19 Haziran 2017 Pazartesi

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Süleyman ÖZEROL

Osmanlı İmparatorluğu halkın dili olan Türkçeyi kenara bıraktığı zaman sarayında Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olarak oluşturulan yapay bir dil kullanılıyordu. “Osmanlıca” adı altında oluşturulan bu dil sarayın, medrese ve molaların kullandığı halktan kopuk bir dildi. Dahası bir hanedanın adı verilmişti. Dolayısıyla bir ulusun olmadığı gibi halkın da dili değildi. Bir dilin dil olabilmesi için ulusa özü olması gerekir.
İmparatorluk 1923 yılında sona erip Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda toplumsal yaşamdaki değişimler ile birlikte Türk dilinin gelişmesi ve zenginleşmesine önem verilmiştir. Buna karşın birileri Tanrının avukatlığına soyundukları gibi Osmanlı hanedanının da avukatlığına soyunarak ellili yıllarda yeniden diriltme çabasına girmişlerdir. Bu dili “Osmanlıca Türkçesi”, “Eski Türkçe”, “Kadim Türkçe” gibi adlarla adlandıran siyasetçiler de bu kervana katılmışlardır. Zaman zaman etkili olmuşlarsa da Türkçenin gelişmesini engelleyememişlerdir.
Gelişen teknolojinin karşısında aciz kalarak gerici yapılanmalarla yaşamlarını sürdürenler cehaletin de üzerine oturarak süreçte yeniden bu dili hortlatmaya ve de dayatmaya çalışıyorlar. Anayasa’nın hiçbir guruba, sınıfa imtiyaz tanınamaz hükmüne karşın din maskesi altında Arap, Osmanlıca maskesi altında bayat bir dil ve hanedana ayrıcalık tanımaya çalışıyorlar.
Yıllardır demokrasi ve cumhuriyeti halka öcü göstermeye çalışarak şeriat düşüncesinin sayesinde meclise girenler ve iktidar olanlar, bakanlıklarının hesaplarını veremezken gündemi sürekli yapay konularla meşgul etmekteler. Emevi döneminin yöntemlerini anımsatan bu yöntemler yetmemiş gibi, “İsteseniz de öğreneceksiniz, istemeseniz de öğreneceksiniz” diyerek faşist bir tavır sergilemekten de geri durmuyorlar.
Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak illa da benim düşündüğüm gibi düşüneceksiniz, illa da benim yaşadığım gibi yaşayacaksınız derseniz çelişkiler bitmez, sürer ve çözümsüzlük kazanır. Demokrasi de ortadan kalkar ve sanıyorum amaçlanan da bu…
Hayır efendim!
Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz. Bunu unutmayınız ve demokrasiye inanıyorsanız gereği gibi hareket ediniz. Karşınızdakini kul köle gibi görmekten vazgeçiniz; aklın ve mantığın ışığında hareket eden, demokrasiyi özümseyen ve inanan insanlar olduğunu unutmayınız!

Radikal Blog, 12 Aralık 2014, Ankara
(Malatya Hakimiyet gazetesinde yayınlanmıştır)

13 Haziran 2017 Salı

Başkavak Köyü Derlemeleri-Araştırmaları

BAŞKAVAK KÖYÜ DERLEMELERİ-ARAŞTIRMALARI
Başkavak köyünü çocukluğumuzda hep “Mihayil” diye bilirdik. Tarihsel kaynaklarda da Mihayil olarak geçiyordu. 1960 yılında bizim köyün adı Mezirme iken Ballıkaya, Mihayil’in adı ise Başkavak olmuştu. İlkokulda okurken bitirme sınavının bazı derslerini orada gerçekleştirirdik. Eğitmen Abidin Öztürk’ün eski yazı ile din bilgisi dersinde bize kopya verdiğini de unutamam.
1966 yılında Akçadağ İlköğretmen okuluna girdiğimde zaman zaman Hekimhan’a gidiş gelişlerde Başkavaklı arkadaşlarla yolculuk ettiğimiz, hatta bazen de gecelediğimiz olurdu. Hüseyin Takmaz, Ali Ekber Takmaz, Hüseyin Kılıç, Abidin Takmaz, İsmail Takmaz ve daha başkaları vardı.
1972 yılında Akçadağ İlköğretmen Okulunu bitirdim, öğretmen oldum ama Başkavak ile bağım kesilmedi elbette. Yakın köy olmamız itibariyle ölümlerde, düğünlerde de birlikteliklerimiz oldu.
Başkavak köyü Ballıkaya köyünün güneyinde, Malatya’ya uzaklığı 97 km, Hekimhan’a uzaklığı 16 km olup, rakım 1250 metredir. Kuzeyinde İğdir ve Ballıkaya köyleri, doğusunda Sulak mezrası ve Ballıkaya’ya bağlı Çeki mezrası, güneyinde Haydaroğlu ve Kavacık köyleri bulunur. Yörede Antepfıstığı yetiştirilen bir köydür.
Otuz beş yıla yakın bir süre önce burası ile ilgili bazı bilgileri merhum emekli öğretmen Mustafa Kılıç’tan derlemiştim. Adını nereden geldiği, eski yerleşim yerleri, söylenceler, ziyaretler ve benzeri konulardı bunlar. Yıllar sonra birçok kez giderek derlemelerimi sürdürdüm. Söylenceler, şiirler, âşıklar, şairler ve benzeri konularda oldukça bilgi topladım.
Başkavak’ta kalıntı ve buluntulara pek rastlanmasa da yer adları, kişi adları, gelenek ve görenekleri açısından Türkmen varlığını görmekteyiz. Türkçe konuşulduğu gibi, Ballıkaya’da bulunan Şah İbrahim Veli Ocağı talipleri olup Alevi kültürünü taşıyorlar. Maşatlık, Kilise Tepesi, Gâvur Tepesi gibi yer adları ise daha önce Ermeni ya da Bizans yerleşim birimi olduğunun örneği…
Kanuni dönemi yazımlarındaki yer adlarını araştırdım. Alın Pınarı, Ulupınar, Bakırlıca, Ecedamı hala aynı biçimde kullanılıyor.
1983 yılında Ballıkaya ile ilgili derleme çalışmalarına başladığımda halk kültürünün birçok alanını Şah İbrahim Ocağı, dedelik kurumu, talip ağı, türküler ve diğer gelenek göreneklerin çevre köyleri de ilgilendirdiğinden yalnızca Ballıkaya değil çevre köylerle ilgili derleme ve araştırmalar yapmaya başlamıştım. Dolayısıyla aynı yıllarda Başkavak ile ilgili derlemelere de başladım.
Başkavak’ta ilk kaynak kişim olan merhum köy enstitülü öğretmen Mustafa Kılıç’tan aldığım bilgiler üzerine diğer bazı kaynak kişilerden de bilgiler edinerek bir dosya oluşturdum. Ayrıca 23 Ağustos 1997 ve 1999 ile daha önceki yıllarda Başkavak’ta yapmış olduğum derleme çalışmalarını zenginleştirmek, pekiştirmek, Ballıkaya ile ilgili bazı konularda Başkavak halkının görüşlerini almak amaçları doğrultusunda 30 Eylül 2002 Pazartesi günü Başkavak köyüne gittim. Kaynak kişiler bularak yüz yüze görüşmeler yapıp not aldım. Notları düzenleyerek yeniden yazdım. Daha önceki çalışmalarla ve zamanla yaptığım derlemelerle birleştirerek Başkavak dosyasını hazırladım. Son birkaç yıl içinde yaptığım derlemeleri de ekleyerek bu dosyayı tamamladım.
Bu dosyanın oluşumunda ve gelişiminde derleme yaptığım ve yararlandığım kişilerden bazılarını şöyle sıralayabilirim.
Başkavak köyünden: Abidin Takmaz, Ali Metin Takmaz, Bektaş Alkan, Hüseyin Takmaz (1928-2012), Hüseyin Takmaz (1937-2007), İsmail Takmaz, Murtaza Takmaz, Mustafa Kılıç (1928-1987), Mustafa Takmaz, Süleyman Çetin, Temel Alkan, Vahap Alkan, Yusuf Takmaz… Ballıkaya köyünden; Hamza Yalçın, Hasan Özerol, Hüseyin Koç, Hüseyin Şahin… Çanakpınar köyünden; Vahap Karadağ…
Başkavaklılar, özellikle de gençleri bir araya getirmek, tanıştırıp kaynaştırmak amacıyla şenlikler düzenliyordu. Bu şenliklerin ilki 2011 yılında yapılmıştı, ikincisi ise 21 Temmuz 2012 Cumartesi gecesi gerçekleştirildi. Burada ben de Başkavak köyü ile ilgili halk kültürü derlemeleri ve araştırmalarımdan söz eden bir konuşma yaptım.
Çalışmayı kitap bütünlüğünde hazırlarken görsel yönden zenginleştirmek amacıyla yalnızca kendi çektiğim fotoğrafları kullanmayı yeğledim. Belki bu fotoğraflar köyü gerçek anlamda yansıtmayacak, ancak örnek olmasını önemli gördüm. Süreçte fotoğraf konusunda bazı Başkavaklıların destekleri ile birlikte oldukça birikim oluştu.
Hekimhan ilçesinin en eski yerleşim birimlerinden olduğu sanılan Başkavak köyü ile ilgili olarak yaptığım, “Başkavak Köyü Derleme ve Araştırmaları” başlığı ile adlandırdığım bu çalışma tam anlamıyla bir köy incelemesi olmayıp bazı derleme ve araştırmaların bütünüdür. Sanıyorum köyle ilgili ilk yayın oldu. Kültürümüzü yaşatmada ve gelecek kuşaklara bir örnek, araştırmacılara ve ilgilenenlere bir kaynak olması açısından derlediğim sözlü kültür ürünlerinin yazıya geçmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dilerim başka derleme ve araştırmalar da yapılarak kültürel yapı daha iyi biçimde belgelenir.
Kitap, Başkavak köyünden Hüseyin Takmaz (Mosi) ve Hüseyin Albayrak (Kara) anısına basılmış olup, elde edilecek gelir köy mezarlığının düzenlemesinde kullanılacaktır.
Yılların birikiminin kalıcı kılınması konusunda destek olanlara teşekkürler…
Saygılarımla…

Ankara, 22 Mayıs 2017

2 Haziran 2017 Cuma

Feridun ve Diğerleri

FERİDUN VE DİĞERLERİ

Her ne kadar oldukça eski bir zamandan söz etsem de günümüzde aynı durumda olanlar azalmadı...
11 Temmuz 2001, Çarşamba...
Saat 13.00’te köy garajından eşim ve oğlum Yazar’ı köyümüz olan Ballıkaya’ya gönderdikten sonra Karataş Gayret Matbaasına gitmek üzere Niyazi Mısri Caddesine yöneldim. Karakaş konağının karşısına geldiğimde Feridun’u çöp kutusunu karıştırırken gördüm. Yanından geçerken bir şeyler söyledi bana bakmadan. Anlayamadığım için yanına yaklaşarak, “Ne istiyorsan vereyim” dedim. “Sigaran varsa ver” dedi. “Var” diyerek elimi cebime attığımda kalmadığını gördüm, “Kalmamış, hemen alır gelirim” diyerek yanından ayrıldım. Defterimi matbaaya bıraktım, “Hemen geliyorum” diyerek çıktım. İlerideki bakkaldan sigara ve kibrit, matbaanın yanındaki fırından da yağlı ekmek alarak döndüm. Çöp kutusunun yanından ayrılmış, yeni inşaatın altındaki dükkanların önünde duruyordu. Bir çocuk elindeki ekmeğin yarısını bölerek verdi, almadı. Yaklaşarak elimdekileri uzattım, ekmeği almak istemedi. “Bunları da almalısın” dediğimde alarak başka dükkanın eğişine oturdu, ben de matbaaya döndüm.
Matbaaya geldiğimde Kenan Karataş konuğu ile oturuyordu. “Nereye gittin geldin?” diye sorduğunda durumu ve bildiğim kadarı ile Feridun’un öyküsünü anlattım. 

Nereden mi biliyorum öyküsünü?

Yirmi yıla yakın bir süreden beri İsmet Paşa ve Milli Egemenlik Caddelerinde görüyordum. Önceki yıl Ramazan ayında Milli Egemenlik Caddesinden aşağı inerken Soykan’ın işyerinin karşısında çöpleri karıştırırken görmüş ve orada bulunan fırından ekmek alarak vermiştim. Daha sonra yerel televizyonlardan birinde görüntüleri ve yaşamı ile ilgili bilgiler verilmişti. Gazetemizin muhabiri Gökhan Özdemir ise fotoğraflarını çekmiş, yaşamı hakkında bilgi edinmişti. Bu bilgileri şöyle not etmişim:

Feridun


Yetiştirme yurdunda kalmış, Sümer’de ortaokulu okumuş (Seksenli yılların başlarında), sevdalanmış, alamamış, kahrolmuş, divane olmuş. Hediye kabul etmiyor. Sessiz-sakin-zararsız. Şimdiye kadar olumsuz davranışı görülmemiş.
Feridun hakkında bazı bilgiler daha edindim. Yapılan televizyon programında yaşamı ile ilgili bilgilerin saptırılarak verildiği söylendi. Yukarıdaki bilgilerimiz doğrulanması ile birlikte ailevi sorunlardan bu duruma düştüğü anlatıldı. Annesi babası ayrılmış, kendisini alıp götürmemişler (Almanya’ya), annesi başka biriyle evlenmiş. Kernek Gazinosunda düzenlenen bir ses yarışmasında ilk dereceyi almış (Arabesk dalında olduğu sanılıyor).
35 yaşlarında olduğu ve ortopedik engelli olduğu bilinen Feridun hala yıllar önceki durumunda. Feridun mu aynı durumda olan?
Özellikle İnönü Alanı ve çevresinde, kentin bazı yerlerinde birçok Feridun var... bunların barınma-beslenme ve sağlık gibi temel sorunlarının diğer tüm yurttaşlar gibi giderilmesi konusunda yasal dayanaklardan yararlanmaları gerektiğine inanarak ilgililerin konuya el atmalarını diliyoruz.
Yetiştirme Yurdu-Huzurevi kapsamına girmeyen bu durumdaki insanlarımız için ne yapılması düşünülüyor acaba? Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde oluşturulması düşünülen (Sanırım 10 yıla yakın bir süredir düşünülüyor!) “Toplum Merkezleri” projesinde bu konunun değerlendirilmesi olasılığı var mıdır?
Diğer bir seçenek; Gaziantep Belediyesi tarafından gerçekleştirildiği söylenen yapılanma. Belediyemizin de bu konuda bir şeyler yapmasını bekliyoruz. *


* Malatya Yorum Gazetesi, 23 Temmuz 2001