15 Şubat 2017 Çarşamba

Süleyman Özerol'un "Televizyonu Nasıl Buldum" Kitabındaki Bazı Öykülerin Çözümlemeleri

Süleyman Özerol'un "Televizyonu Nasıl Buldum" Kitabındaki Bazı Öykülerin Çözümlemeleri
Ali TURA

Süleyman öğretmenin geçmiş köy ve ilkokul dönemlerindeki yaşamı devinim ve düşüncelerinden esinlenerek-soluyarak özel bir yeti kazanmıştır. Köylülerin sıradan günlük konuşma dili ve sanatın şiirsel diliyle 1999 yılında Gayret Matbaasının dizgi ve baskısını üstlendiği Televizyonu Nasıl Buldum şiirsel anı-öykü kitabında; "Düğünde Bir An", "Ne de Olsa Hayvan", "Yirmi Beş Kuruş", "Döl Bereketi ve Zola", "Babamdan Gelen Para" ve "Televizyonu Nasıl Buldum" başlıklarıyla, her okuyanı mutlak çocukluk yıllarına götüreceğine ve kısa da olsa hafif bir tebessüm, biraz da acı duygulu anlar yaşatacağına eminim.

Düğünde Bir An

“Yıl 1966 Eylül’ün ilk günleri...
Akşam oluyordu, güneşin etkisi yavaş yavaş kırılıyordu. Köyün karşısındaki mezarlığın biraz ilerisinde bulunan bahçelerdeki bağ damlarının birinde sünnet düğünü tutulmuştu" işte esinlenmenin soluğu ve sanatın dili-derinliği! Öykü devam eder.
- Tebrik ederim Arga'yı kazanmışsın. En azından 'teşekkür ederim' ya da 'sağ ol' demeliydim. Hiç bir şey diyemedim öylece kalakaldım.
Süleyman öğretmen, kendisini tebrik eden gence karşı kendini borçlu hissetmesini bir sorumluluk duygusu içinde soluklandığı ve Akçadağ ilçesinin yatılı öğretmen okulunu kazandın yerine 'Arga'yı kazanmışsın' diyerek öykünün söylemini kısaltmıştır.
Akçadağ Öğretmen okulunu kazanmamış olsaydı ne olurdu? Kendi soluğuyla şöyle ifade ediyor; " Birçok gencin yaptığı gibi gurbeti yol edecektim belki de…”
Yaşadığı köyünde gurbeti yol etmek iş için-ekmek için uzak illere gitmeyi kast edilir.

Hana Doğru

Akşamdan sabaha kadar uyumayan ve gecenin tek dirilişi olan, havanın ağarmasının ışığın karla olan ilişkisinde esinlenen sözcükler, aynı bölümde Hekimhan ilçesine gitmeye çalışan bir köylüyü bakın nasıl konuşturmuş...
- Gııııııııııız eşeğin yemini az goymuşsun, bunuğnan Han'a geç sahatta varacağım? Haydı torbasını başından çıhar.
- Ula sende heybeyi getir gaz tenekesini içine goy...

Han'a gidilen yol boyu konuşturduğu köylüyü değişik sahnelere çıkarır.
- Böğün ıradyoda gene Gırbız'dan laf ettiler soyhanın derdi bitmeyi...
Ve devam eder.
- Benim yaşım yetti yeteli buralardan yayan gelip giderik. Sen eşeği sayma, zaten canı ne ki? Gar bol yağar da ayaz ederse eşek seni geğil sen eşeği götürürsün…”
Yukarıdaki söylemleriyle öyküyü zinde taşır. Öykünün son sahnelerine girerken Süleyman öğretmenin yine şiirsel bir bakış açısıyla;
- Uzayan Aybasan Düzü'nün bitiminde keskin balıksırtı kıvrımlı yola saptılar Taşhan'a ilerlediler hayvanlarını hanlara bıraktıktan sonra çarşıya dağıldılar kuşluk vakti geçmişti…
Süleyman öğretmenin; İnsanları, hayvanları ve doğayı sevme eğilimi, iyiliğe olan hayranlığı kendi doğasında vardır. Onları küçük yaşta solumuştur. Sezgileri keskindir, dokunmaya görsün dokundurma anlatacağı anı, öykü ve şiir olsun kısa kollu sazın yedi ulu perdesinin duygu dolu ritmiyle sizde onu solumaya başlarsınız. Anlamak sadece kulakla olmuyor bilirsiniz.
Her Sabah Her Sabah ya da; Yaşam Acılarla Başlar
Her çocuk doğarken ağlamaz mı?
Acı vardır diken acısı
Acı vardır ana-baba evlat acısı
Acı vardır sevda acısı.
Acı vardır kardeş arkadaş acısı
Hele de dost acısı.

Bir ailenin tek çocuğunun ölümüyle ilgili yazdığı dizeler derin bir aile acısını paylaşmanın en güzel ifadesi değil midir?

Ne de Olsa Hayvan

11 Aralık 1972. Görgü (Cafana) köyünde kırkbeş günlük pratik stajyerlik- öğrencilik döneminde arkadaşlarının okulun verdiği erzak ve yataklarını taşıma işini köyde bir eşek ile sorunu çözerler ve taşıma işi bittiğinde arkadaşlarıyla sohbete başlar.
- Bugün bize en çok kim yardım etti?
Yanıtlar;
- Muhtar/öğrenciler/Ramazan/Bayram ve soruyu soran şöyle dedi:
- Bize en çok yardım eden eşeği unuttunuz.

O dönemde toplumun en ağır yükünü taşıyan hayvanı unutmuyor ve hayvan sevgisini Han'a doğru öyküsünde de ifade etmişti.

Hasan Emmi

İnsanlarla ilgili karakterler oluştururken onun fiziki yapısını ve iç dünyasını nasıl karakterize ediyor. Aslında yazmanın en zor tarafı burasıdır. Keskin gözlemci olmayan bunu zor başarır. Bakın Süleyman öğretmen bunu nasıl başarıyor:
“Hasan emmi, gözler kısık kapalı gibi. Kaşlar kirpikler uzun uzun, bıyıkları sıvazlanmış, kabaca sakalı da uzamış, avurdu birbirine girmiş, çene ileride duruyor, sivri ve uzunca olan burnunun ucunda ter damlaları biriktirmiş, ağzında bir tek dişi yok, saçları dökülmüş ortasına doğru açılmış, başında mendilinin üzerine geçirdiği eski bir şapka, ayaklarında kara lastikler var. Eski ama sağlam olan gömleğini tersyüz ederek giydiği şalvarının içine sokmuş, ceketini de tersyüz ederek meşelerden birinin dalına asmış. Toprağı bir bebeğe öllük hazırlar gibi özenle yabancı dallardan, taşlardan temizliyor, sağ ayağını ileri atarak vuruyor kazmayı.”

Televizyonu Nasıl Buldum?

Kitabın son bölümünde Televizyonu Nasıl Buldum yazısında önce bir betimlemeye köyü Ballıkaya’yı anlatır. Dağlarını, taşlarını, çaylarını ağaçlarını böceklerini kuşlarını tek tek sayar ve oluşumun dönüşümüne kaynaklık eden dere yatağından killi çamuru anlatır. O çamurla çocukluk yıllarında nasıl araba traktör ve traktör tekerleğinin şeklini vermesini, kendi oyuncağını doğadan nasıl temin ettiğini öz bu dille ifade eder.

"Öllüklüğe koştum. Az da olsa yeri ıslatmıştı yağmur. Yerden aldığım iki topak çamurla okul binasının yanına döndüm. Killi çamuru iyice yoğurduktan sonra radyo biçimine getirdim. Ön kısmını oydum, oyduğum yerin önünü çöplerle parmaklık haline getirdim. Son çöpü yerleştirmeden önce ölülükte yakaladığım ve her yerde “cır cır” diyerek ötüşen ağustosböceklerinden birini oyuk yere bıraktıktan sonra son çöpü de yerleştirdim. “Radyo”mun sağ yanına bir çöp geçirdim. Bu çöpün başına çamur yapıştırarak “düğme” biçimi verdim. Düğmeyi ileri geri itip çekerek böceğe dokundurduğumda, “cır cır” diye şarkısına başlıyordu. Bu buluşumla okulumuzun duvarının dibinde arkadaşlarıma bir “konser” dinletmiştim böylece. İlk programımda, geleneksel şarkıcı cırcırböceği, yani ağustosböceği vardı solist olarak. İlk dinleyicilerim de arkadaşlarımdı.”İşte köyde büyümüş, köyden başka bir yeri görmemiş olan Süleyman Öğretmen, adını dahi duymadığı televizyonu böyle tasarlamıştı…

Hafif Raylı Sistem Malatya İçin "Hafif" Bir İş Değil

HAFİF RAYLI SİSTEM MALATYA İÇİN “HAFİF” BİR İŞ DEĞİL

Süleyman ÖZEROL
27 Aralık 2001 (Perşembe) tarihli Ankara Notlarımda dile getirdiğim konuyu güncelliğini fazla da yitirmediğini düşündüğüm için paylaşmak istiyorum.
O zamanki duruma göre OSB gündemde değildi, bugün o da gündeme katılmalı...
Konu ile ilgili olarak Malatya Yorum belgeliğinden (Ali Yenier'e bıraktım) yararlanılabilir.

Malatya Yorumdaki bir yazımda 1 hafif raylı sistemin Konya örneğini vererek oradaki sorumlu müdürün konuya inanmadığından, pahalı bir yatırım olduğundan 2 ve Malatya için bir gereksinim olduğundan söz etmiştim.
Bugünlerde (27 Aralık 2001 tarihli Malatya Yorumdaki yazımla ilgili) hafifi raylı sistemden, güzergahının Atatürk anıtına yakın bir yerden geçeceğinden söz ediliyor. Belediyenin bir açıklamasından bunu anlıyoruz bunu. Acaba nasıl bir güzergah düşünülüyor ki, anıt önündeki törenler etkilenecek?
1. Seçenek: Kanalboyu-Cengiz Topel caddeleri doğrultusu mu?
2. Seçenek: Atatürk-İnönü caddeleri doğrultusunda ortadan mı?
3. Seçenek: Atatürk ve İnönü caddelerinin her iki yanı genişletilerek mi?
Daha çok üçüncü seçenek üzerinde durmak istiyorum.
Eğer Atatürk ve İnönü caddelerinin her iki yanı uygun bir biçimde genişletilerek hafifi raylı sistem yerleştirilirse ne güzel olur. Gelin görün ki,, bu genişletmenin gerçekleşmesi caddelerdeki kamburların (İstanbul Pasajı-Emlakbank, Çınar Oteli-Taş Mağaza, Soykan Parkı-İş Bankası, Nasuhi Caddesi-Ofis Market adaları ve diğerleri...) düzeltilmesi de gerekmektedir. Kaldı ki, iki caddenin iki yanı; hem yapılanma hem de istimlak büyük yük.
4. Seçenek: Çevre yolu ile koşut bir demiryolu.
Bu da istimlak ve yapılanma yönünden çok büyük yük getirebilecek bir durum..
5. Seçenek: Bence en uygun seçenek…
Kuzey Çevre yolunun bir an önce yaşama geçirilmesi ve var olan çevre yolunun uygun bölümüne hafifi raylı sistemin kondurulması.
Şoför Okulundan İnönü Üniversitesine kadar olan güzergahta okullar, öğrenci yurtları, sanayi siteleri, bazı resmi daireler, fabrikalar ve benzeri birimler ile halk açısından önem taşıyan hafifi raylı sistemin yıllar sonra gerçekleşeceği gerçeği göz önüne alınarak, buraya otobüs hattı konulması geçici bir çözüm olarak düşünülebilir. Ancak, hafif raylı sistem “hafif” bir iş olmadığına ve Malatya’nın ağır yükünü de kaldıracağına göre, üzerinde ağırlıkla durulması gereken bir konu olarak gündemde tutulmalı ve bir an önce yaşama geçirilmelidir.



1  Bu yazıdan bazı bölümler Malatya Yorum’da “Konya’da Raylı Sistem” (11 Ağustos 1998) ve “Caddeler, Burgerler, Anıtlar (4 Aralık 2001) başlığı altında yazdığım yazılarda yer almıştır.
2 Konya’da 20 kilometrenin 1982 yılı keşif bedeli 42 milyon mark olup, bu bugün (1998 Ağustos hesabı) 30 trilyonu bulmaktadır. Acaba günümüzde hangi hesaba denk gelmektedir? Bu da hesaplanmalıdır. 

1 Şubat 2017 Çarşamba

Ali Tura ve Mehmet Balkış'ın Hakkımdaki Yazıları

MALATYA KÜLTÜRÜNE GÖNÜL VERENLERDEN SÜLEYMAN ÖZEROL
“Ciğerlerini esinleme soluğuyla dolduranlar, elbette ki okuyanı ve dinleyeni büyüler…”

Ali TURA

O her şeyden önce insan gibi insandı
Sonra öğretmen oldu
Öğretmen olmak kolay şey sanmayın
O, kayısı ağacı gibidir
Kök damarlarıyla alır öğrenir
Olgun meyvesiyle verir
Bilgilidir, bilmeyene bilgi vermez.
Bilginin kapısını açar.

O, gerçek dosttur.
Dostuna devamlı almak için gitmez
Zaman zaman vermek için gider.
Karşısında kim olursa olsun soyarak değil
Giydirerek konuşur ve en soğuk yüreği ısıtır.
O, mutluluğu rehber alanlardandır.

İşte size anlatacağım o insan
Süleyman öğretmen,
Yani Süleyman Özerol

1953 yılında Hekimhan Ballıkaya köyünde doğar, altı kardeşin en büyüğü, büyük dediysem yanlış anlaşılmasın yaşça en büyüğü. İlkokulu bitirene kadar, arkadaş çevresinde sessiz, iyi bir gözlemci, doğa ve içinde yer alan yaşam bulan canlı/cansız nesneleri ve olguları inceleyen ve zaman zaman merak ettiği nesneleri soran, sorgulayan ilişkilendirenlerdendir.
Ekmeğin oluşumunda anne ve babasına yardımcı olan, yaşına göre aile sorumluluklarında payına düşeni omuzlayan, toplumsal ilişkilerde kavga yerine küskünlüğü benimseyen ve küskünlüğü kin etmeyen bu küskünlüğü de kısa sürede unutan arkadaş canlısı bir çocuk.
Bu çocuk ilkokulu köyünde bitirir. Akçadağ İlköğretmen okuluna gitmek ister ve gider, orada başka bir dünya ile tanışır. 1972’de Urfa Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başlar ve 1981’de Malatya’ya gelir. 1988 Şubat’ı sonunda Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz ilköğretim okulundan emekli olur. Okul yıllarından bu yana kültür-sanat-edebiyat-halk kültürü- müzik ve resim alanında çalışmalar yaptı, radyo ve televizyon programları yaptı ve programlara devam etmekte, halen Malatya Yorum gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmekte, Malatya ve Ankara’da çeşitli kültür faaliyetlerine katılmaktadır.

Yayınlanmış Kitaplarından:

1. Televizyonu Nasıl Buldum: Anı-Öykü, Malatya 1999
2. Arguvan Türküleri-Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi: Hüseyin Şahin ile birlikte-Derleme-İnceleme, İstanbul 2004
3. Dirençli Eğitimci Örgütçü Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu: H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Yaşamöyküsü, Ankara 2009
4. Babamın Şiirleri: Hasan Özerol’un Şiirleri, Malatya 2009
5. Vayloğ Dede/Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları: Ankara 2012
6. Hekimhanlı Ozan Kul Emici/Yaşamı Sanatı Şiirleri: Malatya 2013
7. Bir Deli Rüzgâr/Şemsi Belli İle İlgili Yazılar: Ankara 2015
8. Ah İle Âmânı Dağlara Saldık: Şiirler, Ankara 2015
9. Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar: Sage Yayınları, Ankara 2016
10. Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından: Ankara 2016
10. Ters Site/Kalbi Sağda Atanlar: Ankara 2015
11. Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından: Ankara 2016
12. Babamın Askerlik Günlükleri: Ankara 2016

Yayınlanmamış Çalışmalarından Bazıları: Bir Gün Uyandığında (Şiir), Yenilenen Köy Ballıkaya (Köy İncelemesi), Anıya Benzer (Anı-Deneme Notları), Âşık Yoksuli (Yaşamı-Sanatı), Merhaba Gülü (Metin Özer İle İlgili Yazılar), Ballıkaya Köyü ve Çevresinden Âşıklar-Şairler (Derleme), Hekimhan Müzik Kültürü, (İnceleme), Kömürhan Köprüsü Nereye Bakar? (Kültürel Yazılar), Radyo Fon Programlarım, Halk Ozanları Kültür Derneği Tarihçe Çalışması, Başkavak Köyü Derlemeleri, Gürgür Dede, Ballıkayalı Öğretmenler…

Malatya’da yayınlanan birçok kitabın hazırlanmasında, basılmasında da katkı sunmuştur, sunmaya da devam etmektedir.

Malatya SÖZ, 30 Ocak 2017

ÜRETMEYE HER ŞEYE RAĞMEN "DEVAM" DEMİŞTİR

Mehmet BALKIŞ

Malatya Kültür sanat ve eğitim hayatına gerçekten de çok büyük katkılar sağlamış ve sağlamakta olan Sayın Süleyman Özerol abimiz hakkında ki yazınız için teşekkür ederim.
Kendisi Malatya kültür sanat ve eğitim hayatına zerre kadar hizmeti geçen hemen herkes için bir yazı bir söz bir makale bir şiir bir haber ya da benzeri bir ifade ile teşekkür etmiş ve anmıştır. Kendisinin de böyle bir yazı ile sizlerin sayesinde anılması bizleri mutlu etmiştir.
Malatya kültür sanat ve eğitim hayatına emek verenlerin çoğu; yetkililerin ilgisizliğinden, kıymet bilmediğinden, kendisinin anlaşılamadığından ve benzeri sebeplerden küsmüş ve üretkenliğini ya durdurmuş yahut yavaşlatmış olmasına rağmen Süleyman abimizde küsme ve belirtileri görülmemiştir. Yani üretmeye her şeye rağmen devam demiştir. Bu meziyet de herkeste bulunmaz... Kendisine ve size sağlık başarı ve mutluluk dileklerimle selam ve saygılarımı iletirim.

Malatya SÖZ Site, 31 Ocak 2017

1 Ocak 2017 Pazar

Bunlara İnsan Demeye Dilim Varmıyor

Bunlara İnsan Demeye Dilim Varmıyor

Süleyman ÖZEROL


Bir yılı daha geride bırakırken pek çok konuda insanlıktan öte davranışlarla karşılaşmamız belleklerde daha çok yer tuttu.
Pek çok kişinin özellikle soyut bir kavram ve tanrı ile kul arasında kutsal bir bağ olan din adına küfürlere, tehditlere, dayatmalara, şiddet ve katliamlara tanık olduk. Diğer yandan aynı doğrultuda ırkçılık ve siyasal temelde de davranışlar yaşandı.
Bir Güney Amerika ülkesi halkı yıllardır süren çatışmaları önlemek için teröristlerle barış imzalayan yöneticilerinin kararına, yani terörü sona erdirme anlaşmasına “hayır” dedi. Ülkemizde de barışa hayır diyenleri onaylayanlar olduğuna da tanık olduk.
Hep savaş olsun, hep kan dökülsün, insanlara baskı ve şiddet uygulansın diyenler ve bunarlı destekleyenler çoğaldı.
Kendilerinden olmayanlar ve bunların eleştirilerine tahammül etmeyen, eleştiri yöntemlerini uygulamasını bilmeyen ve uygulamayanlar küfür, tehdit ve baskı ile kendilerini kanıtlama ve kabul ettirme çabasında olanların da aynı gruplarda yer aldığını görüyoruz.
Tarihe karışmış ve feodal bir yapıya dayalı devlet biçimi özlemcilerinin demokrasi ve özgürlükler yerine itaat ve kulluğu insanlara dayatması ise başka bir boyut. Dinin siyaset ve ticarete alet edilmesini önleyen, saygınlığını sağlayan laiklik düşüncesini “dinsizlik” olarak göstererek saldıranlar da aynı gruptan olanlar. Bilim ve teknolojinin getirdiği kolaylıklardan yararlanırken bunları üreten ulus ve kişilere hakaret etmekten geri durmayanlar da aynı kişiler. Bunların “okumuş” olanlarından bazılarının, okumamışların geleneksel cehaleti yanında geride kaldığını görmek de çok üzücü…
Yeni yıla yirmi birinci yüzyılın olumsuz insan tiplemesinden söz ederek girmek güzel bir şey değil, ancak yine de güzel günler göreceğimize inanıyorum. Çünkü tarih geriye doğru değil hep ileriye doğru gider. Geriye çekmek isteyenlerin azınlığa düştüğü zaman insanlık daha huzurlu ve mutlu olacaktır. İşte o zaman kırk beş yıl önce dile getirdiğim duygularım da gerçekleşecektir.

Köpekler akraba olur tavşanlarla
Bakarsın yol olmuş devenin kamburu
Tüm insanlar, halka olmuşlar bir yerde
Savaş ve kin uzaklaşır, uzaklaşır, uzaklaşır...


Yazının buraya kadar olan bölümünü 31 Aralık 2016 günü hazırlamıştım. Gece yarısı İstanbul’da bir katliam yaşandığını öğrendim. İstanbul Ortaköy’deki bir gece kulübüne düzenlenen silahlı saldırıda 39 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi de yaralandı.
Birkaç günden buyana mutlu, huzurlu ve güzel yıllar dileyen iletiler aldım. Toplumsal paylaşımlarda da oldukça çok sayıda böylesi güzel dilekleri okudum. Ancak bu haberi duyunca oldukça üzüldüm.
Artık bunlara insan demeye dilim varmıyor…

İnsan yakana avukat
Dinini bana dayatır
En üstün ırk benimki der
Dilini bana dayatır


Yeter artık be!

Ankara, 1 Ocak 2017

24 Aralık 2016 Cumartesi

"Onları Ben Yaptırmıştım..."

“ONLARI BEN YAPTIRMIŞTIM…”

1974 yazı… Urfa Yetiştirme Yurdu’nun bahçesinde, asmanın altındaki kare yüzeyli masaya dirseklerimi dayamış, çevreyi izliyorum. Mutfaktaki kap kacak sesleri musluktan akan suyun sesine karışıyor. Yaz olduğu için çocukların çoğu yakınlarının yanına gitmişti. Yurtta kalanlar da su bidonunun çevresinde, duvarların dibinde, tuvaletin kapısı önünde, dış kapının çevresinde dolanıp duruyorlardı. Bekçi Cemal Taş kapının yanında durmadan tütün sarıp tüttürüyordu.
Dışarıdan bir adam girdi, bekçiyle konuşmaya başladı. Bekçi eliyle beni işaret ediyordu. Adam, merdivenleri çıkmaya başladıkça oldukça uzun boylu ve kalıplı birisi olduğu daha iyi görünüyordu. Dimdik yürüyen bir heykel gibiydi. Belirsiz kaşları, çok kısa saçları ve bıyıksız durumuyla asker emeklisini andırıyordu.
“Hoş geldiniz, öğretmen Süleyman Özerol” diyerek kendimi tanıtıp elini sıktım.
“Öğretmen ney?” dedi uzattığım sandalyeye otururken. Yeniden söyledim. “Ben de Milli Eğitim Bakanlığı 6. Şube Müdürü Reyzi Pamir” diyerek kendisini tanıttı. Bir süre sonra “Aslında ben de öğretmenim” dedi. Nereli olduğumu sordu. “Malatyalıyım” deyince dikkatle bakarak, “Mezun olduğun okul da mı Malatya’da” dedi. Akçadağ İlköğretmen Okulu 1972 mezunu olduğumu ve ilk görev yerimin de burası olduğunu söyledim. Hiç gülmez izlenimi veren yüzünde çocuk sevinmesi gibi bir gülümseme belirdi. Sanki kırk yıllık bir tanıdığı ile karşılaşmıştı.
“Ben de oradaydım” dedi yavaş bir sesle.
“Her halde çok önceleridir” dedim.
“Evet, evet, orada okumadım ama öğretmenlik yaptım. Köy enstitüsü iken eğitim şefiydim.”
Oturduğu sandalyeye iyice yerleşecekmiş gibi kımıldandı. Zaten sandalye gövdesine göre çok ufaktı. Yüzünde çok çalışmış da yorulmuş bir insanın mutluluğu okunuyordu. Eğilerek yavaşça konuştu;”İstasyona giden yolun kenarında levhalar vardı, onlar duruyor muydu? Üzerlerinde de yazılar vardı.”
“Hayır, hatırlamıyorum", derken birden ikisi sağlam, diğerleri kırılmış olan mezar taşı gibi levhalar aklıma geldi. “Ha, onlar mı?” dedim.
“Evet, evet, onlar onlar!” dedi heyecanla.
“İkisi sağlamdı, birkaç tanesi de kırılmıştı. Ancak sağlam olanların üzerinde herhangi bir şey yoktu.
Daha iki dakika önce çocuk gibi sevinen ve mutluluk içinde gülümserken hüzünlendi birden. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi ağlamsı bir durum aldı yüzleri. Levhaların o durumda olmasında suçlu kendisiymiş gibi, yere bakarak yavaşça söylendi;
“Onları ben yaptırmıştım! Sonsuz bir boşluğa bakar gibiydi… “O levhaların üzerine Atatürk’ün, İnönü’nün, Hasan Ali Yücel’in, Tonguç’un ve daha birçok eğitimcinin sözlerini yazmıştık öğrencilerimle. Hem de yolun sağ yanı istasyona kadar…”
Durumundan o kadar etkilenmiştim ki neredeyse ağlayacaktım. Bir süre sessiz kaldık. Sanki levhaların yasını tutuyorduk. Yirmi beş yıl önceki emek ve imece ürünü olan bu levhaların yok olduğunu duymak elbette ki acıydı…
Hekimhanlı olduğumu, bizim köyden bazılarının o dönemlerde okuduğunu söyleyince;
“Kimler?” dedi heyecanla.
“Ali Öztürk, Avni Oktay” diye sıralamaya başlamıştım ki; “Mezirmelisin öyleyse” diyerek sözümü kesti. Komşu köylerden olan bazı adlar saydıktan sonra Abbas Dülger adlı öğrencisinin Urfa’da olduğunu ve görmek istediğini söyledi. Daha önce yurtta müdür olduğunu, şimdi ise ilköğretim müdürü olarak görev yaptığını, emekliye hazırlandığını söylediğimde, yıllardır görmediğini görse iyi olacağını, bulabilirsem memnun olacağını söyledi.
“Çayınız hazırlanıncaya kadar size haber getiririm” diyerek kalktım. Bekçiye çay hazırlamasını söyledikten sonra çıktım.
Haşimiye Meydanı’na varmadan solda bir apartmanda oturuyordu Abbas Dülger. Kapıyı çaldığımda oğlu İbrahim çıktı. Durumu anlatınca, evde olmadığını, gelince mutlaka haber vereceğini söyledi. Geri döndüğümde çay hazırlanmıştı. Daha ikinci çaylarımızı bitirmeden Abbas Dülger bahçe kapısından göründü. Bulunduğumuz yere doğru disiplinli bir enstitülü gibi yürürken ikimiz de ayağa kalktık. Reyzi Pamir’in elini öptü, ben de kendisine “Hoş geldiniz” dedim, sandalyelerimize oturduk, konuşmaya başladılar. Yıllarını eğitime vermiş iki öğretmenin otuz yıla yakın bir zaman sonra öğretmen-öğrenci olarak karşılaşması beni oldukça duygulandırmıştı. Bu iki insanın mutluluğunu izlemeye başladım.
Bir süre sonra Reyzi Pamir bana dönerek, “ Çok teşekkür ederim, sana da zahmet oldu. Yıllar sonra karşılaştık, bizim biraz konuşacaklarımız var, sen istersen çıkabilirsin” dedi. Nöbetçi olduğumu söyledim ve izin isteyerek ikisini baş başa bıraktım. Uzun uzun konuştular, sonra da birlikte yurttan ayrıldılar…
Malatya’da zaman zaman bu olayı anlattığım oldu. “İriyarı, pembemsi geniş yüzlü…” diye anlatmaya başladığımda tanıyanlar, ”Haaa, Reyzi Pamir!” diyorlardı hemen. Sonra da onunla ilgili anılarını ve özelliklerini anlatıyorlardı. İşlerini zamanında ve eksiksiz yapar; tüm öğrencilerin adlarını, numaralarını, nereli olduklarını bilirmiş. Bütün bu anlatılanlar Reyzi Pamir’in güçlü bir belleğe, sağlam bir kişiliğe sahip, dürüst bir eğitimci olduğunu; Atatürk ilke ve devrimlerinden kesinlikle ödün vermediğini gösteriyordu.
Akçadağ Köy Enstitüsü’nden söz açıldığında hep Urfa Yetiştirme Yurdunda karşılaştığımız Reyzi Pamir’i anımsarım. Ağlamsı yüzünü anımsadıkça üzülür, mutlu gülümsemesinin yayıldığı pembemsi, geniş yüzünü anımsadıkça da sevinirim…

1 Temmuz 1993-Malatya
Divriği Harman Dergisinde yayınlanmıştır.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Sanat ve siyaset üzerine kısaca

Sanat ve siyaset üzerine kısaca

Süleyman ÖZEROL

Sanat, insanların iç dünyalarının düzenli ve beğenilecek bir biçimde dışavurumunun bir göstergesidir. Bu gösterge çeşitli sanat dalları ile gerçekleştirilir. Resim, şiir, müzik, yontu gibi.

Sanat yapıtlarının herkesin beğenisini kazanması olası değildir, çünkü göreceli bir durumdur. Ancak bazı siyasiler gibi sanatın içine tükürmek, çeşitli adlar takarak hakaret etmek insan olana yakışmaz. Olsa olsa nezaket çerçevesinde eleştirinizi yaparsınız. Konuyla ilgili uzmanlığınız yoksa buna bile hakkınız olamaz.

Ticareti ve siyaseti dinin eksenine oturtanlar, dinini sırtından para kazananlar eğitim, sağlık, kültür ve sanat gibi insanların temel gereksinimlerini de bu eksende tutmaya çalışıyorlar. Kendi görüş ve düşünceleri dışındakilere tahammül etmeyi de binlerce yıldır öğrenemediler. Bu nedenle insanları katlettiler, yaktılar, dışladılar. "Gavur icadı", "günah" dedikleri pek çok şeyi kendi çıkarlarına çeviren din tüccarları kimdir diye sorulsa yine "aynı kişiler" yanıtı verilebilir. Çünkü olayın temelinde "para" yatmakta ve din, iman, millet ve benzeri kavramlar hep kılıf olarak kullanılmaktadır.

Yıllardır devrimcilerin uğruna kanarlını ve canlarını verdikleri halkın büyük bölümünün günümüzde Orta Çağ söylemlerini ve bütün bunları kullanarak hitap edenlerce güdülmeyi yeğlemesi gerçekten üzücü ve acı bir durum.

Birlikte yaşamaya tahammül edemeyen, sürekli kendi dışındakileri iteleyen dinci ve ırkçı faşist düşüncelerin tarihe gömülmesi belki zaman alacak. Ancak yaklaşık bir ay sonra yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinin bir kapı olması gelecek için umut vaat edebilir.


Radikal Blog, Ankara
9 Mayıs 2015

3 Aralık 2016 Cumartesi

Ailelerin Özürlülere Bakışı

AİLELERİN ÖZÜRLÜLERE BAKIŞI

Süleyman ÖZEROL
Araştırmacı-Gazeteci


TSD Malatya Şubesi’nin 29 Kasım 1998 tarihinde Halk Eğitim Merkezi Salonunda düzenlediği “Ailelerin Özürlülere Bakışı” konulu panel ile ilgili ayrıntılı yazımı bunca zaman geçse de güncelliğini koruması nedeniyle sunuyorum.

Vali Vural ve eşi İslim Vural öncülüğü ve desteği ile “Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sakatlar Derneği İle Elele” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen “Ailelerin Özürlülere Bakışı” konulu panel, 29 Kasım 1998 günü Halk Eğitim Merkezi Salonunda gerçekleştirildi.
Saat 13 30’da başlayan panelin yöneticiliğini yaptım. Selami Ergün (Psikolojik Danışma Uzmanı), Abuzer Altun (İnş. Müh.), Şerafettin Özhan (Gazeteci-TV Programcısı), Aziz Mengüşoğlu (Eğitimci), Döne Karadağ (Em. Ebe-Hemşire) ve Ali Haydar Koyun (TSD Malatya Şube Başkanı) konuşmacı olarak katıldılar. Engelli olan Başkanın dışındaki konuşmacıların aynı zamanda engelli çocukları var.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşından sonra panelin amacını açıklayıp konuşmacıları tanıttıktan sonra izlenecek yöntemi açıkladım. Destek ve öncü olan Vali Vural ve eşine, destek veren kişi ve kuruluşlara teşekkür ettikten sonra konuşmasını yapmak üzere Emniyet Müdürü Kemal İskender’i davet ettim. Kısa bir konuşma yapan İskender, özürlülüğün bir lütuf gibi kabul edilmesi gerektiğini söyledi.
Özürlülüğün aileler tarafından kabul edilmesi, saklanmaması, umutların yitirilmeden hareket edilmesi, devlet güvencesinin mutlaka olması, ailelerin, özellikle de annelerin bilinçli olması, sorunların çözümünde örgütlülüğün gerekliliği ve önemi, TSD Malatya Şubesinin çalışmaları ve talepleri gibi konular konuşmacılarca dile getirildi. “Üretmeyen inan özürlü insandır”, “Balık yedirmek yerine balık tutulmasını öğretmek” ilkesi konuşmanın özünü oluşturdu.

Şerafettin ÖZHAN/Gazeteci-TV Programcısı

Özürlülüğün kabullenilmesi, balık yedirmek yerine balık tutulmasının öğretilmesinin benimsenmesi ve kendi sorunları ile ilgili olarak karşılaştığı güçlükleri dile getirdi. Bu konuda basının, ilgili kurum ve kuruluşların-yöneticilerin duyarlı olmasını istedi.
İnsan unsurunun var olduğu her yerde özürlülüğün de var olduğunu, bunların da yaşamlarını sürdürebilmeleri için birçok kamu kurum ve kuruluşlarına iş düştüğünü, sakat arabalarının park sorunu olduğunu (Emniyet müdürüne ileterek), iş yerlerinde, ihalelerde (Park büfe vb.) özürlülere öncelik tanınmasını, eğitim kurumlarında, iş imkânlarında avantajların verilmesini (kredi vb.), otomobil sürücü kurslarından yararlanılmasını, özürlülere göre yapılan otoların hangi tür özür grubuna göre yapıldığının belirtilmesini, belediye otobüslerinde gerekli kolaylığın sağlanarak asansör yapılmasını dile getirdi.

Abuzer ALTUN/İnşaat Mühendisi

Her insanın özürlü olduğunu, konuya umutların yitirilmeden sahip çıkılarak hareket edilmesin, ailelerin ekonomik gücünü aşan tedavi yöntem ve olanaklarının devlet güvencesi altına alınmasını, özürlüler için bütçe ayrılmasını, bilimsel gelişmelerin 2006 yılına kadar birçok hastalığın çaresini bulacağını ve bu konuda da devlet desteğinin gerekli olduğunu, özürlü hattının vatandaşlar bilgilendirdiğini (Vergi indirimi, 60 milyonluk yardım, seyahat indirimi, özürlü kimliği ve benzeri konularda) açıkladı. Her insanın yaşam düşüncesine yakın hissetmesini, yaşam gerçekleri ile mücadele etmesini, sorunlarını çevresiyle birlikte çözmesini, kendini acınacak duruma sokarak hareket etmek ve kahretmek yerine yaşamın güzelliklerinin kabul edilmesini belirtti. Ayrıca, özürlüye daha fazla emek harcanacağını, kendi çocuğunda yaşadığı durumun (İlk üç haftada tedavi edilebilecek bir durumun zorlaştırıldığını) başkaları tarafından da yaşanmaması için olanakların ülkemizde de yaratılmasını, konuda en büyük hatanın iktidarlarda olduğunu, sağlık bakanlığı bütçesinin en ön sıralarda yer alması gerektiğini ve özürlülerin özlük hakları işe ilgili olarak 29 Temmuz 1998 tarihli kararnamede vergi indiriminin bulunduğunu, özürlü kimlik kartlarının alınabileceğini belirtti.

Döne KARADAĞ/Em. Ebe-Hemşire

Özellikle sakat maaşı ve geliri olmayan kişilerin düşünülmesini, kendi çocuğu ile ilgili çabalarını dile getirdi. Bu işin en çık anneleri ilgilendirdiğini, engellilerin saklanmaması gerektiğini, ne yapılacağını bilmiyorlarsa bilenlere danışmalarını, tedavilerini mümkün oldukça aksatmadan yaptırmaları gerektiğini belirtti.

Aziz MENGÜŞOĞLU/Eğitimci

Konuya el yordamı ile yaklaştıklarını, zamanla bilgi sahibi olduklarını, kadere terk etmemek gerektiğini, çocukları okul ortamında olanların özellikle pes etmemesi gerektiğini dile getirdi.
Özürlülüğün oluşmaması için başta devlet tarafından çalışmalar yapılması gerektiğini; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası oluşan özürlerin bilinçli uzman yokluğundan oluştuğunu; havale, menenjit gibi olayların özrü meydana getirdiğini, bu konuda eğitim çalışması yapılması, sorunların el yordamı ile değil, vazgeçmeden okul eğitimi ve ailelerin eğitimi konusunun uzun vadede çözüleceğini, özürlülerin küçümsenmemesi, acınmaması ve dışlanmaması gereken kililer olduğunu belirtti

Ali Haydar KOYUN/TSD Malatya Şubesi Başkanı

Dinleyicilerden özürlü sahibi olanları öğrenmek isteyince salondakilerin üçte birine yakını el kaldırdı. “Halkın gözünde özürlülerin sakat olarak tanımlandığı için, ben de sakat tanımlaması kullanacağım” dedi. Sakatlığın Allah’a havale edilmemesini, bilinçli hareket edilmesini, yasal hakların öğrenilmesini, örgütlülüğün gerekliliğini; yıllardır sağlamların konuştuğunu, bu nedenle “Mikrofon elime geçmişken konuşayım” diyerek Malatya’da bulunan 30–40 bin özürlünün sorununun çözümünde dernek olarak ellerinden geleni yaptıklarını ve yardımcı olanlara teşekkürlerini belirtti.

Selami ERGÜN/Psikolojik Danışma Uzmanı

Dört özür grubu (işitme, ortopedik, görme ve zihinsel) olmasına karşın, aslında üretmeyen insanın özürlü insan olduğunu belirtti. Ailede özürlüye sağlamlar gibi davranılması ve gerekli iletişimin sağlanması gerektiğini, bu konuda özellikle annelere görevler düştüğünü, özellikle 0–6 yaş arasında topluma bilinçli bir birey olarak hazırlamak, özürlü çocukların öcü gibi saklanmamasını ve topluma katarak güven duygusu kazandırmak gerektiğini dile getirdi.

Son Notlar

Başkan Ali Haydar Koyun, Konuşmaları değerlendirdi, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığının olduğunu, buradan bilgi alınabileceğini ve sorunların çözümünde başvurulabileceğini açıkladı.
Rampaların yapıldığını, yeterli olmadığını, ilk yıllarda bunun da olmadığını, asansörlerde karşılaşılan güçlüklerin çözümü için bazı hatlarda asansörlü otobüs bulunması gerektiğini belirten A. Haydar Koyun, Belediye Başkanı. A. Münir Erkal için, ”Beş yıldır kapımızı çalmadı, bir gün mutlaka çalacak” dedi. Ayrıca bazı konuların altını çizerek açıkladı:
“Dergiyi bir yıldır çıkarıyoruz. Abuzer Beyin özürlülerle ilgili bilgileri dergimizden öğrendiğini belirtmeliyim. Çünkü sürekli izliyor.”
“En uygun rampa ve asansör Adliye Sarayında...”
“Bize de sağlamlar gibi davranın...”
“Kabullenme, güven ve eğitim, iş, beceri, gelecek korkusu... Bunlar bizim sorunlarımız.”
Panel sona erdiğinde 15 kadar dinleyicinin soruları konuşmacılarca yanıtlandı. Sorularda bireysel sorunların ve iş olanakları yaratılmasının isteği çokluğu dikkat çekti. Soranların hemen hemen yarısını öğrenciler oluşturuyordu.
“Ali Kuşçu Uygulama ve Eğitim Okuluna gelen öğle yemeği aşevinin kapanması nedeniyle kesilmiştir” notu açıklandı. Konu ile ilgili olarak okul müdürü ile görüşüldü. *

* Malatya Yorum Gazetesi-Umudun Sesi Dergisi, Şubat 1999, yıl 2, sayı: 16