28 Mart 2017 Salı

İnsanı Merkez Almak...

İnsanı Merkez Almak...

Süleyman ÖZEROL

Haberlerimizde olsun, yorumlarımızda olsun, köşe yazılarımızda olsun, kentimizin sorunlarına, değerlerine, güzelliklerine ne ölçüde yaklaştığımız kamuoyunun gözleri önünde. Malatya Yorum’un Haziran 1998-Mayıs 1999 döneminde kentimizin sorunlarına ilişkin bazı başlıklardan oluşan ve Temmuz ayı boyunca dört hafta bu köşede yer alan “Malatya Yorum’un İçinden” tarama çalışmamızı bunun en belirgin örneği olarak sizlere sunduk.
“Yöneticiler Duyarsız”, “Toplum Kuruluşları Duyarsız” “Kamuoyu da Duyarsız” gibi yorum-haberlerimiz duyarsızlığı etkiler gibi olduysa da valiliğimizin dışında pek de duyarlılık gösteren olmadı diyebilirim.
Halkımızın sorunlarından oluşan, özellikle de eski belediye yönetimine yöneltilen sorulardan oluşan “Vatandaş Soruyor” başlıklı yazımın 4 ağustos 1999 tarihli 131. sayımızda yayınlanması üzerine Malatya Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğünden “Belediyeye Yönelik Sorular” konulu yazılı bir açıklama geldi. Kamuoyunu bilgilendirmek ve okurlarımızın görüşlerine açmak amacıyla açıklamayı geçen hafta bu köşede olduğu gibi taktirlerinize sunduk.
Belediyemizin bu ciddi ve olumlu duyarlılığını memnuniyetle karşıladığımızı önemle belirtmek istiyorum. Çünkü özellikle daha önceki belediye yönetiminin kentimizin sorunlarıyla ilgili yayınlarımız karşısındaki vurdumduymazlığı unutulmayacak derecede belleklerimizde. Ne Kuzey Çevre Yolunu gösterebildiler, ne Arıtma Tesisi konusuna yaklaştılar. Bunlar birer örnek. Ha bire yapay güzellikler üzerine ağırlık vererek “görünen bir hizmet” sergilemeye çalıştılar. Yeni belediye yönetiminin de ileride aynı tutumu sergilediğinde aynı tavır içinde hareket edeceğimiz kuşkusuz...
Geçen haftaki yazımızdan (Baca ve Hoşafın Suyu) bir cümleyi aktarmak istiyorum:
“İnsanı merkez almayan hiçbir düşünce, hiçbir yönetim, hiç bir devlet halkın gözünde kabul görmez.”
Bunu bir kez daha yinelerken “İnanı merkez almak” deyimi üzerinde de durmak istiyorum. Belki de birçok okurumuz “Baca” ve “Hoşaf”a dikkatlerini yoğunlaştırmışlardır. Oysa insanı merkez almak deyimi ile anlatmak istediğim şuydu: İnsanı, çevresiyle birlikte, çağdaş-evrensel-demokratik değerlerle birlikte merkez almak...
İnsanı merkez aldığınızda, yaşadığımız dünyanın daha iyi yaşanır bir duruma geleceğine, bir iç rahatlığı duyacağımıza inancımı belirtmek istiyorum. Her ne kadar “Çağdaş insan, öğüt dinlemeyen insan” olsa da bilinen ve yadsınamayacak bir gerçeği den ayrıca vurgulamak istiyorum. Birey olmanın ve yurttaşlık bilincinin yanı sıra, yerel yönetimlerin taşıdıkları sorumluluğun bilincinde olması, yaşadığımız yerin daha iyi yaşanır bir duruma getirilmesi en önemli etkendir. Merkezi yönetimin katkılarıyla, vatandaşların da bilinçliliğiyle bu etken güç kazanacaktır.
Belediyemiz yetkililerine duyarlılıklarından dolayı teşekkür eder, duyarlılıklarının sürekli olmasını dilerim. Daha başka yönetimlerin ve toplum kuruluşlarının, bireylerin de duyarlılıklarını göstermelerini... “Malatya’yı birlikte kucaklayalım, Malatya’yı birlikte yorumlayalım” ilkemize katılmalarını bekleriz. *


* Malatya Yorum Gazetesinde  ( 25 Mayıs 1999) yayınlandı. Ancak yirmi yıla yakın zaman geçse de güncellik devam ettiğinden paylaşmak istedim.

26 Mart 2017 Pazar

Siyasi Partilerin Önüne Geçmek...

Siyasi Partilerin Önüne Geçmek...

Süleyman ÖZEROL

Ülkemizde demokratikleşmenin önde gelen toplumsal gruplarından sivil toplum örgütleri olduğu gerçeğinden hareketle bazı konulara değinmek istiyorum.
Siyasi partiler tüzük ve programlarıyla, iktidar olduklarında da kurum ve kuruluşları işletmeleriyle ülkenin yönetiminde söz sahibi olan örgütlerdir.
Ülkemizde 2016 itibariyle 90’ın üzerinde siyasi parti olduğu bilinir. Bu ne demektir? Ülkemizin yönetiminden memnun olmayanların çok olması demektir. Çünkü var olan partiler sorunları çözemediğinden yeni partilere gereksinim duyulmuştur. Acaba öyle midir? Gerçek anlamda durum bundan kaynaklanır. Ancak başka bir durum, benliğin (ego) ortaya konulmasının göstergesidir.
Siyasi partilerin gerçek anlamda ülkedeki ulusları, ülkenin her yöresini kucaklayan bir yapıda olması, yani her kesime hitap etmesi o partinin demokratiklik göstergesidir. Ancak ülkemizdeki partilerin konumuna baktığımızda ülke sorunlarını çözmekten çok; büyük bölümünün dinsel, ırksal, bölgesel ve yöresel söylem ve tutumlar ile hareket ettiğini, dolayısıyla işlevlerini yerine getiremediğini görüyoruz. Üstelik kullandıkları tutum ve söylemlerde toplumu kucaklama yerine kin ve nefret duyguları uyandırma, ayrıştırma ve ötekileştirmeyi de görüyoruz.
Her ne kadar ülkenin yönetiminde siyasi partiler yetkili olsa da sivil toplum örgütleri demokrasilerde önemli öğelerdir. “Devletin gücünün yetmediği konularda araştırma, tesis ve hizmet sağlayarak devlet işlerindeki açığı kapatmakla görevli kuruluşlar” olarak tanımlanan sivil toplum örgütleri: gönüllü kuruluşlar olarak, bağışlar veya üyelik ödemeleriyle varlığını sürdüren, kar amacı gütmeyen, amaçları doğrultusunda üyelerini ikna etmeye çalışan, yön veren, devletin boşluklarını doldurmaya çalışan örgütlerdir. Oda, sendika, vakıf ve dernekler sivil toplum örgütleri olarak kabul edilir.
Yöre, meslek, yardımlaşma, dayanışama, eğitim, sağlık ve benzeri konularda ortak düşüncede olan gönüllü yurttaşlar sivil toplum örgütlerinde bir araya gelirler. Sivil toplum örgütlerinin siyasi partilerin yetersizliği karşısında onların önüne geçerek işlevlerini üstlenmeye çalışması ülkemizin belirgin bir gerçeğidir. Özellikle emek, yurttaşlık bilinci, insan hayvan ve doğa hakları, eşitlik, adalet ve benzeri kavramlar doğrultusunda kurulmuş olan sol siyasi düşünceyi taşıyan dernekler; okuyan, araştıran, eleştiren, aydınlanma ve bilimselliğe inanan, evrenselliğe değer veren yapılarından dolayı öne çıkmaktadırlar. Ülkemizin gidişatına ışık tutmak, hukukun üstünlüğüne, laik düşüncenin önemine, uluslar arası hak ve özgürlüklerin evrenselliğine inanarak hareket etme özelliklerinden dolayı sağ tutucu iktidarlar ve yurttaşlar tarafından hep potansiyel suçlu addedilmişlerdir.
Sağ tutucu kesim özellikle din, dil, ırk gibi konuları söylem ve tutumlarında kullanarak uluslararası sermayenin çıkarına hareket etmek konumuna düşmüşlerdir. Ülkemizde yaşayanları insan ve yurttaş olarak değil de; “benim dinimden”, “benim ulusumdan”, “benim dilimden” gibi yaklaşımları ister istemez tutucu ve gerici yapılarını ortaya koymaktadır. Bilim ve teknolojiden çok soyut kavramların üzerine bina yapmaya çalıştıkları için de okumayan, araştırmayan, eleştirmeyen, özgür iradesi ile hareket etmeyen yığınlar tarafından kabul görürler.
Akıl ve bilim yerine dogmatik düşünce ile hareket eden insanlar her zaman saldırganlık, küfür etme, linç girişimi, katliam ve benzeri olumsuz davranışlar sergilerler. Bu davranışlar kendilerine göre ise “en olumlu” davranışlardır.
Siyasilerin üst üste hatalarının, çıkmazlarının arttığı dönemlerde sivil toplum örgütlerinin eleştiri ve çözüm önerileri ile öne çıktığı gerçeği ülkemizin gerçeğidir. Bunlara tahammül edememek de bir başka gerçeğimiz.


Ankara, 25 Mart 2017

9 Mart 2017 Perşembe

Dünya Emekçi Kadınlar Gününde İki Etkinlik

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜNDE İKİ ETKİNLİK

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde iki etkinliğe katıldım. Bu etkinlikle ilgili izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Dünya Emekçi Kadınlar Gününde MASTÖB’te Toplantı ve Anma


Malatya Sivil toplum Örgütleri Birliğinde kadın kolu ve gençlik kolu, 8 Mart 2017 günü saat 13.00’de Dünya Emekçi Kadınlar Günü anması ile birlikte toplantısını Sağlık Mah. Süleyman Sırrı Cad. 17/12, Kızılay, Ankara adresindeki dernek binasında yaptı.
Genel Sekreter Mustafa Namık Güzeler, etkinliklerin artırılması, yeni çalışma ortamları yaratılması, kolların ortak çalışmalar yapması konusunu dile getirdi.
Başkan Kamil Göksu da açıklamalarda bulundu ve Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutladı.
“MASTÖB olarak bir ili temsil ediyoruz. Malatyaspor’un yönetimi önemli bir konu. Arsamızı aldık ve yapılandırmaya çalışıyoruz. Avrupa birliği projelerimiz var. Kamuoyunda yer almak için sosyal medyayı kullanarak basın duyuruları yapalım. Kadın kolu ve gençlik kolu olarak birlikte hareket edelim, işbirliği yapalım.
Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlarım…"
Araştırmacı-Yazar Süleyman Özerol, 1999 yılında yayınladığı ilk kitabım “Televizyonu Nasıl Buldum” adlı anı-öykü kitabını bulunanlara armağan etti.
Sivas Divriği Ödek köyünden Çankaya Belediyesi THM sanatçısı İlayda Aydoğdu, Süleyman Özerol’un bağlaması eşliğinde türküler söyledi, bulunanlar da eşlik ettiler.

Galeri Kara’da “Kırık Siyah”

Sanatçı Kadınlar Derneği Kırık siyah adıyla bir resim sergisi düzenledi. 8 Mart 2017 günü Çankaya Belediyesi Galeri Kara’da saat 18.30’da açılış kokteyli yapılan sergide Arzu Kızıltuğ, Asuman İnceyan, Aydan Özbalkan, Aysel Demli, Ayşe Kürklü, Ayşe Öztürk, Başak Acar, Canan Töreli, Hale Metin, Leyla Coşkun, Mine Koç, Nejla Tuğcu, Oya Başay, Sabriye Biler, Selin Cakova, Sinem Öney, Sultan Kelecioğlu, Şebnem Müderrisoğlu, Şengül Bekmez, Şükran Ersoy, Yaprak Kurtoğlu, Yasemin Coşkun’un siyah beyaz resimleri yer aldı.
Açış konuşmasından önce görüştüğüm Başkan Şükran Ersoy, “Neden tüm resimler siyah-beyaz?” sorumu şöyle açıkladı. “Az çok açıklık getirdik gazetede. ‘Kırık Siyah’ adıyla da kırıklığı, ezikliği, burukluğu dile getirmeye çalıştık.
Kaza geçirmiş ve bacağı kırılmış olan Şükran Ersoy, “Kaza nedeniyle gelemeyeceğimi düşündüm ama yine de geldim” dedi, katılanlara teşekkür etti.
“Sanatçı Kadınlar Derneği olarak 8 Mart Dünya Kadınlar günü kapsamında hem sergi açtık, hem Nevide Gökaydın ve Zafer Gençaydın’ı onurlandırdık, hem de gazetemizin ilk sayısını sunduk”
Konuşmanın ardından Türk sanatına ve sanat eğitimine katkılarından dolayı Nevide Gökaydın (1923-17 Şubat 2017) ve Prof. Dr. Zafer Gençaydın’a onurlukları sunuldu. Yakın zamanda aramızdan ayrılan Nevide Gökaydın’ın onurluğu kızı Ayşe Önder’e sunuldu.
Prof. Dr. Zafer Gençaydın onurluğunu alınca kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasında şunları dile getirdi.
"Nevide Gökaydın’a ‘Atmaca’ derdik. Onun bizde damgası var. Başsağlığı diliyor, saygıyla anıyorum.
Sanatçı kadınlara onurluklarından dolayı teşekkür ediyorum.
Ülkemizi ve dünyamızı kurtarırlarsa kadınlar kurtaracaklardır.
Kadın eve hapsedildi.
Kadınlar ile sanatçıların kaderi ortak…
Sanatçını pabucu dama atıldı.
Özellikle belirtmek istiyorum; kadının erkekle eşitliğine inanmayan bir yönetim var."
Sergide ressamlardan Zafer Gençaydın ile birlikte Cebrail Ötgün ve Cezmi Orhan da bulundular.

Sergi 8-18 Mart tarihleri arasında görülebilir.

8 Mart 2017 Çarşamba

"Herifimi Öldüreceksin Gaymakam Beg!"

"Herifimi Öldüreceksin Gaymakam Beg!"


Yıllar önce kadınlar özgürlük ve hakları uğruna canı pahasına mücadele ederken, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olayı ortaya çıkarken ve her yıl anılırken; günümüzde ülkemizde hala kadınların aşağılandığı, eve hapsedilmek istendiği, dinsel söylemlerle horlandığı gerçeği ile birlikte hep bir film karesi aklıma gelir...
"Kardan yolları kapanmış bir kasabada yeni atanan kaymakamın yolunu dört gözle bekleyen kasabalılara kendini kaymakam olarak tanıtan akıl hastanesinden kaçmış bir adamın yollar açılmadan evvel kasabadaki tüm yolsuzlukları, düzensizlikleri ve ahlaksızlıkları düzletme çabasını izleriz."
Nerede mi? Cevat Fehmi Başkut'un "Buzlar Çözülmeden" adlı oyununda bir Anadolu köyünde...
1965 yılında Fikret Hakan ve Selda Alkor'un baş rollerini oynadığı filme alınan yapıtta eşi sırtında çalı şeleği ile giderken adam eşeğe binmiştir ve bunu gören "Deli Kaymakam" iyice dellenir, cipten indiği gibi adamın üzerine çullanır, vuru da vurur. Kadın ise şeleği atar, "herifimi öldüreceksin gaymakam beg" diyerek kaymakama saldırır...
Hani "dövse de yeridir", "eri ya", "erkek dediğin döver de sever de", "kadın el artığı gibidir, boş ol dersin boşarsın ya"...
Çula çaputa bürünmesini, evde çocuk yapmakla mükellef olmasını isteyenlerin, ikinci sınıf insan sayan insanlıktan yoksunların dünyasında kadının yeri yok.
Kadın hala, "Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" olarak düşünülen...
Ancak kadın, toplumda en önde olması gereken. Kadın, toplumun bel kemiği. Bir düşünürün dediği gibi, "Uygarlığın yaratıcısı..."
"Analardır adam eder adamı..."
Saygı ve sevgiyle...

Ankara, 8 Mart 2017

6 Mart 2017 Pazartesi

Değişmek İstemeyen Adam

DEĞİŞMEK İSTEMEYEN ADAM

Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci

Belediye otobüsüne elinde bastonu, başında külahı, kamburlaşmış, sakallı, kısa boylu bir adam bindi. Orta yerlerde oturan orta yaşlı birisinin yanına oturdu. Oturur oturmaz da yüksek sesle konuşmaya başladı yanındakiyle. Çın çın ediyordu sesi otobüsün içinde. O yaşına karşın güçlü ama anlaşılmaz bir sesle konuşuyor, bazen Kürtçe de katıyordu. Yanındaki adam ise oldukça yavaş sesle konuşuyor, arada bir yaşlı adamı onaylarcasına başını sallıyordu…
Bir süre sonra yolculardan bir bayan:
– Amca, biraz yavaş konuşur musunuz? Dedi.
Adam, konuşma hürriyetinin yanında başka hürriyetlerinin de kısıtlandığını düşünüyor olmalı ki, sesini iyice yükseltti:
– Sesimizi de mi keseceksiniz? Dedi, “de”nin üstüne basa basa.
Yolculardan bir başkası:
– Amca, hoca hanım doğru söylüyor. Biraz yavaş konuşursanız iyi olacak, dedi kibarca.
Adamın sözü biter bitmez seslendim;
– Aman amca bey, hiç değişmeyesin. En iyisi konuşmana devam et, dedim.
Adam sesini daha da yükseltti:
– Bu yaştan sonra ne değişeceğiz? Dedi.
– Aman amca bey, aman hiç değişmeyesin, dedim yeniden.
Sesini yavaşlatan adam yanındakiyle konuşmasını son durağa kadar sürdürdü. Ancak çın çın eden sesiyle değil…
“Değişmek istemeyen adam” diye düşündüm. Değişmek istemeyen adam… Demek ki adam halinden memnun ki değişmek istemiyor. Öyleyse, kendine göre davranışları oldukça olağan. Belki de adam içini boşaltıyor.
Hangi nedenle olursa olsun “değişmek isteyen adam” tipi çevresindekilerden tepki görmüştü. Çünkü değiştirmek istemediği davranışlarıyla onları rahatsız etmişti. Rahatsız etmesi bir yana, adamın değişmek istememesi, kendisiyle çelişik bir durum. “Yaşlı insan-okullu değilse bile-yaşam okulunun etkisiyle yaşam kültürü ve deneyimler edinmiş olmalı, ağır başlı, daha olgun olmalı” diye düşünüyoruz…
Adamın sesini özellikle yükseltmesinin bir başka boyutu daha var: karşıcılık! Ne demişti adam?
“Sesimizi de mi keseceksiniz?
Oysa sesini kesmek isteyen kimse yoktu onun. Demek ki adam “sesimizi de mi” derken başka şeylerden de yoksun bırakılmışlığını ifade ediyordu belki de. Kesin olarak bilemiyoruz ama şunlara dikkat çekmek isterim:
Adam; bir kadın tarafından uyarılmaya karşı.
Adam; değişmeye, yeniliğe, yenileşmeye karşı.
Adam; bilime, tekniğe ve sanata karşı…
Adam; eğitim çağdaşlık ve demokrasiye karşı.
Kısacası adam, “adam olmaya” karşı.
Yani insan’a…
Adamın zamanında değişmesi gerekirdi.


Malatya Yorum Gazetesi, 23 Haziran 1998 
(11 Ekim 1994 tarihinde yaşanmıştır)