28 Mayıs 2018 Pazartesi

‘En Üst Kimlik Malatya’

‘En Üst Kimlik Malatya’ 
Ankara Malatyalılar Derneği Başkanı Battal Yıldız'ın Ankara milletvekili adayı olmak üzere istifası sonucunda yönetim kurulu başkanlığa seçilen Süleyman Bilgili birlik beraberlik çağrısı yaptı. ‘En Üst Kimlik Malatya’ diyen Bilgili, Malatyalıların Ankara’da sesi soluğu olan Ankara Malatyalılar Derneği Ankara’da bulunan bütün derneklere birlik beraberlik içinde olacaklarını ve Malatya üst kimliğini en üst seviyeye çıkarmak için çalışacaklarını belirtti. Ankara Malatyalılar Derneği Başkanı Süleyman Bilgili, dernek müdürü Yusuf Gül ve yönetim kurulu birlik beraberliğin önemine vurgu yaparak ‘Malatya ortak sevdamız’ diyorlar. 

İşte dernek başkanı Süleyman Bilgili'nin yapmış olduğu yazılı basın açıklaması… 

Değerli Hemşerilerim, 
Ankara Malatyalılar Derneği Başkanımız Sayın Battal Yıldız beyin Ankara milletvekili adayı olmak üzere istifası sonucunda yönetim kurulu başkanlığa seçilmiş bulunmaktayım.
Ankara Malatyalılar Derneği bir üst çatı derneği olup, Ankara’da yaşayan Malatyalı hemşerilerimizin kurmuş olduğu 20’nin üzerindeki köy ve ilçe derneklerinin bir araya gelip oluşturduğu bir dernek olup, “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” düşüncesi ile hareket etmektedir.
Ankara’da bulunan yaklaşık 80.000 malatyalı hemşerilerimize ulaşmaya çalışarak aralarında köprü olmaya, iyi günde kötü günde birlikte olup Malatya Kültürünü Ankara’da yaşatmaya çalışıyoruz.
Malatya’nın sesi olup yola çıkan tüm yönetim kurulu üyelerimizle dernek başkanlarımızla, gençlik temsilcilerimizle, kadın kollarımızla aynı anlayışta yolumuza devam edeceğiz.
Ankara’da olan tüm kurumlarla hemşeri dernekleri ile diğer derneklerle iyi ilişkiler kuracağız.
Her alanda güçlü olacağız.
Bürokraside, ticarette, eğitimde, sağlıkta, sporda…
Kısaca her alanda sizlere layık olmaya çalışacağız.
Malatya'mızın bir arada yaşama kültürünün yüzü olup hoşgörü ve kardeşlik duygularımızı yaşatmaya devam edeceğiz.
Ankara Malatyalılar Derneği, ilke olarak şimdiye kadar bir birliktelik sağlamış ‘En Üst Kimlik Malatya’ sloganıyla hareket ederek bundan sonra da yeni bir rehber aramayarak siyasi ve şahsi çıkarların dışında kalmak üzere siz hemşerilerimizle beraber olmak istiyoruz.
Bir önceki dönemlerde görev yapan Sayın Yakup Demir ve ekibine, görevi teslim aldığım Sayın Battal Yıldız başkanımıza, dernek başkanlarımıza, kadın kollarına, gençlik kollarına ve dernek müdürümüze, siz değerli hemşerilerime teşekkür ederek, sizlerle yola devam etmekten onur duyacağımı bildiririm.
Başarının doyumu yoktur, başarısızlığın bahanesi olamaz…

Süleyman BİLGİLİ
Ankara Malatyalılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

17 Mayıs 2018 Perşembe

Malatya ve Malatyalılık

Malatya ve Malatyalılık











1999 yılında Kızım Gül Endüstri Mühendisliğini, 2000 yılında büyük oğlum Ozan Makine Mühendisliğini bitirdiğinde ODTÜ'de iki bitirme törenine katılmıştım. Uzun zamandır da gitmemiştim. 9 Mayıs 2018 günü ODÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aysıt Tansel Av. Ömer Erdoğan ile beni öğle yemeğine davet etmişti. Kızılay’da Güven Park’ta buluştuk ve minibüs ile yola koyulduk. Konu Malatya’dan açılınca Ömer Erdoğan, Malatyalının her devirde güçlüden yana olduğunu, bilim, eğitim, liyakat gibi değerlerin göz ardı edildiğini söyledi.
Belki bu değerlendirme çok basit gibi görülebilir. Ancak gerçeklik payını çok yüksek oluşunu unutmamak gerek…
Malatya bir zamanlar ülkemizde pek çok konuda önde gelen bir il idi. bugün bunu göremiyoruz…
2017 yılına ait bazı verilere göz attığımızda şunlar çıkıyor karşımıza.
Gelişmişlik yönünde 81 il içinde 53. sırada…
Eğitimde 34. sırada…
Yaşanabilir kentler sıralamasında ön sıralarda yok…
Ekonomide sıralamasında ön sıralarda yok…
Kültür sanat alanında sıralamasında ön sıralarda yok…
Sağlık ağırlığında sıralamasında (TÖTM’ne karşın) ön sıralarda yok…
Ve daha başka birçok toplumsal konuda ön sıralarda yok…
Bir şey var; kayısı üretiminde ilk sırada…
Ülke pazarında 20-60 TL arasında fiyat bulan kayısı üreticiden beş on liraya alınırken de ilk sırada…
Malatya’da Malatyalılar Derneği neden kurulmuştu? Raşit Kısacık ve Erdal Karabağ başta olmak üzere diğer arkadaşlara da sormak gerek…
Yetmişlerin ikinci yarısında, 12 Eylül döneminde ve sonrasında ülkede yaşanan olaylar Malatya’da da yaşandı. Özellikle devlet destekli bazı siyasi grupların baskıları sonucu Malatya, Malatya olmaktan çıktı. Binlerce yıldır Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’yu Orta ve kuzey Anadolu’ya bağlayan geçit noktasında bulunan Malatya hem olaylardan hem de göçlerden nasibini aldı. Özellikle kent merkezi göçlerle gerici, tutucu bir yapı kazandı.
Turgut Özal’ın zamanında T.Ceza Yasasının 141-142 ve 163. maddeleri kaldırıldığında var olan gerici yapılanma palazlanırken 141 ve 142. Maddeler başka maddeler ya da yasalarla etkisini sürdürdü. Yetmedi OHAL ya da başka yollar denendi.
Abdi İpekçi ve Ümit Kaftancığoğlu’ndan Necip Hablemitoğlu’na, Eşref Bitlis ve Uğur Mumcu’dan Ali Gaffar Okkan ve Behçet Oktay’a kadar pek çok beyin takımı katliamlarla yok edildi. Hala failleri bulunamayan katliamların üstü topraklandı. Yetmedi toplu katliamlar gerçekleştirildi. Daha da yetmedi ülkenin Para her şeyden üstün tutularak din siyaset ve ticarete alet edilerek ve siyasi erk kullanılarak kilit noktaları ele geçirildi ve istedikleri oldu. Demokratik uygulamaların, bilim, eğitim, kültür, sanatın yerine dinsel uygulamaların önü açıldı. Bununla birlikte ayrıştırma hızla yayıldı…
Başka siyasi görüşten olanlar zürriyetsiz, cibilliyetsiz, çöplük gibi görülerek; halka çeşitli söylemlerle hakaret edilerek kin, nefret ve ayrıştırma politikaları geliştirildi. Bir zamanlar “Tükürük Edebiyatı” yapılan Malatya da bütün bunlara ayak uydurmakta geç kalmadı. Gerçi Malatya’da Malatyalılık da kalmadı ya…
Demek ki Ömer Erdoğan’ın değerlendirmesindeki gerçekçilik payı oldukça yüksekmiş…
Belki de Malatyalı bu; Evliya Çelebi'nin Malatyalısı...
Ne demişti Evliya Çelebi?
‘Hasudu Malatya…’
Dileriz bunlar yeniden olmaz…


(Malatya Söz Gazetesi, 11 Mayıs 2018)

1 Mayıs 2018 Salı

Bin Dokuz Yüz Yetmiş Yedi/Unutulmaz Yılın Adı

Bin Dokuz Yüz Yetmiş Yedi/Unutulmaz Yılın Adı

1977 yılında yaşamımda önemli dönüm noktalarını oluşturan bazı olayları yaşadım. Ortaokulun ilkokulumuza taşınması, kızım Gül’ün doğumu, 1 Mayıs kutlamaları, 5 Haziran seçimleri, Malatya’da saldırıya uğramam bunlardan bazılarıdır.
1976-1977 öğretim yılının ikinci yarısında ortaokulun öğrenim gördüğü eski ilkokul binasına çürük raporu verilince ortaokul bizim binaya taşındı. Ortaokul öğrencilerinin bizim binada derse başlaması ile ikili öğretime geçtik. Araç gereç odamız ortaokulun müdür odası oldu. Araş gereçler de beslenme odasına taşındı. Kıbrıs Çıkartmasından itibaren süttozu ve diğer yiyecek yardımları kesildiğinden beslenme odası kullanılmıyordu. Öğretmen odamız yoktu. İki müdür odasını da ortaklaşa öğretmen odası olarak kullanıyorduk. Ortaokulda, ilkin fen bilgisi olmak üzere birçok derse ücretli olarak girdim.
Kardeşim Yusuf yanımızda kalıyor, ortaokulda okuyordu. Ahmet Özbay’ın oğlu Özgür, Halil Özbay’ın kızı Dilek ve bizim Ozan bazen bir araya gelip oynuyorlardı. Çoğunlukla Yusuf onlara göz kulak oluyordu. Bahar mevsimiyle birlikte kır gezilerine gitmeye başladık. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını hazırlıkları da sürüyordu. 22 Nisan 1977 günü bir kızımız dünyaya geldi. Bu zamanlar Urfa’nın gül mevsimi olduğundan adını Gül koyduk.
Âşık Emekçi’nin bir kaseti çıkmıştı. Kasette ‘Ali Haydar’, ‘Maden Ocağı’, ‘Ali Emmi’, ‘On Sekiz Mayısı Unutmam’ gibi türküler vardı. Âşık Emekçi’nin sesi de çok güzeldi. Bu kasetten yirmi yıl sonra yine kaset yaptığında hala da güzel olduğu görülüyordu. Hele de, “Çiçekleri sevdirmezler-Ağla Kızılırmak ağla” türküsündeki cura sesi, içimden çıngıların çıkmasına neden olan bir sestir. Aynı yıllarda Şivan ve Şiyar da Kürtçe kasetler yapmışlar ve bunlar gizli gizli yayılmaktaydı. Kürtçeden hiç anlamama karşın, müzikleri beni çok etkiliyordu. Uzun havalardaki keman ve kaval sesleri daha başka bir etkiliyordu.
Zaman zaman arkadaşlarla bir araya gelip çalıp çağırmalarımız olmuyor değildi. Ancak dinlemek ayrı bir olaydı. Bir yandan Bağdat Radyosunun Türkmence Kısmını dinlerken bir yandan da Malatya’da yayın yapan Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesi Eğitim Radyosunu dinliyordum. Bu radyolardan bazı türküleri de kasete alıyordum. 1974 ya da 1975 yılında kaydettiğim Kerkük türküleri kaseti var hala…
Derken 1 Mayıs işçilerin, emekçilerin bayramı geldi. İstanbul Taksim Meydanında kırktan fazla insan can verdi, yüzlerce hatta binlerce insan yaralandı. Halen o olayın psikolojik etkisini taşıyanların ifadelerine tanık oluyoruz. Ne olmuştu da işçi bayramı kan gölüne çevrilmişti? Ne olacaktı ki? Birileri ortalığı bulandırıp balık avlamak istiyorlardı! Zaten bu balık avı uzun süreden beri sürüyordu ya…
Ruhi Su, “Sabahın bir sahibi var” adlı kasetinde sözü ve müziği kendisine ait olan “Şişli Meydanında Üç Kız” türküsü ile 1977 yılının 1 Mayısını anlatır.

Şişli Meydanı'nda üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar


Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bir Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün, sorarlar 

Bağlantı

Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı'na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün, sorarlar
Bağlantı 

Al gözlerim seyir eyle
Birin bırak, birin söyle
Bu yeryüzü ilk kez böyle
Bir İstanbul görüyordu
Kucaklayıp sarıyordu
Bağlantı 

Süleyman ÖZEROL:
Anıya Benzer, s.147 (Basılmamış kitaplarımdan)

21 Nisan 2018 Cumartesi

Hekimhan Dergisi Süleyman Özerol’un Başarısı

Hekimhan Dergisi Süleyman Özerol’un Başarısı 














Üç ayda bir yayınlanan; kültür, sanat ve edebiyat ağırlıklı Hekimhan dergisinin ilk sayısı Kış 2018'den sonra, Bahar 2018 sayısı da yayınlandı. 
Araştırmacı yazar Süleyman Özerol zor olan bir işi daha başardı. 
‘Arguvan Türküleri’ kitabından sonra toplumun dikkatine sunulan kültür ve sanat ağırlıklı bu dergi her yönüyle Hekimhan kokuyor.
Ben Hekimhan deyince hekimlerin uğrak yeri ve durağı olarak düşünmeden edemiyorum. Bu durakta yaşayan tarih, kültür ve sanatın işlenişi bu dergide usumuzda yeni ufuklar açarken bir bakıma Hekimhan’dan uzakta yaşayanların sıla hasretine bir nebze olsun derman olmaktadır.
Hekimhan dergisi çok emekle ortaya çıkarılmış bir dergiden ziyade tarihe not düşen bir yapıt olarak yayın hayatındadır. Bunu ileri yıllara taşımak için Süleyman Özerol’un tek başına büyük gayret gösterdiğini biliyorum.
Süleyman Özerol anlatılanları, bildiklerini, öğrendiklerini kaydetmeyi alışkanlık haline getirmiş, hatta daha ileri giderek bunu kendisine bir prensip edinmiştir. Süleyman Özerol’un bu prensibi benim için doğruyu söylemek gerekirse yol gösterici olmuştur.
Sıcakkanlı insanların yurdu olan Hekimhan’ın adını taşıyan bu derginin yaşaması birçok konunun kayıt altına alınması, belgelenmesi, geleceğe taşınması bakımından önem taşımaktadır.
Kısaca söylemek gerekirse Hekimhan dergisinin yaşaması ve ileri yıllara ulaşması için Hekimhanlıların Süleyman Özerol’a destek olmaları, üzerindeki ağır yükü paylaşmaları gerekmektedir. Ben yalnız başına da olsa Süleyman Özerol’un bunu başaracağına yürekten inanıyorum. 
Zülfikar SEZEN
Ankara, 21 Nisan 2018

Zülfukar Sezen ile 2001 yılında Ankara'ya geldikten itibaren basın alanında en çok birlikte hareket ettiğim bir ağabeyim olarak iletişimim halken sürüyor. Hakkında, 2016 yılında 'ZÜLFUKAR SEZEN/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından' adıyla bir de kitap yayınladım.
Sayın Zülfukar Sezen, Arguvan Türküleri kitabımız hakkında olduğu gibi sahibi ve yazı işleri müdürlüğünü yaptığım HEKİMHAN dergisi ile ilgili de bir yazı yazmış. Teşekkür ediyor, saygılar sunuyor ve yazısını sizlerle paylaşıyorum.

Süleyman ÖZEROL
HEKİMHAN Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü

16 Nisan 2018 Pazartesi

Okulumuzu Yok Ettiniz, Sevinin!

Okulumuzu Yok Ettiniz, Sevinin!

Malatya’da Atakan Müzik, Yeşim Binbir’in okuduğu “Sor” adlı türkü için gösterim çekimi yaparken bazı fotoğraflar yayınlamıştı. Bunlardan en çok dikkatimi çeken çökmüş tavan görüntüsü olmuştu. Bir gün sonraki fotoğraflarda çekimin altı yıl yatılı okuduğum Akçadağ İlköğretmen Okulunda yapıldığını ve fotoğrafın oradaki binalardan birine ait olduğunu öğrendim.
Yeşim Binbir’in okulumuzun yıkıntıları arasında çekim yapılırken söylediği türkünün sözlerini Âşık Ekberi yazmış, bestesini de Adıgüzel Göksu yapmış. Sözleri okuyalım…

Sana nasıl yandığını
Yüreğimin başından sor
Nasıl derde saldığını
Kirpiğinden kaşından sor

Şu sararan yüzlerimden
Takati yok dizlerimden
İster isen gözlerimden
Damla damla yaşından sor

Sinem üstü geziyorsun
Ezim ezim eziyorsun
Dört mevsime benziyorsun
Baharından kışından sor

Hem aşığın hem hayranın
Sonu ölüm bu yaranın
Ekberi’yi Arguvan’ın
Toprağından taşından sor


Ve 17 Nisan 2001 tarihli TBMM oturumu kayıtlarından Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancı’nın açıklamasını okuyalım.
“Şubat 1954 yılında öğretmen okullarına dönüştürülen 21 köy enstitümüzden 18'i, bugün, Anadolu öğretmen lisesi olarak hizmet yapmaktadır. 1999 yılında, Kültür Bakanlığımızca köy enstitüleri binaları koruma altına alınmıştır.”
2012 yılında okulumuzu 40 yıl önce birlikte bitirdiğimiz bir grup arkadaşla ziyaret ettik. Bizden beş yıl önce bitirenler daha kalabalık gelmişlerdi. Yıkıntı haline gelmiş binalarımız arasında kurumuş ağaçları, hoyratlaşmış alanları gördükçe kahrolduk. Duvarın birinde, “Sit alanıdır, girmek tehlikeli ve yasaktır, “Okul Müdürlüğü” yazılı idi. Tam da burada Güneş TV kameramanı mikrofonu bana uzattı. Duvardaki yazıyı göstererek ağlamsı bir biçimde böyle bir korumanın olamayacağını dile getirmiş ve mikrofonu geri vermiştim.
Genç cami imamı bizi çay içmeye davet etti. Ağaçları kurutmamak için bireysel çabalarını anlattı. Yetkililerden daha duyarlı idi…
İnce Düşünceler sitemde, 5 Temmuz 2012 tarihinde, “Akçadağ İlköğretmen Okulunu Bitirenlerden Bir Grup Okullarını Ziyaret Ettiler” başlığı altında yazdığım yazımdan bir bölümü şöyle idi.
“Siren yerinde yok. Yangın tehlikesi her an var, bulunmalı, yerine konulmalı, tehlikeleri haber vermeli. Yangın tehlikesine karşı tankerler oluşturulmalı. Akçadağ uzak, oradan itfaiye gelene kadar burada tankerlere takılan püskürtmeli hortumlar kullanılmalı.
Epey bir zaman önce İnönü Üniversitesine bağlı Ziraat Fakültesi olarak düzenlenmesi önerimiz olumlu bulunmamıştı. Okul açık tarım cezaevi ya da hizmet içi eğitim alanı olabilir.”
Aradan bir süre geçti ve 15 ağustos 2016 tarihinde korkulan oldu; Akçadağ İlköğretmen Okulu, yani Akçadağ Köy Enstitüsü yine bir yangına maruz kaldı. Yaklaşık yirmi yıl önce koruma altına alınmasına karşın diğer enstitüler gibi kaderine terk edildi. Süreçte görev yapan Milli Eğitim Bakanları ile Kültür ve Turizm Bakanlarının ruhu bile duymadı. Hangi ülkenin bakanları ise kutlamak gerek bu yok edişleri için…
Diyelim ki devlet seyirci kaldı, peki, köy enstitüleri i,el ilgili sivil toplum kuruluşları neler yaptılar? 70 ya da 75. yılında 21 köy enstitüsü ile ilgili rapor hazırladılar mı? Köy enstitülerini koruma ve yaşatma programları ve projeleri var mı? Bilemiyorum; bildiğim kadarı ile yalnızca Hasanoğlan Köy Enstitüsü ile ilgili çalışmalar yapıldı.
Cumhuriyetin kazanımları ve devrimlerin getirdikleri yok edilirken her olumsuz adımı destekleyen ve bu adımları atanları ödüllendirenler sevinsinler!
Sevinin, sevinin!
Okulumuzu yok ettiniz!

(Malatya SÖZ, 14 Nisan 2018)

31 Mart 2018 Cumartesi

‘Dil, Düşüncenin Evidir’, Onu iyi Kullanmak Gerek…

‘Dil, Düşüncenin Evidir’, Onu iyi Kullanmak Gerek…


‘Milli duruş, şühedaya vefa, millete beka’ ,“Yeni sistem beka sorununu çözecek”...
 Milli, duruş, şüheda, vefa, mili, beka…
Bu sözcükleri tek tek inceleyelim.
Milli: Millet ile ilgili, millete özgü, ulusal
Duruş: 1. Durmak eylemi ya da durma biçimine verilen ad. 2. Durum alış, davranış, tutum, tavır…
Şüheda: Şehitler
Vefa: 1. Sözünde durma, dostluğu sürdürme. 2. Sevgi bağlılığı
Millet: 1. Ulus 2. Bazı özellikleri olan topluluk (halk ağzında). Erkek milleti, doktor milleti…
Beka: ölümsüzlük, ölmezlik, kalıcılık…
‘Bunlar da nereden çıktı?’ diyecek belki de bazı okurlar. Haklılar; birden bazı sözcüklerin anlamını vermekle giriş yaptım. Bunlar, milliyetçi olduğu öne sürülen partilerin söylemleri. Altı sözcükten yalnızca biri Türkçe; duruş… Duruş, “durmak” fiilinin “dur” kökünden türetilmiş bir sözcük…
Türk Dil Kurumu, ‘Türkçe Sözlük’ dışında halk ağzından derlemeler yaparak ‘Derleme Sözlüğü’, kaynaklardan taramalar yaparak ‘Tarama Sözlüğü’ ve ayrıca çeşitli konularda sözlükler (Uygulayım Terimleri̇ Sözlüğü, Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü, Ayaktopu Terimleri Sözlüğü...) hazırlamıştır. Bunlarla ilgili çalışmalar sürerken Arapça ve Farsçayı yeğleyenler, İstiklal Marşı, sigara, hostes gibi sözcükler için öne sürülen ama kabul edilmeyen karşılıkları dillerine dolayarak kurumu eleştirmişler. Laik düşüncenin sonucu olarak özgür düşüncenin gelişmesini istemeyen, kendilerini ‘âlim’ (bilgin) göstermek için Arapça ve Farsça sözcükleri yeğleyenler ‘Yalnızca biz bilelim’ (!) mantığı ile hareket ederek halkın da öğrenmesini engellemekten başka bir şey yapmamışlar.
Ulus ile dini bir sanmak kadar cahilce düşünce kime özgü olabilir dersiniz? Türk İslam Sentezi adını verdikleri düşünce ile ulus ve din kültürünü özdeşleştirmeyi düşünenler, ne kadar yanılgı içinde olduklarını hala anlamış değiller. Anlamış olsalardı, Türk ulusundan Hıristiyan ve Musevi olanları da unutmazlardı...
Müslümanlığı Türklere özgü imiş gibi düşünerek hareket ederken Arapça ve Farsçayı yeğlemek ne kadar milliyetçilik olabilirdi?
Ancak bu kadar olurdu…
Konfüçyüs (M.Ö 551-M.Ö 479); Doğu Zhou Hanedanlığı döneminde yaşadığı sanılmaktadır. Çinli filozof eğitimci yazardır. Doğu uygarlığının en önemli temsilcileridir. Konfüçyüs’ün öğretisinde anaya ve babaya saygı insancıllık, merhametlilik, adalet gibi konular ağırlıkla yer alır.
Konfüçyüs’e sorarlar: “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Konfüçyüs cevap vermiş: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Kaşgarlı Mahmut, “Dil, düşüncenin evidir” derken; Gerhard Kessler, “Dili gereksiz yabancı sözcüklerden uzaklaştırıp temiz tutmak; tıpkı vücudunu, vicdanını, evini, köyünü ve şehrini temiz tutmak gibi ahlâki bir ödevdir” demiş.
Montaigne, “Düşünce ve sanat adamları, sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar” derken de düşünce ve sanat adamların rolünü belirtmiş.
İletişim aracı olarak ilk sırayı alan dili iyi kullanmak gerekir. Günümüzde bile hala birileri kalkıp da söylediklerinin ne anlama geldiğini, kime ya da neye hitap ettiğini düşünmüyorsa dile de dili anlayanlara da önem vermiyor demektir. Amaç illa da Arapça ve Farsça dillerini yüceltmek ise o başka…


12 Mart 2018 Pazartesi

Sakin Olmak ve Bazı Güncel Konular Üzerine

Sakin Olmak ve Bazı Güncel Konular Üzerine

9 Ocak 2018 günü yakınımızda buluna 19 Mayıs Hastanesine gittik hanımın göz kontrol için. O kontrolü beklerken kahve içmek için kantine gittim. Ozan der başkanı Kenan Şahbudak 13 Ocak günü yapılacak genel kurul için aradığında konuşurken televizyon haberlerinde savaş, siyaset, gasp, trafik kazaları, çocuk istismarı, fuhuş ve daha pek çok konu yer alıyordu. Âşık Veysel demiş ya;

Derdimi dökersem derin dereye
Doldurur dereyi düz olur gider

Büyün bunlar olurken sakin olmak sözcüğü kafama takıldı. Bir yöre insanı ya da bir yörede oturan anlamındaki sakin değil elbette…
Sakin; davranışlarda soğukkanlılık…
Sakin olmak (sakinlik); soğukkanlı olma durumu, dinginlik…
Sakinleşmek; sakin duruma gelmek, durgunlaşmak, yatışmak…
Sakin durmak; durgun, sessiz, kimseye karışmadan davranmak…
Genel anlamda insan psikolojisinin, kendisi için rahat olma durumunun ifadesi denilebilir. Durgun, hareketli olmayan, heyecansız gibi kavramaları da barındırır.
Bekleme salonuna geçip oturdum. Bir elinde telefon birinde tablet, gözlüğü yüzünü neredeyse kapatmış, başı kapalı etekleri yeri süpüren oldukça genç bir bayan gelip sağ yanıma oturdu. Aynı giyimli bir başkası onun soluna, Anadolu’nun geleneksel giysileri ile rahatsızlığı yüzünden okunan seksen yaşında bir kadın da onu soluna oturdu.
Elinde tablet telefon olan gözlüğünü çıkardı, takma kirpikli, çevresinin tamamen boyalı gözünü telefona dikti, tablet de açık ve Arapça yazılar görünüyordu. Gözü telefonda ne yapıyorsa, tablete baktığı yoktu ama herkese görünüyordu...
İki gâvur icadı bir Müslüman işi…

Orhan Veli Kanık’ın şiirini anımsadım.

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!


İkinci dünya savaşı dönemlerinde yazılan bir şiirde Orhan Veli; 1945 yılında Japonya’ya atılan atom bombasından 1948 yılının Şubat ayında yapılan, SSCB'nin katılmadığı İngiltere, Fransa ve ABD'nin Batı Almanya'daki işgal bölgelerinin konumunu belirledikleri toplantıdan söz eder.

Bir elinde telefon
Bir elinde tablet
Seni ne ilgilendirir
Hak hukuk adalet


Galiba Orhan Veli’den oldukça etkilenmişim, bir zaman ters öğüt yazmıştım. İşte birkaç dizesi…

Nene gerek
El için çile çekmek
Ye, iç, yat
Ayağını da ayağının üstüne at


Resim yapmak, fotoğraf çekmek, film ve televizyon izlemek ve daha pek çok “şey” günah değil miydi? “Saz çalmak el ile şarkı söylemek ağız ile zina etmektir” diyenler kendileri değil miydi? Edison’u cennete layık görmeyenler kendileri değil miydi? Bugün o günah dediklerini en çok yapanlar ise kendileri. Teknolojiyi para için kullanırken hiçbir şeyi araç etmekten çekinmeyenler kendileri. Hala bilmem kaç televizyonda bilim tekniğe, aydınlanmaya, tıpa hakaret ediliyor, yetmiyor küfür ediliyor, yetmiyor insanların katledilmesi öğütleniyor. Uluslararası yasalarda ve anayasamızda fikir ve söz hürriyeti var ama hakaret etme, katletme hürriyeti yok! Nedense bunlara da kimse karışmıyor…
Bugünlerde dinin güncellenmesi gerektiğinden söz ediliyor. Beş yüz yıl önce Osmanlı hala toprağına toprak katmak ve “cihat” sevdasında iken, Avrupa reform hareketlerini gerçekleştirerek dinde güncelleşmeyi gerçekleştirmişti. Galiba laiklik ilkesinin en güzel güncellenme olduğu unutuluyor…
Sakin olmaktan söz etmiştim ya; sakin olalım, akıl ve bilimi, teknolojiyi en geçerli yol gösterici olarak kabul edelim, pek çok sorun çözülecektir…

(Malatya SÖZ, 12 Mart 2018)