14 Ekim 2019 Pazartesi

‘Malatya Dernekleri Birliği’ Oluşumu Gündemde

‘Malatya Dernekleri Birliği’ Oluşumu Gündemde

Mersin Malatyalılar Derneği Ankara Malatyalılar Derneğini ziyaret etti. Ziyarette, ‘Malatya Dernekleri Birliği’ oluşumu gündeme geldi.
Mersin Malatyalılar Derneği (MEMADER), 12 Ekim 2019 Cumartesi günü Başkan Yardımcısı Ramazan Gedik, Yönetim Kurulu ve Mersin Haçovalılar Kültür Derneği Başkanı Aziz Durdu’nun katılımı ile toplantı yapıldı. Toplantıda yeni toplantılar yapılması, ‘Malatyalı Dernekler Birliği’ oluşturulması düşünceleri dile getirildi. Diğer yandan Mersin Malatyalılar Derneği Futbol Takımı ile Ankara Malatyalılar Derneği Futbol Takımı dostluk maçı yaptı. Başkan bilgili, birlik ve beraberliğe vurgu yaptı.
Ankara Malatyalılar Derneği binasında yapılan toplantıda yönetim Kurulu Üyeleri, Ankara’da bulunan 23 Malatyalı Derneğin başkanları bulundular.
Ankara Malatyalılar Derneği Başkanı Süleyman Bilgili, “Türkiye’deki Malatyalı dernekler ile birlikte Malatya’ya daha iyi nasıl hizmet edebileceğimizi gündeme getirelim” dedi.
Derneklerin birlikte hareket etmesi konusunda ikinci bir toplantının Mersin’de yapılması, Mersin Dernek Başkan Vekili Ramazan Gedik’in orada bulunan Malatyalı derneklerin yöneticileriyle görüşmeler yapması ve ‘Malatya Dernekleri Birliği’ oluşması konusunun gündeme getirilmesi fikri benimsendi.
Mersin Haçovalılar Kültür Derneği Başkanı Aziz Durdu, derneklerin sportif etkinlikler yapması amacıyla çalışmalar yapması ve bunun bir an önce gerçekleştirilmesini önerdi.
Başkan bilgili kapanış konuşmasında birlik ve beraberlikten yana olduklarını, sivil toplum örgütlerinin siyasi oluşumların içinde yer alamayacağını ve birlikte hareket edemeyeceğini belirterek, Ankara Malatyalılar Derneğinin ‘Üst kimlik Malatya’ olmak şartı ile her oluşumun yanında olacağını söyledi. Mersin Malatyalılar Derneğinin nazik ziyareti için memnunluk duyduklarını belirterek şükranlarını sundu.
Mersin Malatyalılar Derneğine ve centilmenlik spor karşılaşmasından sonra futbol takımına Ankara Malatyalılar Derneği adına birer onurluk (plaket) sunuldu.

6 Eylül 2019 Cuma

Hekimhan’ın ilk yazılı müzik kaynağı






Hekimhan’ın ilk yazılı müzik kaynağı

Kadir İNCESU

Emekli bir öğretmen olan Süleyman Özerol yayına hazırladığı kitaplar ve incelemeleriyle Malatya’nın değerli isimlerinden birisi... Özerol, kültürümüzü yaşatmak için tam anlamıyla dur durak demeden çalışıyor.
Bu çalışmalarında destek buluyor mu derseniz, işte o tartışılır.
‘Tek Kişilik Ordu’ gibi çalışan Süleyman Özerol ile müzik öğretmeni Levent Çoban “Hekimhan Müzik Kültürü” adlı önemli bir çalışmaya imza attı. Özerol ve Çoban, Hekimhan yöresi halk müziği kültürünü çeşitli açılardan besleyen, yöredeki yaşanmışlıklar, gelenek haline gelen müzikli eğlentiler ile farklı yörelerle olan etkileşimlerini araştırdı. İkili, yazılı kaynakların yanı sıra bire bir yaptıkları görüşmelerle de çalışmayı zenginleştirdi.
Kitapta, Hekimhan’ın Müzikal Kimliği, Müziğin Hekimhanlılar İçin Önemi, Usta-Çırak Geleneği, Yörede Kullanılan Çalgılar, Yörenin İş ve Oyun Türküleri, Türkü Öyküleri Müzikle İlgili Kişiler, Derleme ve Notaya Alma Çalışmaları, Çeşitli Kaynaklarda Yer Alan Yöre Türküleri başlığı altında bölümler bulunuyor.

KENDİLERİ YAYIMLADILAR

Okurlarımızın, “Kitabı hangi yayınevi yayınladı?” dediğini duyar gibiyim. Farkındayım henüz yazmadım. Çünkü bir yayınevi tarafından yayımlanmadı bu kitap. Çok önemli bir çalışmaya imza atan Özerol ve Çoban bu kitabı kendi imkânlarıyla yayımladı. Amaçları kitabı satarak, para kazanmak değil... Süleyman Özerol ve Levent Çoban, yalnızca kültürlerine sahip çıkmak isteyen iki Hekimhanlı aydın...

HEKİMHAN'IN İLK YAZILI KAYNAĞI

Daha küçük yaşlarda Hekimhan’daki düğünlerde yaptığı video çekimlerinin yörenin farklı farklı kültür değerlerini keşfetmesini sağladığını belirtiyor genç müzik öğretmeni Levent Çoban… Üniversite öğrencisiyken Hekimhan Müzik Kültürü üzerine bir araştırma ödevi de hazırlayan Çoban, yörede söylenen türkülerin hepsine Arguvan Havası denmesi nedeniyle “Acaba Hekimhan’a özgü bir söyleyiş şekli yok mudur?” düşüncesinin peşinden gitmiş. Bu konuda en büyük destekçisi de Özerol olan Çoban konunun daha sonra genişlediğini ve böylece müzik konusunda Hekimhan’ın ilk yazılı kaynağını oluşturduklarını anlatıyor.

AYNI AİLEDEN 3 OZAN

Kitapta, 100 yıllık bir süreçte Hekimhan, Arguvan ve Sivas yöresi deyişlerinin yaşatılmasında büyük emekleri olan Ballıkayalı 3 ozanı da anlatıyor. Yusuf Başaran ve oğlu Mustafa Başaran, saz aşığı olarak işlevlerini yerine getirirken Mustafa Başaran’ın oğlu Hüseyin Başaran bu özelliklerle birlikte şairlik, yazarlık yönü ile de tanınıyor.

224 sayfalık kitabın 100 sayfasında müzikle ilgilenen kişilerin yer aldığını belirten Özerol, “Eğer sanatçılar ve zanaatçılar olmasa kültür ve sanatı geleceğe aktarmak kolay olmayacaktır. İcra ve aktarıcılık görevini yapan sanatçıları oldukça önemsiyorum,” diyor minnetle…
Sonuç ve öneriler bölümünde bir madde dikkat çekiyor: “Hekimhan yöresi türkülerini seslendiren sanatçıların söyleyiş biçimi ve özelliklerinin kayıt altına alınarak aslına uygun bir şekilde THM dağarcığına kazandırılmasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.”
Yalnızca bu tespit bile 224 sayfalık çalışma kadar önemli. Pek çok sanatçı repertuvarlarına aldıkları türküleri yakıldıkları yörenin söyleyiş biçimlerini dikkate almadan söylüyor. Hatta sözlerinde fütursuzca değişiklikler bile yapıyor. Aslını koruyarak yaşatmak, gelecek nesillere olan bir borcumuzdur...
Bazı sanatçıların üçüncü dizeyi, ‘Sordum sual ettim kimin yârisin’ ya da ‘Sordum soruşturdum kimin yârisin’ biçiminde değiştirerek okumasından çok, ezginin değiştirilmesi ve ağız yapısının bozulması üzerinde durmak istiyorum.
Okuyuşlarda bir koşutluk var ve dize sonlarındaki sahiplik (iyelik) eklerinin değiştirildiğini görüyoruz.

sarısın > sarısan
karısın > karısan
yarısın > yarısan
döküyü >dökiyi

Günlük yaşamda Arguvan’da ya da Hekimhan’da bu ağza rastlayamazsınız. Türkülerde Azeri-Türkmence lehçesinin etkili olduğu bazı bölgelerimizin söyleyiş özelliğini getirip yöremize yamarsanız olacağı bu!”
‘Hekimhan Müzik Kültürü’nü okuyacak olanlara Özerol’un Hüseyin Şahin ile birlikte hazırladıkları ‘Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi’ adlı kitabı da öneriyorum.

Kaynak: https://www.birgun.net/haber/hekimhan-in-ilk-yazili-muzik-kaynagi-267457 (BirGÜN Gazetesi, 6 Eylül 2019)

17 Haziran 2019 Pazartesi

Yarbay'ın Feryadı, Yalaka Basın ve Sonuç

Yarbay'ın Feryadı, Yalaka Basın ve Sonuç

PKK’lı teröristler tarafından şehit edilen hemşerimiz Yüzbaşı Ali Alkan’ın ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan, PKK’lı ve Fetöcü ilan edildi.
Kardeşinin cenaze töreninde üzerinde üniforması olduğu halde isyan eden hükümeti eleştiren sert sözler söyleyen Mehmet Alkan CHP’ye katılınca PKK’lı ve Fetöcü ilan edildi.
İktidar yanlısı bir gazetenin başlığı şöyle: “FETÖ ve PKK yanlısı eski Yarbay, CHP’ye geçti.”
PKK’lı teröristlerin katlettiği kardeşini toprağa verirken acısını dile getiren Alkan’a “PKK yanlısı” diyecek kadar onursuzluk gösterenlere gazeteci diyemiyorum.
Bakınız Mehmet Alkan ne diyor? “Merak ettiğim şu; Nasıl bu kadar gözleri dönebiliyor? Nasıl bu kadar vicdansızlaşabiliyorlar?”
Basında yer alan haberlere göre; Mehmet Alkan, ifadesinden gizli tanık Abdullah'ın gerçek kimliğini ortaya çıkardı.
TSK'da albay rütbesiyle görev yapan bu kişinin 2014 yılında idari görevde iken darbe girişiminden sonra aktif helikopter pilotu olarak görev almasının şaşırtıcı olduğunu belirten Alkan, şunları belirtti.
“Cemaatin içinde yetişen, büyüyen, Amerika'ya gidip Gülen'in elini öpen, sızdırılan akademi (kurmaylık sınavı) sorularını alan, katalog evliliği yapan ve himmet veren bu kişi hem görevde, hem soruşturulmuyor. Ben terör örgütü üyesi olarak soruşturuluyorum. Bu durum akla izana sığmaz.” (Basından)
Mart ayında (2017) karşılaştığımız Mehmet Alkan ile tanışma olanağım oldu. Yüzündeki acıyı unutamam...
Kardeşine Hak rahmet eylesin...
İkiyüzlülere de yazıklar olsun!
Kendini kul eden basına yazıklar olsun!
Yazıklar olsun insanlıktan çıkanlara!
Sonuç; Mehmet Alkan Aklandı...
Ve İşte Mehmet Alkan Aklandı...
Bazı çocuklarda ‘suçu üstünden atma’ ya da ‘suçu başkasına atma’ alışkanlığı vardır. Ülkemizde 2015 yıldan beri aynen bu uygulanıyor.
Fetullahçılar ödüllendiriliyor, kilit noktalara getiriyor, ilgisi olmayanları cezalandırıyor.
Kendilerini iktidara taşıyan ve sonra da ‘düşman’ ilan ettikleri Fethullah Gülen ile ilgili olmayan pek çok kişiyi onunla bağlantılı göstererek sicillerini bozan, bunların yaşamını zindan edenler olayların vebalinden kurtulamayacaklardır.
Konuda bir örnek de hemşehrimiz Mehmet Alkan...
Şehit kardeşinin acısını dile getirince Fethullahçı ilan edilmiş, hakkında bir sürü iddia ortaya atılan yarbay aklandı...
Ergenekon iflas etti, Balyoz iflas etti, Fetullah iflas etti...
Pek çok insanın canı yandı, yok oldu. Geriye kumpaslarda mağdur olanlar kaldı...
Yalancının mumu da yatsıya kadar yanacak...

18 Nisan 2019 Perşembe

“Dünya Sarı Öküzün Boynuzu Üzerinde Duruyor”

“Dünya Sarı Öküzün Boynuzu Üzerinde Duruyor” 



Bir siyasi Gaziantep'te bir açılışta halk için, “Öküzün trene baktığı gibi bakıyorlar” demiş, oldukça da tepki çekmiş. Gaziantep halkı ise bu sözü elbette ki sineye çekmiş
Öküz nedir çift sürmek döven sürmek Kaan çekmekte kullanılan etinden derisinden yararlanılan iğdiş edilmiş erkek sığırdır.
Argoda, ‘kaba dikkat etmeden davranan’ demektir.
Öküz sözcüğü ile birlikte kullanılan ve bu sözcükten türetilen sözcükler vardır. Öküz arabası, öküz damı, Tibet öküzü, öküzgözü, öküz balığı, öküz götü, öküzburnu, öküzdili, öküz soğuğu gibi…
Öküzle ilgili, ‘öküz gibi’, öküz gibi bakmak, ‘öküz altında buzağı aramak’, ‘öküzün trene baktığı gibi bakmak’ gibi deyimler vardır.
Öküz ile ilgili birkaç da atasözü örnek verelim. ‘İnek gibi süt vermeyen öküz, gibi kutan sürer.’
‘Öküz öküzün boynuzunda çamur görmezse korkmaz.’
‘Öküz öldü ortaklık bozuldu.’
Öküzgözü, papatya türünden olup ‘sığırgözü’ ya da ‘sarıpapatya’ denilen bir bitkidir.
Öküzgözü, tamamen sarı renkte (kaygana sarısı) çiçek açan, kuşburnuna benzeyen ağacın da adıdır.
Malatya Elazığ Adıyaman bölgelerinde yaygın olarak yetiştirilen çevremizde Arapgir üzümü adıyla bilinen öküzgözü, siyah iri taneli en iyi sofralık ve şaraplık üzüm türüdür. Elazığ ve Arapgir’de bulunan şarap fabrikalarında işlenir. Pek çok ünlü şarap markaları da ‘öküzgözü’ etiketini kullanırlar.
Akçadağ İlköğretmen Okulunda okurken hafta sonları Malatya’ya geldiğimizde Söğütlü caminin önünde el arabasında satılan öküzgözü üzümden 25 kuruşluk aldık mı yarım ekmek ile bize bir öğün yemek gibi olurdu. Ne zaman mı? Altmışlı yılların ortalarında…
Üemizde ‘Öküz’ adıyla gülmece dergisi çıkarılmakta olup aynı adda yeme ve eğlence yerleri vardır.
Öküz, edebiyat dünyasında da yer alır. Aziz Nesin'in Öküz Başkan masalında tilki ile sırtlanın öküzü kaplan ve aslanın karşısına rakip olarak çıkarmaları ve başkan seçilmesi anlatılır.
Samim Kocagöz, ‘Koca Öküzün Ölümü’ öyküsünde başkalarına çift sürmek ile geçimini sağlayan Yusuf'un öküzünün ölümü üzerine üzüntülerini anlatır.
Nazım Hikmet, ‘Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen’ olarak niteler kadınlarımızı…
Ayla Algan 1973 yılında ‘Koca Öküz’ şarkısını okur.

Koca öküz dizindedir dermanı dermanı
Ölme de koca öküz bu yıl da kaldır harmanı


Yeniden ‘öküzün trene bakması’ deyimine dönelim.
Bu çok basit görülebilir, bazı kişiler öküzü küçümseye bilir. Hor Görme aracı olarak kullanabilir. Bakalım Pir Sultan Abdal ne diyor?

Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ateşlerde yandırır
Her evin devleğin öküz döndürür
İrençberler hoşça tutun öküzü

Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altına kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözlerin öpün
İrençberler hoşça tutun öküzü

Abdal Pir Sultan'ım kaynar coşunca
Tekne hamur kalmaz ekmek pişince
Âdem at öküzün çifte koşunca
İrençberler hoşça tutun öküzü


1966-1967 yıllarında Saatli Maarif Kitaphanesi yayınları arasında bulunan Pir Sultan Abdal kitabını Malatya'da satın aldığımda, en çok hoşuma giden de iş bu şiir olmuştu. Tarımın direği öküzü, Pir Sultan 500 yıl önce böyle güzel anlatmış işte…
Şiirde geçen hezen, devlek, irençber, kuruluk, koşum gibi sözcükler pek çok kişi için anlam taşımayabilir. Ancak Anadolu yaşantısında bunlar önemli yer tutar. Tarım toplumunun olmazsa olmazlarındandır. Özellikle de büyüklerimizin ‘devlüp’ ya da ‘değlüp’ dediği insanların karınlarını doyurmak için gerekli olan ekmeğin hammaddesi olan buğdayın öğütüldüğü yerdir. Yani değirmendir. Bu da yaşamak, geçim sağlamak için yani ekmek kazanmak için yapılan eylemleri de kapsar. Geçimi sağlamayı, yaşamı sürdürmeyi simgeler değirmen. Değirmen dönmezse, yaşam sürmez…
Aslına bakarsanız eskilerin, “Dünya sarı öküzün boynuzu üzerinde duruyor” sözüyle anlatılmak istenen de budur. Bu da tarım olmadan dünyanın değirmeninin dönmeyeceği anlamına gelir…

(Malatya Söz Gazetesi, 18 Nisan 2019)

9 Nisan 2019 Salı

Halka Hakaret İstemiyoruz

Halka Hakaret İstemiyoruz


2 Nisan 2019 Salı…
Yılardır, aylardır halka hakaret edenlere 29 Mart 2019 tarihinde bir şiir yazmıştım. Bugün yeniden düzenledim, ‘Şiir Bir Soluklanmadır’ adlı şiir sitemde yayınladım.

Aylardır hakaret ediyorsunuz
Biz halkız hakaret istemiyoruz
Siz bizi insandan saymıyor musunuz
Biz halkız hakaret istemiyoruz

Şeytan gibi ara yerde kalmayın
Küfretmeyi özgürlükten sanmayın
Aklınızı başınıza toplayın
Biz halkız hakaret istemiyoruz

Kimisi çöp ile eşdeğerliyor
Kimisi halkı öküz ediyor
Kimisi ise adiler diyor
Biz halkız hakaret istemiyoruz

Zehrinizi salıp salıp durmayın
Hakaret ederek kalpler kırmayın
Kendi kendinizi bir şey sanmayın
Biz halkız hakaret istemiyoruz

Aklınız fikriniz paradan yana
Yaptığınız yakışmıyor insana
Süleyman söylüyor söz anlayana
Biz halkız hakaret istemiyoruz


Hekimhan dergisi 6. Sayı, Ozan Der Başvuru Formu ve Anıya Benzer (1998-2007) günlük dosyamın çıktısını almak için diske kaydettim. Dikmen Caddesi'nde Bankalar Durağında belediye otobüsüne binip Kızılay'a gittim. Kızılay birinci durağında yürüyen merdivenden inip normal merdivene geldiğimde bir kadının çantasına yardım etmek istedim.
“Çok ağır, genç birisini çağıralım” dedi.
Çantayı tuttum inmeye başlarken, “Ben 66 yaşında genç değil miyim?” diye espri yaptım.
Güleç yüzü daha da güleçleşti kadının. “Ne bileyim? ‘Yaş 35 yolun yarısı’ derlerdi” dedi.
“İsterseniz Güven Park çıkışında da yardım edeyim” dedim.
“Yok, çok teşekkür ederim” dedi ve sağdaki iniş merdivenine yöneldi. Ben de batı çıkışta yarıya kadar yürüyen merdivenden, diğer yarısı birkaç gündür bozuk olduğu için normal merdiveni kullanarak Güven Parka çıktım.
Seçim gününden beri Güven Parkın orta yolunun parke taşlarının onarımı yapılıyordu. Onarılan bölümün çevresini ip gerilmiş, minibüs durağına çıkan merdivenin önünde de üç kişi çalışıyordu.
Çiçek satan adama, “On sekiz yıldır Ankara'dayım, bu taşlar hep lakkır lukkur ediyor. Hele de Kumrular Caddesi'nde hemen her gün yedi yıl gidip geldim, aynı durumdaydı. Nasıl akıllarına gelmişse seçim günü onarmaya başlamışlar, fotoğrafını çekeceğim” dedim.
Adam, “Hele de yağmur yağdığı günlerde çok kötü oluyor” dedi. İple çevrili yerin fotoğrafını çektim, Kumrular Caddesi'nin başında ikinci binada bulunan Hekimhanlılar Derneği’ne gittim. Hekimhanlılar Derneği 30 yıla yakın bir zamandır Kumrular Caddesi'nde. Yani Ankara'da en merkezi bir yerde…
2001 yılında Ankara'ya geldik, bir yıl Eryaman'da oturduk, Maltepe Savaş sokağa geldik, burada yedi yıl oturduk ve hemen her gün Kumrular Caddesini adımladım Kızılay'a gelirken. On yıldır da Dikmen'de oturuyoruz ama yine de her gün Kumrular Caddesi'nde bulunan Hekimhanlılar Derneğine uğruyorum.
Savaş Sokakta otururken caddenin oynamış, bazı yerlerde kırılmış beton kaldırım taşlarına bakıp, “Çankaya Belediyesi bu caddeye neden bakmıyor?” diye düşünürdüm hep. Kaç kez takılarak düşme tehlikesi atlattım, kaç kez düşenlere tanık oldum.
Ankara Malatyalılar Derneği o zaman İzmir Caddesi'nde idi. Bir gün dernekte bu kaldırımla ilgili düşüncelerimi anlattım. Çankaya Belediyesi'nin bu caddeyi neden ihmal ettiğini sordum. Hemşerimiz Fevzi Özmen, “Bakmaz” dedi. Hayret etmiştim, “Neden bakmaz?” dedim. “Caddelerin bakımı Büyükşehir Belediyesi'ne ait” dedi. Sonra, “Zaten herkes öyle sanıyor” diye ekledi.
Malatya'dan yeni gelmiştim ve Büyükşehir Yasasını da bilmiyordum. Ancak konuyu çok ilginç buldum.
Büyükşehir Belediye Yasası ile iş alanı açılmış olmanın ötesinde büyükşehir olmanın çok da önemli bir konu olmadığını düşündüm. Bazılarının deyimi ile istihdam yaratmak gerçekleştirilmiş, üretim ekonomisi yerine getiririm ekonomisi düşünülmüş...

(Malatya Söz, 9 Nisan 2019)

20 Mart 2019 Çarşamba

“Boya mı, Peruk mu?”


“Boya mı, Peruk mu?”












Bir seçim öncesi anısı…

Halk Ozanları Kültür Derneğinde Yaşayan Ozanlar Belgeseli çekimlerimi sürdürüyorum...
10 Şubat 2015, Başkan Kenan Şahbudak çekim için gelenleri bildirdi. Kızılay’a giderken İbrahim Yedibela aradı, Zülfukar Bey kendisi ile ilgili kitap çalışmam için fotoğrafları getirmiş. Ali Tura geldi, birlikte derneğe gittik. Kanber Çeliker, Abidin Karabudak ve Nevzat Bayramoğlu ile çekim yaptım. Çekimden sonra Ali Tura ile Cezmi Orhan’a uğradık, yaşamöyküsünü aldık, Nejmi’ye uğradık, bilgisayar çıktısı alıp çıktık ve Hekimhanlılar derneğine gittik. Zülfukar beyin fotoğraflarını aldım. Düzeltmeye başladık, sonra çay ocağında ve Kanara’da devam ettik. İnternet kahvede diske baktık, Ali Bey gitti, ben de otobüs beklemeye başladım…
Kar yapmış ve her yer bembeyaz idi. Akşam olduğu için biraz da olsa ayaz vardı. Birçok otobüs gelip geçti Dikmen Caddesine giden belediye otobüsü bir türlü gelmedi. Sıkıntıyla beklerken biraz oturayım dedim ve durağın oturağına oturdum. Sağ yanıma birisi geldi dikeldi, hafifi kokusundan ve davranışlarından içmiş olduğu belli oluyordu. Biz içtiğimiz zamanlarda gece bir ikide eve giderken adam dokuz buçukta evine dönüyordu.
Kendince bir şeyler söyledi. Ayakkabı kutusu, AKP sözcükleri dikkat çekiyordu.
“Maliye Bakanı Mehmet Şimşek benim yakınım olur” dedikten sonra bir süre bekledi, Sorular sormaya başladı, ben de yanıt verdim hiç üşenmeden…
“Emekli misin, çalışıyor musun?”
“On yedi yıldır emekliyim” dedim.
Beni yan gözle süzüyor, inceliyordu.
“Kaç doğumlusun?” dedi.
“1953” dedim.
“Saçın boya mı peruk mu?” dedi.
“Beyaza boyamayı düşündüm bir zamanlar” dedim.
"Ne zaman emekli oldun?” dedi.
“On yedi yıl oldu” dedim.
Adımı sordu, söyledim. Nereli olduğumu sorup hemen ardından, “Pötürgeli misin?” dedi ben yanıt vermeden.
“Tövbe de” dedim.
“Niye ki?” dedi.
“Evliya Çelebi 'Hasudu Malatya' demiş, ben demiyorum” dedim.
“Ya neresindensin?” dedi.
“Hekimhanlıyım… Hekimhan, Arguvan aydın bölgesi” dedim.
“Benim ayakkabı kutum yok”, “Damadım AKP’li ama AKP’ye oy yok”, “Sen AKP’liye benziyorsun diye cümleleri sıraladı cümleleri. Elini bozkurt işareti yaptı, “Buna oy ver CHP’ye ver ama AKP’ye verme” dedi. Durdu, yine elini bozkurt işareti yaptı ve “Ben buna oy verdim. Mansur Yavaş’a, Alper Taşdelen’e oy verdim ama AKP’ye oy yok!” dedi.
“Kaç dakika oldu bekliyoruz, bu otobüs de nerede kaldı?” diye söylendim.
“Ben şimdi Tayyip’e telefon ederim otobüs gönderir bizi alırlar dedi ve cep telefonunu çıkarıp, “Alo Tayip, biz Süleyman ile güven Parkta durakta bekliyoruz, bir otobüs gönder, bizi alsınlar “ dedi.  Sonra, “Sigaran var mı?” dedi. Sigarayı altı yıl önce bıraktığımı söyledim. İçki de içmezsin öyleyse dedi. İçkiyi de yirmi yıldan fazla süre önce bıraktığımı söyledim.
Yavaşça, “Nerede içtin? Tek başına değilsindir herhalde?” dedim.
“Yok, dört arkadaş emekli Öğretmenler Lokalinde içtik, hesap da ortak” dedi. Oranın müdürünün köylümüz olduğunu söyledim. Kendisi ise şeften, garsonlardan söz etti. Ben de, “onları tanımam, derneğin müdürü bizim köylü” dedim.
Camiden, duadan söz etti, bir sure okudu.
“Sen AKP’lisin mutlaka, rakı da içmezsin” dedi.
“Camiye de gitmem, rakı da içmem” dedim.
Kaç doğumlusun?” dedi.
“1 Kasım 1953" dedim.
Kasım ayı doğumlu olduğumu anlayınca. "Benden küçükmüşsün, ben Mart doğumluyum” dedi. Yine saçıma bakıp söylendi.
“Boyuyorsun mutlaka” dedi.
Biraz dolaşıp yine yanıma geldi.
“Çalışıyor musun, emekli misin?” dedi.
“On yedi yıl oldu emekli olalı” dedim.
“Ben kimim biliyor musun?” dedi. Yanıt beklemeden,  “İkizlerin dedesiyim” dedi. Maliye bakanının damadı ve Batmanlı olduğunu söyledi.
“Şimdi ben Tayyip’e telefon ederim otobüs gönderir bizi alırlar” dedi ve cep telefonunu çıkarıp, “Alo Tayip, beni dinle, biz Süleyman ile güven Parkta durakta bekliyoruz, bir otobüs gönder, bizi alsınlar “ dedi, bana döndü, “Tamam, bizi alacaklar” dedi.
“Kaç doğumlusun?” dedi, ardından, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben ikizlerin dedesiyim” dedikten sonra, “Sen AKP’liye benziyorsun ama sakın oy verme. Vereceksen ya buna ver” elini bozkurt işareti yaptı, “Ya da CHP’ye ver, sakın AKP’ye oy verme dedi.
Yine saçıma bakıp, “Boya mı, peruk mu?” dedi.
“Kendi saçım dedim.
“Yok, yok sen AKP’lisin” dedi
Aradan kırk dakika geçti ve hala belediye otobüsü yok…
Kalkıp minibüs durağına gittim, minibüse bindim. Yolda biraz önceki yaşadıklarımı not ederken üç durak geçtiğimi sonradan fark ettim. İnip karda zorla yürüyerek Veda sokağından inip eve geldim.


5 Şubat 2019 Salı

Elmanın Diğer Yarısı Da Yok…

Elmanın Diğer Yarısı da Yok


Hasan Özerol (1934-31.01.2019), Süleyman Özerol, Zehra Özerol (1933-05.02.2012)

Süleyman ÖZEROL

Babam Hasan Özerol, nüfus kaydına göre 1934 doğumlu ancak iki ya da üç yaş daha büyük olabileceğini söylerdi.
Babası vefat ettiğinde ancak sekiz ya da dokuz yaşındadır. Annesi Satı, kız kardeşi Fatma, kardeşleri Abbas ve Yusuf ile birlikte yaşamaya başladığında aile reisi konumundadır. İlkokulu bitirdiğinde nüfus cüzdanı olmadığından diploma alamamış dolayısıyla köye sınavına da girememiş derken delikanlı olmuş, 1953 yılında Zehra Erol ile evlenmiş, askere gitmiş, yılsonuna doğru ben de olmuşum. Amcalarım vefat ettiğinden üçe düşen nüfus yeniden beşe çıkmış.
Köyde geliri olmadığından pamuk ve portakal işçiliği için bir zaman Adana'ya gidip gelmiş, ancak bir şey anlayamamış. 1959 yılında duvar ustalığına başlamış. Gürgür Dedenin babası Ali Çavuş Emmimin tek gözlü damında otururken alt kat olan evimizi yenilenmiş, 1962'de de üst katı yapmıştı.
Duvar ustaları marangozluk demircilik ve tenekecilik gibi konularda zanaatlarına sürdürürken Ballıkaya ve çevresinde pek çok ev yaptı. Kapı, pencere, şahra, saban, soba, boru, mangal, masa, sandalye ve benzeri alet ve eşyaları da...
Bunları sürdürürken altmışlı yılların ortalarında sigortalı olmak için kaymakamlığa dilekçe vermiş. Kaymakam, “Devlete vergi verecek bir sen mi kaldın?” deyip dilekçesini işleme koymamış.
1960 yılında kız kardeşim Şehriban, 1965 yılında kardeşim Yusuf dünyaya geldi nüfus altıya çıktı.
1966 yılında Akçadağ Öğretmen Okuluna girmem, babam için hem ekonomik rahatlama hem de bir ödünleme olmuştu. 20 yıl önce onun nüfus cüzdanı olmadığından giremediği Köy Enstitüsü’nün devamı olan öğretmen okulunu ben kazanmıştım ve yatılı olarak okudum orada.
1969'da Nazlıhan 1973'te Mustafa dünyaya geldi.
1972'de okulu bitirdim ve öğretmen olarak göreve başladım. 1974 yılında evlendim. Ozan (1975), Gül (1977 ) ve yazar (1983) dünyaya geldi. 1978 yılında kız kardeşim Eylem dünyaya geldi.
Tüm kardeşlerim evlendi, çoluk çocuğa karıştı.
Babam ve annemin yaşları ilerledi, hastalıkları oldu. Babam gözündeki karasu (Glokom) nedeni ile yıllarca günlük ilaç kullandı.
Elimin iş tuttuğu ilkokul yıllarından daha yakın zamana kadar eşim ve çocuklarımla yaz aylarında köyde anne ve babamın yanında olduk evde bahçede tarlada yaylada harmanda kısacası her alanda...
Ebem Dıdının Satı, 11 yıl gözleri görmeden yaşadı ve 1991 yazında doksan yaşın üzerinde aramızdan ayrıldı.
20 yaşlarında şiir yazmaya başlayan babamın şiirlerini 2009 yılında, askerlik günlüklerini de 2017 yılında kitap olarak yayınladım.
Annem de 5 Şubat 2012 günü aramızdan ayrıldı. Babam bir süre kız kardeşim Nazlıhan’ın yanında kaldı.
Kız kardeşim Şehriban’ın eşi Arguvan Çavuş Köyü Muhtarı Vahap Genç, “Ben evde çok durmuyorum, Şehriban’a hem arkadaşlık eder hasan dede, bizde kalsın” dedi ve yanlarına aldılar.
2011-2012 yılına kadar anılarını yazdığı defterini bana vermişti. Buna askerlik günlüklerini de ekleyip ‘Babamın Yazdıkları’ adıyla kitap bütünlüğünde düzenledim. Kasım ayının 10'unda Ankara’ya dönerken hanımla yanına uğradığımızda bunu kendisine anlattım. 75 yıl önce ilkokulu bitirmiş bir köylü olmasına karşın, bir düşünür tavrı ile gülümseyerek, “Desene ölmeyeceğim” dedi.
15 Ocak 2011 tarihinde TRT Avaz'da yayınlanan Anadolu'nun sıcak yüzleri programına, aynı yılın Haziran'ında Türkiyem TV’de, ‘Süleyman Özerol ile Ankara Sohbetleri’ programına katıldı. Bazı şiirleri yazı işleri müdürlüğünü yaptığım Malatya Yorum gazetesinde yayınlandı.”Genç yaşımda göçtüm yalan dünyadan” ve “Neden meyve vermezsiniz kayısılar” şiirleri dikkat çekti.
Bağırsaklarında dönme olmuş, 20 Aralık 2018 günü Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ameliyat oldu. O gün Malatya’ya hareket ettim, ertesi gün bir ameliyat daha… Op. Dr. Ekrem Tuncer ve sağlık görevlilerine ilgilerinden dolayı teşekkür ederim. Ayrıca hep yanında olan kız kardeşim Şehriban’a da…
İki hafta kalıp Ankara'ya döndüm, 4 Ocak’tan itibaren üç haftaya yakın grip ile uğraştım. Birkaç gündür dışarı çıkıyordum ki 31 Ocak 2019 günü babamı rüyamda gördüm. Sırtı dönük olarak uzanmış yatıyor ve hafiften kımıldıyordu. “Acaba kayıp mı ettik?” diye düşünerek Şehriban’ı aradım, durumunun iyi olmadığını söyledi.
Metin Özer’in ‘Bütün Güzellere Dağıttım Seni’ kitabının ve Gülizar Özgür'e yazdığım mektubun kayıtlarının çıktısını almak için Kızılay'a gittim. Kızılay’da Hekimhanlılar Derneğinde akşamüzeri 17.30 sıralarında telefona baktığımda yedi sekiz kişinin aradığını gördüm. Birlikte kahve içtiğimiz Ahmet Turan Karaca’ya “Babamı kaybetmişiz” dedim. Eve döndüm, akşam hanım ile yola çıkıp Malatya'ya geldik. Ertesi gün gelen yakınlarımız oldu. Mezarlık morguna konulan cenazeyi 2 Şubat günü alıp doğduğu yer olan Ballıkaya köyüne götürdük. Karadirek Cem Evinden kaldırılan cenaze köy mezarlığında annem ile dayımın mezarı arasında toprağa verildi.
Cenazeye ve taziyeye Hekimhan ve Arguvan belediye başkanları Hekimhan, Arguvan ve Malatya’dan gelen dostlarımız, arkadaşlarımız, köylülerimiz ve akrabalarımız katıldılar. Katılanları yemek verildikten sonra köyden ayrıldık.
5 Şubat 2012 günü annemi kaybettikten sonra yalnızlık psikolojisinin etkisine girmişti. Bir gün, “Artık yarım elma olduk, elmanın yarısı yok” demişti. Artık elmanın diğer yarısı da yok…
Hz. Ali ne demişti?
“Öldükten sonra yaşamak isterseniz ölmez bir eser bırakınız.”
Babam Hasan Usta hem çiftçiliği, hem ustalığı, hem marangozluğu, hem demirciliği, hem şairliği ve yazarlığı, hem de kültürel tanıklığı ile yaşayacak. Kendi deyimiyle ‘ölmeyecek’...

Hasan Özerol Kimdir?

Doğum 1934, Mezirme, Hekimhan-Malatya, 6-7 yaşlarında babasını yitirir. Çocukluğu, eli silah tutan yetişkin erkeklerin askere alındığı; dolayısıyla tarım, bağ, bahçe işlerinin kadınlar ve çocuklarca yürütüldüğü, İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk gelir.
Yokluk ve yoksulluğunun sürdüğü bu yılları, herkes gibi, ozanın ailesi de en ağır biçimde yaşamak zorunda kalır.
Çocukluğunu yoksullukla geçiren ozan, 1942-43 öğretim yılında başladığı ilkokulu, 1946-47’de bitirir. Okulu bitirinceye dek nüfus cüzdanı olmaz. Köy Enstitü’süne sınavına girmek için nüfus cüzdanı gereklidir. Hekimhan Nüfus Müdürlüğü’ne başvurur. Babası, altı çocuğu geride bırakarak ölmüştür. Nüfusa kaydı bulunamadığı için nüfus kâğıdı da alamaz. Böylece, Köy Enstitüsü sınavına giremeyen ozanın öğretmenlik hayalleri de suya düşer.
Hasan ÖZEROL, birçok işe girer çıkar. 1951’e dek köyünde hizmetkârlık, Malatya bölgesinde amelelik, Arguvan’da ırgatlık yapar, ekin biçer. Bu yılın sonbaharından başlayarak kışları Adana’ya pamuk tarlalarında çalışmaya gider. Bahar gelince de köyüne döner. 1953 yılında evlenir.
Ozan, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin köyleri yola kavuşturmasından dolayı ”Olaylarımız senin olsun Demokrat” dizelerini yazarak şiir serüveninin başladığını söyler. Şiir tutkusunun sürdüğünü anlatırken: “Trende kendi kendime maniler düzüyordum” diyecektir, 1954’te askere giderken.
Askerden sonra köyüne döner. Pamuk tarlalarında çalışmak için, 1960’a kadar Adana’ya beş kez gidip gelir. Daha sonra köyünde çiftçilik yapar, hayvan besler. Bu arada duvar utsallığına, kendi evini yaparak başladığını söyler ozan. Bu tarihten başlayarak 8 çocuğunun geçimini 1985’e değin duvar ustalığı ile karşılar. Bir yandan da 1983’e kadar kavaklık olarak kullandığı araziyi kayısı bahçesine çevirir.
1997 yalında glokom hastalığından dolayı görme yetisini yitirir. Artık görme özürlüdür. Bu olay, ozanın daha yoğun ve düzenli olarak şiire yönelmesine yol açar.
1934 yılında Mezirme’de doğan ozanın şiirleri:“Babamın Şiirleri (Hasan ÖZEROL’un Şiirleri)“ adıyla, oğlu Süleyman Özerol tarafından hazırlanıp düzenlenmiş; Hollanda Twente Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olan torunu Gül Özerol’un katkılarıyla da bastırılmıştır (Rek Tur Matbaası, Malatya Ekim 2009, 152 sayfa). (*)

(*) S. ÖZEROL: Babamın Şiirleri (Hasan Özerol’un Şiirleri ) Rek Tur Matbaası, Malatya 2009

4 Şubat 2019 Pazartesi

Çakırdikenleri Bile Mutluluğunu Gölgeleyemedi

Çakırdikenleri Bile Mutluluğunu Gölgeleyemedi


















Ali ERCAN

Nerden başlamalı? Ne yazmalı bilmem ki?
Malatya ili, Ballıkaya Mahallesi sakinlerinden Hasan Özerol'un vefatını öğrenmiş bulunuyoruz...
Güneşin doğduğu yer olan Mezirme topraklarında nice yitip gidenlerin arasına birini daha uğurluyoruz. Mekânı cennet olsun...
Her bir diktiği taş, oda oda böldüğü duvarlar dâhil yörede börtü böceğinden tutun da herkes ama herkesin bildiği usta Hasan Emmi...
Ne yazılmalı, ne söylenmeli ki? Yitip gidenlere karışan yüreği güzel bir can daha...
Anılar yaşayanı geçmişe sürükler. Ballıkaya'sından Çekibaba'ya savurur, koca ihtişamıyla yıllara meydan okumuş, başını göğe değdirecekmişcesine salınmış, Değirmenönü'nde ki ceviz ağacının dibine konduruverir sizi... 

Bize çocukluğumuzda esin kaynağı olmuş kırmızıya bezeli toprağıyla, yanı başından geçen arktaki suyun sesiyle Dıdı Bibinin, Zehre Bacının, İbrahim Erol ve Hasan Özerol’un, çocuklarının sesi koca heybetiyle ceviz ağacının yapraklarına karışarak göğe yükselirdi...
Geçen zamana inat anılar yumağı içinizi depreştirir. Yoklarsınız, zorlarsınız hafızayı. Kanatırcasına yarayı deşersiniz...
Gün ola harman ola Usta Hasan Emmi!
Daha gece güne değmeden Sarallık'ta, Ecedamı'nda, Delikbaşı'nda, Gamışlıgol'da her bir başağın elindeki orağa gelişinde bildik seni... Ellerine değen çakırdikenleri bile mutluluğunu gölgeleyemedi. Kaysıya vuran Tomuz sıcaklığı sende haşır neşir olur, yitip giderdi bütün bedeninde...
Ya maharetine, ustalığına ne demeli...
Dizi dizi dizdiğin taşlar cennetine yol olsun...
Selam olsun yitip giden yüreği güzel insanlara...

Ennepetal, 2 Şubat 2019 
 



MEĞER GÖNÜL SEVDİĞİNİ ARZULARMIŞ... 


Ali Ercan
Usta Hasan Emminin anısına... 

Uzun yıllardır gidemediğim ama hasretini içten içe yüreğimin yasadığım uçsuz bucaksız yerinde Orta onu tarafı yeşil diyara bürünen köyüm; Ballıkaya Köyü...
Benim geçmişte yaşadıklarım ve yaşananlarıyla birer anılar yumağına dönüşen; su an dünyanın dört bir tarafında yaşayan canlarımızın belleklerinde de yaşıyor. Onları birer gölgeleri gibi Mezirme'nin kucağına düşünceye kadar da takip edecek.
Her metrekaresine ayak basmasak, gezmesek bile Darıderesi’ni, Alacayır Yaylası’nı, Kusbohu’nu, Eşekler Meydanı’nı, Pir Sultan Dağı'nı, Ballıkaya Yaylası’nı, şimdilerde balı akmayan Ballıkaya'sını, mağaralarını, İki Ağızlı’yı, Yusuf Ağa’nın gölünü, Sivrice Tepesi’ni, bahçesinde davula tokmak vurduğum Delikbaşı’nı, Gamışlıgol’u, Ekmekyemez’de Kapıgıran’ın gölünü… Bir zamanlar heybetiyle salınmış kavaklarıyla Garacapuğar’ı, Ecedamları’nı, Karabayır’ı, Ağtarla’ları, Catak’ın, Goğuz’ların, Degirmenöğleri’nin yeşile bürünmüş bahçelerini, Ege’nin puğarından içilen suları, rahmetli Babam Hüseyin Ercan’ın yeşerttiği ve büyük ablam Sevgi Özerol'un emek verdiği on üç kök kayısısıyla Sarallık’ları, Ağılın Önü’nü, Kireçlik’i, Öğeçe’yi, Mercen Puğarı’nı kim unutabilir ki?
Her biri kullanılabilir rengarenk taşları, mertekleri yeni köye taşınıp kullanılan; yaşanmışlıklarıyla, yitikleriyle kalan harabeye dönmüş ama eski demeye dilim varmayan Mezirme'yi… 
Okulunu, hocalarını, öğrencilik yıllarını, Jandarma Karakolunu, dertlere deva Olmuş Sah İbrahim Veli Tekkesi Karadirek’i, yolundan geçenlerin soluklanıp da su içtikleri Agpuğar’ı; keramet ehli, ermiş Vaylög Dede'yi, kaynar kazana elini daldırıp da karıştıran Divane Abidin Dede'yi ve bacısı Satı Özerol'un (Dıdı Bibi) bir arada bulunduğu eski türbeyi… Mezirme'nin kucağında yatan yitikleriyle Mezarlığı… Çukuru, Göcet Deresinin ihtişamını, çift sayfalar heybetiyle köyün karşısında duran Çeki Baba’yı, çok eskilerde yolunu Ağbayır’larda gözlediğimiz Doç minibüs ile otobüsü beklerken toplaşıp da oyunlar oynanan Kös Harmanı’nı, Sağlık Ocağını, Osmanlar’ın kuşatmasındaki Masereyi, Yazır Ovasını, Baspuğar’ı aşıp giden Agbayır’ı, Aşılık’ı, Bozarmıt’ı, Ulupuğar’ı hafızalardan silebilmek mümkün mü?
Üç tarafıyla değişik zamanlarda tozuna, sıcağına aldırmadan yolculuk ettiğimiz; bir tarafı İğdir, Bağırsak Çayı, Salıcık köyünü takiben Hekimhan yolu… 
Bir tarafı Başkavak (Mihail), Palaz, Yağca köyü boyunca giden yol. Diğeriyse Kös Harmanı’nı, modern Ballıkaya’yı, Masereyi, Yazır’ı, Baspugar’ı göz ucuyla “bir daha ne zaman geliriz” düşüncesiyle kayalıkları ve köyü süzerken Agbayır’ı aşıp giden, Aşılık’ı, Bozarmıt’ı, Ceki mezrasını, Alaçayır Yaylasını, Ulupugar’ı, Muroğlar’ı, Guşu’yu, Çavuş’u, Urunun Düzü’yle birleşen tozuyla, âmânı ile Arguvan, Yazıhan, Malatya yolu...
Ne hasretlikler, ne hüzünler, ne sevinçler yasandı doyasıya? Kimler gurbetin hançerini yüreğine saplayarak ayrıldı? Ya yoksulluklarını, dertlerini, isyanlarını, onurlu ve dirençli mücadelelerini haykırarak, yüreğinin orta yerine korlar düşmüş sevdalarını, hasretliklerini geride bırakarak gidenlere ne demeli?
Rahmetli muhabbet aşığı, açar da şarabın tıpasını durur mu? “Yıkıl Ballıkaya yıkıl, ama üstüme gelme” diye Kösharmanı’nda haykıran Sırrı Fırat ağabeyimize ne demeli?

Yazar kervanına katılan gönül
Manasız sözleri yazma ha yazma
Herkesi sev ve kendin de sevil
Sevgiden, saygıdan azma ha azma


Su an elimde bu dörtlüğün bulunduğu, “Babamın Şiirleri” adlı çok değerli bir kitap bulunuyor... Basım yeri-tarihi, Malatya 2009...
Öncelikle yüreği sevgi dolu, ikinci babam diyebileceğim Usta Hasan Özerol’u, şiirlerinin düzenlenmesi, yayımlanması için çaba sarf eden, Emek veren oğlu araştırmacı-gazeteci, yazar, fotoğrafçı, sanatçı, Emekli Öğretmen Süleyman Özerol'u; manevi ve maddi katkılarından dolayı Hollanda Twente Üniversitesi Araştırma Görevlisi, torunu Gül Özerol'u cani yürekten tebrik ediyorum...
Usta Hasan Emmi, askerlik yıllarından itibaren yazdığı şiirlerinde yasadığı amansız dertleri, yoksullukları, sıkıntıları anlatmakla Birlikte inanın ki bizlerin de yaşanmışlıklarını anlatmaktadır.
Hafızalarınızı yeniden yoklamak, anılar yumağınızı birer top çileler haline getirmek isterseniz "tozlanmamış" kitap raflarınıza ekleyin... Geçmişinizi, atalarınızı, "Umutlar Çerağı Yakan Ballıkaya"yı unutmadıysanız, "Güneş Mezirme’den Doğar" ve onun dörtlüklerindeki kelimelerde ayrı bir anlama sahipseniz inanışına, düşüncesine, apayrı bir haz duyacaksınız. Yaşanmışlıklarınız an be an birer film karesi gibi gözlerinizin önüne gelecek...
Yüreğine, emeğine, dimağına sağlık Usta Hasan Emmi! Bizleri uzun ve soluklu bir Mezirme-Ballıkaya yolunda yalnız bırakmadığın için…
Sevgi ve saygı ile bütün canlarımızı kucaklıyorum... 
Yolunuz gün yolu, aydınlık olsun...

Fani Özerol der bu dünya fani
Gün gelir toprağa düşerse teni
Kaybolur ortadan o güzel cani
San ki dersin o bir hayale Benzer


Sevgi, saygı, muhabbetle...

17 Temmuz 2010, Ennepetal
3 Ekim 2010, Ballıkaya

18 Ocak 2019 Cuma

Ebem ve ‘Güllüceli Kazım’

Ebem ve ‘Güllüceli Kazım’

Ebem Satı Özerol’a, kaynanasının lakabından dolayı “Dıdının Satı” derler. Kaynanası çok konuştuğundan “Dıdı” derlermiş…
Ballıkaya ve çevrede becerileri ile tanınırdı. Yün tarar ve eğirir, çeşitli dokumalar yapar, halk hekimliği konularda becerileri olan bir yaşlı idi. Masalları, halk öykülerini, bilmece ve bulmacaları, atasözü ve manileri, ağıtları ve daha pek çok halk kültürü ürünlerini bilirdi.
Ayrıca Vayloğ Dedenin yeğeni, Divana Abidin Dedenin ablası ve Hasan Ustanın (babam) annesi olması itibariyle de tanınır. Haaa… Sonra benim de ebem olduğundan…
Yaşına göre güçlü bir belleğe sahipti. Halk kültürünün her alanında bilgi sahibi olup, köyümüz Ballıkaya’nın sözlü kültürünü yazıya geçmede onun anlatımlarından çok yararlandım. Halk kültürünün her dalında bilgi sahibiydi. 1 Temmuz 1991 tarihinde aramızdan ayrıldığında on yıldır gözleri görmüyordu ve nüfusta 1328, yani 1913 doğumlu görünüyordu. Ancak Balkan savaşından söz ediyordu, demek ki küçük yazılmıştı.
Akçadağ İlk öğretmen Okulu son sınıfa geçtiğimde sıkça, “Okulu bitirip öğretmen çıkarsan beni de yanında götürür müsün?” sorusunu sorardı. Sonra da “Niye götüresin ki benim gibi bir kocayı?” derdi. Ardından da ben daha bir yanıt vermeden kendi kendisine yanıt verirdi.
“Yok, anam yok… Her oturup kalktığımda, ‘Ya Ali!’, ‘Ya İmam Hüseyin!’ ‘Ya Hızır!’derim. Yezit’e lanet! Bazen de Yezit’e lanet okurum, seni öğrenirler, rahat komazlar, sana kötülük ederler” derdi.
‘Ya Ali!’, ‘Ya İmam Hüseyin!’ ‘Ya Hızır!’
Bu söylemler acaba kime zarar verebilirdi ki? Hazreti Ali ve Hüseyin ile Hazreti Hızır’a kim karşı olabilir, peygamberin torununa kastetmiş Yezit’i kim savunabilirdi?
Anlatırdım kendisine düşüncelerimi, ikna olmazdı. “Öyle deme, hep bize kıyım yapmışlar, kaçmışız buralara” derdi. Köyümüzde bulunan Şah İbrahim Ocağı merkezi Karadirek tekkesinin otuzlu yıllarda yıkıldığını, simge olan direğin yakıldığını, daha sonra evlerde cem yapıldığını ve jandarma gelir diye gözcü dikildiğini anlatırdı.
Ebem, davranışlarımızın Alevi oluşumuzu ortaya koyacağını, bundan da zarar göreceğimizi öne sürerken bazı örnekler de veriyordu elbette.
Demek ki birilerine göre Alevilik çok kötü bir şeydi ve ben de o kötülerden biriydim! Yoksa yaşamında okul görmemiş, o sıralarda yetmiş yaşını aşmış, yaşamı köyde geçmiş ebem böyle düşünür müydü?
Bunlar bana hep 1966 yılında Akçadağ İlköğretmen Okulunda okuduğum Güllüceli Kazım adlı romanını anımsatır. Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Hür yayınlarında çıkan cep kitabı bence bu alanda ilk edebi yapıt sayılır.
Çevrede Güllüce’yi bilmeyen yoktur. Bu adı duyan bir kimse ‘Hımm’ demeden edemez. Kitapta bu köyden yetişen bir gencin öğrencilik ve öğretmenlik yaşamı çerçevesinde Alevi Sünni çatışmasının yaratılmasını, bu çatışmaya neden olanları, önyargıları ve diğer konuları anlatır Bahadınlı.
Yıllar sonra Ankara’da Köy Enstitüsü ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nda karşılaştığımız Yusuf Ziya Bahadınlı’ya, “Güllüceli Kazım sizdiniz değil mi?” dediğimde, “Evet” demişti ve çocukluğundan bazı kesitleri anlatmıştı.
Toplumdaki düşünce ve inanç çeşitliliğini, bir arada yaşamanın bir zenginlik olduğunu düşünmeyip, bölerek ve bundan çıkar sağlayanların günümüzde de varlığını kim yadsıyabilir ki…

Malatya SÖZ: 07 Ocak 2019 - Pazartesi