görüşlü: 8
Ve daha ve daha...

Bu darbelerde b*k yedirilen milletvekillerinden arkalarına cop sokulanlardan, eşleri önünde tecavüz edilenlerden ve daha pek çok insanlık dışı davranışlardan da söz edilir. Bütün bunlar düşünüldüğünde hangisinin 28 Şubat'ta yaşandığını düşünün artık...
Hiçbiri...
Yapılmak istenen bir şey vardı; elsiz ayaksız yeşil yılanı durdurmak!
Dikkat ediniz durdurmak, öldürmek değil. Ancak durduramadılar. Ülkeyi ele geçirdi ve yeraltına çekilerek dinleniyor.
Birileri hala “28 Şubat” diyerek elsiz ayaksız yılanın temsilciliklerini sürdürmekten çekinmiyorlar. Dinin kutsallığını ayakaltına almaktan maşa olarak kullanmaktan da...
Özellikle siyasetçiler ve ticaretçilerin cehaletin artmasını da körüklediklerini görüyoruz. Çünkü cehalet arttıkça hâkim olacakları kitleler çoğalacaktır. Halkın aydınlanması bunların aleyhine olduğu için cehaletin çoğaltılmasını sağlamaya gayret ediyorlar.
Cehaleti yüzde yüz ortadan kaldırılmak olası değil. Ancak en aza indirilerek topluma daha fazla zarar vermesi önlenebilir. Gelin görün ki eğitim bile cehaletin temsilcilerinin eline verilmek isteniyor.
Dileriz ülkemiz daha aydınlık, daha güzel, daha iyi yaşanır demokratik bir duruma kavuşur.
Dileğimiz güzel günlerin görülmesidir…

28 Şubat 2024

24 Şubat 2024 Cumartesi

Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler

 Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler

Süleyman ÖZEROL

Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler. Elbette ki bu sözle zekâ düzeyi ve bireysel farklılıklarla birlikte deneyimlerini de dile getirmişler. Zaten bilimsel eğitimde de durum böyledir.
Konuyu köylümüz genç avukat Hüseyin Can Güner'in Ankara'ya Çankaya Belediye Başkan Adayı gösterilmesine bağlı olarak giriş yapmak istedim.
Neden mi?
Hüseyin Can'ın adaylığı için ‘çok genç’, ‘deneyimsiz’, ‘Alevi’ (!) gibi değerlendirmeler ve eleştiriler yapılacağı olası bir durum. Hatta kendi partisinden bile eleştiriler olacaktır. Ki bunlar da doğal bir durumdur.
Eeee...
Kendileriyle zerre kadar ilgisi olmayan Fatih Sultan Mehmet'i ecdadımız diye överek göklere çıkaran ırkçı ve dinciler onun on dört yaşında İstanbul'u fethetmesini överken Çankaya Belediyesi için aday olan Hüseyin Can'ın onun iki katından fazla yaşlı olduğunu unuturlar. Otuz iki yaşında Ankara Belediye Başkanı olan Ali Dinçer ve başkalarını da unuturlar elbette...
Bunlar bir yana tarihimizin ne kadar tarihsel olduğu zaten hep tartışma konusu olmuş tarih derken ülkenin halkın değil sarayın tarihi yazılmış.
Fatih'in öğretmenleri ile göz ardı eden yüzeysel düşünceler çocuk yaşta birini yüceltmekten çekinmemişler bilimselliğe ve yeniliklere ise karşı çıkmışlardır. Hüseyin'in okuduğu okulun saygınlığını da göz ardı etmişlerdir.
Seksenli yıllarda Özal'ın onlarca olumsuz hukuksal uygulamalarının yargıdan dönmesini sağlayan, Adalet Bakanlığı süresince CMUK ve diğer pek çok yasa değişikliği ve hukuksal yeniliklerle ülkedeki adaletsiz baskıcı yapanın demokratikleşmesinde katkısı olan Mehmet Seyfi Oktay ve de Yargıtay 1 ağır ceza dairesi eski başkanlarından Mehmet Yalçın Hüseyin'in öğretmenleriyle birlikte örnek aldığı ve yararlandığı çağdaş demokrat hukukçulardır.
Bu sacayağı, köyümüzün bağrından çıkan değerlerden oluşmuş olup, “Güneş Mezirme’den doğar” sözünün de bir yansıması gibidir.
Hüseyin'in Aleviliği ille de konuşulacaktır. Dil, din, cinsiyet ve benzeri konularla ayırım yapanlar, Alevilik de sanki bir sorunmuş gibi göstermeye çalışıyorlar halen. Bu tür düşünce ve davranışlar, insana insan gözüyle bakmayan, içgüdüsel davranışlarından vazgeçmeyen saplantılı düşüncelere sahip olanların göstergesidir.
Hüseyin'in en yüksek puanlar almasına karşın önünü tutanlar, Fethullahçıların hışmına uğrayan ve seçici kurul karşısında hakkını alan Arguvanlı genci ve binlercesini de unutmasınlar.
Dedesi yaşındaki hırçın, çirkin davranışlı politikaların Hüseyin gibi efendi, ağırbaşlı gençlerden ders almaları gerekir.
“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz”, 
“Bütün ümidim gençliktedir!” diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün emanet ettiği gençlik ülkemizi yönetmelidir.
Gencimiz Hüseyin Can Güner'i kutluyor başarılar diliyor, gözlerinden öpüyorum.

Ankara, 18 Şubat 2024

3 Şubat 2024 Cumartesi

‘Yaz bahar’a şunun şurasında ne kaldı ki?

 ‘Yaz bahar’a şunun şurasında ne kaldı ki?

Süleyman ÖZEROL

İşte bu zorluk iş günlerinde halk Zehmeri (Zemheri) derdi. 28 Ocak’a kadar süren bu 40 günlük süreçten sonra kışın olanca şiddetiyle sürdüğünü de unutmayalım.

Kışın bundan sonraki ikinci bölümüne ‘Zahmatı’ derilerdi. Yani kışın şiddetini olunca gücüyle gösterdiği zamanlar kış yarısı ve onu izleyen günlerdir.

40 günlük zemheriden sonra 40 günlük ‘zahmatı’ başlıyor. Ardından zahmetli günler den sonra yaza ulaşacak.

İşte bu sıralarda halk bazı gelenekleri yerine getirir.

28 Ocak’ta Kış Yarısından hemen sonraki, Şubat'ın ilk haftasını da kapsayan günlerde ne olursa olsun kış kışlığını yapardı. Kışın kışlığını yapması demek; kar yağması, tipi oluşu ve savruntu ile şiddetini artırması demekti. İnsanlar bu hafta da iş yapamaz duruma gelir boşta kalırlardı. Halk deyimiyle avara olurlardı. Bu nedenle bu zamana Boş Hafta ya da Avara denirdi.

Bu zorluklardan ve darlıklardan kurtulmak isteyen halk Bu kez oruç tutarak dua ederek ibadet ederek Hızır’dan beklenti içine girerlerdi. Darda kalanlara imdadına yetişen hazırlığın adına Hızır Orucu, Hızır Lokması, Hızır Kavutu, Hızır Cem'i hep bu haftada yapılırdı.

Hızır günlerinden sonra hava ısınmaya başlar, Gücük Ay yani Şubat biter, Cemrelerle birlikte13 Mart’tı takip eden dokuzuncu günde Mart Dokuzu çıkar, böylelikle 21 Mart'ta Navruz ile Yaz gelirdi.

Neden mi İlkbahar değil de yaz? 

Çünkü yöremiz halk takviminde mevsimler adlandırılırken Kış, Yaz, Tomuz ve Güz diye sıralanmıştır. Dolayısıyla ilkbahara daha çok yaz ya da Yaz Bahar derlerdi.

Bu durum halk edebiyatına da yansımıştır.

 “Yaz bahar ayında bulanır suyu

Sular da ağlaşır Pir Sultan deyi

(Pir Sultan Abdal)

 “Yaslandılar şivgalarım kırdılar

Yaz bahar ayında bir od verdiler”

(Karacaoğlan)

 “Yaz bahar ayında geleyim derdim

Gelemedim gülyüzlü yar küstün mü”

(Âşık Veli)

 “Yaz bahar ayında göçen turnalar”

(Mahmut Erdal)

 “Yaz bahar gelende Mevla’m kerimdir.”

 “Yaz bahar ayları gelip geçende”

 ‘Yaz bahar’a şunun şurasında ne kaldı ki?

 Ankara, 4 Şubat 2024