8 Ağustos 2017 Salı

Virani Baba ve Amberi Baba Üzerine Savlar

Virani Baba ve Amberi Baba Üzerine Savlar

S. Gazi Yıldırım-Süleyman Özerol
(5 Ağustos 2017, Başören Köyü)
4 Ağustos 2017 günü Kızım Gül ile Hekimhan’a gittik. O alışveriş yaptıktan sonra köye döndü, ben 7. Hekimhan Ceviz, Maden ve Kültür Festivali çerçevesinde ilk kez gerçekleştirilecek olan, 'Geleneksel Köy Türküleri Ses Yarışması’seçici kurul üyesi olduğum için kaldım. Saat 15.00’den itibaren yarışma elemeleri başladı ve sonuçlandıktan sonra kardeşim Mustafa’nın evinde kaldım.
5 Ağustos 2017 günü kahvaltıdan sonra çarşıya çıktım. Belediyenin önünde Ahmet Duran Ercan ve Ahmet Sezgin bağlamaları ile bekliyorlardı. Bir süre sonra Kenan Şahbudak ile Bahri Kılıç da geldiler. Başören Şenliğinde sahneye çıkacaklarmış, beni de oraya davet ettiler. Hekimhan Belediye başkanı ve yardımcıları geldi, iki arabaya doluşup Başören’e gittik.
Başören’de Ankara’dan gelen Celal Yıldırım, Feyzi Şahin, Ali Şahin, Cennet Kılıç, Malatya’dan gelen Recep Şahin, Hüseyin Çelik, Kemal Çelik ve Nesrin Yıldırım ile görüştüm. Sunuculuğu öğretmen Kemal Çelik’in oğlu yapıyordu.
Yemek sırasında anılarını kitap bütünlüğünde düzenlediğim Ali Şahin’den Başören ile ilgili derleme araştırma çalışmaları yapan olup olmadığını sordum. Celal Yıldırım ile S. Gazi Yıldırım’ın adını verdi. Celal Yıldırım’ı Ankara’dan tanıyorum, bazı çalışmaları var. S. Gazi Yıldırım ile görüşmek istedim, geldi ve bir süre söyleştik. Söyleşimizin temelindeki iki konudan söz etmek istiyorum. Virani Baba ve Amberi Baba…

Virani Baba


Köyün adının değişimi ile ilgili olarak Başveren, Başviran, Başören sözcüklerinin temelinde yatan “ören” ya da “viran” sözcüklerinden hareketle ,”Ören nerede?” diye sordum. Köyün hemen altında bir yerde imiş…
S. Gazi Yıldırım, “viran” sözcüğüne bağlı olarak Alevilerin yedi ünlü ozandan biri kabul edilen Virani’nin buralı olduğunu ve adının buradan geldiğini, Virani’nin Aleviliği benimsemiş Ermeni âşıklardan olduğunu (kendisi ya da babası) da söyledi.
“Kula minnet eylemem” deyişinin Virani’ye ait olduğunu söyleyince, Nesimi’ye ait olarak bilindiğini söyledim. Virani’ye ait olarak da söyleniyormuş…
Abuzer Karakoç, “Alvar Türküleri” kasetinde Virani’nin deyişlerinden okumuştur. Alvar, Kuluncak ilçesine bağlı bir köydür ve Başören de bu çevrededir.
Aklıma dün gece hal hatır için arayan ve Virani ile ilgili kitap yazmış olan Şah Hüseyin Şahin geldi ve aradım. S. Battal Yıldırım’ın anlatımlarından söz ettim. Malatya ile bir bağına rastlamadığını; Virani’nin mezarının Makedonya’da olmasına karşın yakın zamanda İran’a gittiğinde orada da Virani Baba Türbesine rastladığını söyledi.

Amberi Baba

Sersem Ali Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde vezirmiş ve asıl adı da Server Ali Paşa’ymış. Her nasılsa birden Bektaşiliğe intisap etmiş (Çelebiler, bu geçişin bizzat Anadolu’daki Alevi-Bektaşileri bölmek için Osmanlı tarafından kurgulandığını iddia ediyor.
Diğer bir iddia da bir sefer dönüşü Server Ali Paşa’nın tekkeden çok etkilendiği ve rütbelerini söküp Sersem Ali Baba olduğu, hatta ona bu yüzden “sersem” dendiği yolunda) ve kalkıp Balkanlar’a yerleşmiş. 16’ncı yüzyılda Malatya’dan Kalkandelen’e gelen Harabati Baba tekkeyi genişleterek bir dergâh haline sokmuş. Yıllar boyu buradan Balkanlara hem Bektaşiliğin Babagan kolu yayılmış, hem dervişler yetiştirilmiş, hem de dergâhın geniş arazisinde tarım ve hayvancılık yapılmış.
S. Gazi Yıldırım’ın ikinci savı yörede Amberi Baba adıyla bilinen kişi ile ilgili ve bu zatın yukarıda sözü edilen kişi ile aynı olduğu yolunda…
Yoksa Harabati babadan sonra Sersem Ali (Harabati Sultan) Dergâhı Postnişini olan Malatyalı Mehmet Baba (vefat H. 1199) mı?

Sözlü kültürümüzün yazıya geçirilmesinde önemli adımlar atıldığında pek çok gerçeklerin yerine oturacağı da bir gerçek olup, sav da olsa konular araştırılmalı ve gerçekler ortaya çıkarılmalı. Çünkü tez, antitez ve sentez ile sürekli gelişme sağlanır ve bilinç giderek daha üst düzeylerde oluşur.

2 Temmuz 2017 Pazar

2 Temmuz 1993, Sivas

2 TEMMUZ 1993, SİVAS

“Ötsün diye yuvasında kuş
Açsın diye kendi dallarında çiçek
Gördüler ki yepyeni kibritler gerek
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek"


Ve ve 37 kişi...


Huriye ÖZKAN
Yeşim ÖZKAN
Muhlis AKARSU
Edibe AKARSU
Asım BEZİRCİ
Özlem ŞAHİN
Yasemin SİVRİ
Ahmet ÖZTÜRK
Carinna CUANNA
Serkan DOĞAN
Hasret GÜLTEKİN
Gülsüm KARABABA
Behçet AYSAN
Mehmet ATAY
Serpil CANİK
Asaf KOÇAK
Asuman SİVRİ
Sait METİN
İnci TÜRK
Ahmet AKAN
Murat GÜNDÜZ
Nesimi ÇİMEN
Gülender AKCAN
Menekşe KAYA
Muammer ÇİÇEK
Handan METİN
Kenan YILMAZ
Nurcan ŞAHİN
Uğur KAYNAR
Sehergül ATEŞ
Metin ALTIOK
2 otel personeli

2 Temmuz 1993, Sivas...
2 Temmuz 1993, Sivas...

Sivas’ın miladı mı bu tarih?
Hayır!
Bu tarih, 37 insanın ateşe verilerek yakıldığı tarih,
Bu tarih, Sivas’ta Madımak Otelindeki katliamın tarihi,
Bu tarih, çağdaş Nemrutların eylem tarihi...
Ortaçağda yaşamıyoruz.
2000’e yedi kala Hızır Paşanın kenti Sivas’tayız.
Ve ateşe verildik Hasandağı’nın odunları gibi.
Yanıyoruz!
Yanıyoruz!
Yanıyoruz!
Duyan yok...
Kulaklarını tıkamış birileri...
Yanmayanımız,
“Keşke yansaydı” hayıflanmasıyla “kurtarılıyor!”

Süleyman ÖZEROL
Malatya, 3 Temmuz 1993 

Girişteki şiir alıntısı: Adnan Yücel

19 Haziran 2017 Pazartesi

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz.

Süleyman ÖZEROL

Osmanlı İmparatorluğu halkın dili olan Türkçeyi kenara bıraktığı zaman sarayında Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olarak oluşturulan yapay bir dil kullanılıyordu. “Osmanlıca” adı altında oluşturulan bu dil sarayın, medrese ve molaların kullandığı halktan kopuk bir dildi. Dahası bir hanedanın adı verilmişti. Dolayısıyla bir ulusun olmadığı gibi halkın da dili değildi. Bir dilin dil olabilmesi için ulusa özü olması gerekir.
İmparatorluk 1923 yılında sona erip Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda toplumsal yaşamdaki değişimler ile birlikte Türk dilinin gelişmesi ve zenginleşmesine önem verilmiştir. Buna karşın birileri Tanrının avukatlığına soyundukları gibi Osmanlı hanedanının da avukatlığına soyunarak ellili yıllarda yeniden diriltme çabasına girmişlerdir. Bu dili “Osmanlıca Türkçesi”, “Eski Türkçe”, “Kadim Türkçe” gibi adlarla adlandıran siyasetçiler de bu kervana katılmışlardır. Zaman zaman etkili olmuşlarsa da Türkçenin gelişmesini engelleyememişlerdir.
Gelişen teknolojinin karşısında aciz kalarak gerici yapılanmalarla yaşamlarını sürdürenler cehaletin de üzerine oturarak süreçte yeniden bu dili hortlatmaya ve de dayatmaya çalışıyorlar. Anayasa’nın hiçbir guruba, sınıfa imtiyaz tanınamaz hükmüne karşın din maskesi altında Arap, Osmanlıca maskesi altında bayat bir dil ve hanedana ayrıcalık tanımaya çalışıyorlar.
Yıllardır demokrasi ve cumhuriyeti halka öcü göstermeye çalışarak şeriat düşüncesinin sayesinde meclise girenler ve iktidar olanlar, bakanlıklarının hesaplarını veremezken gündemi sürekli yapay konularla meşgul etmekteler. Emevi döneminin yöntemlerini anımsatan bu yöntemler yetmemiş gibi, “İsteseniz de öğreneceksiniz, istemeseniz de öğreneceksiniz” diyerek faşist bir tavır sergilemekten de geri durmuyorlar.
Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak illa da benim düşündüğüm gibi düşüneceksiniz, illa da benim yaşadığım gibi yaşayacaksınız derseniz çelişkiler bitmez, sürer ve çözümsüzlük kazanır. Demokrasi de ortadan kalkar ve sanıyorum amaçlanan da bu…
Hayır efendim!
Sizin gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değiliz. Bunu unutmayınız ve demokrasiye inanıyorsanız gereği gibi hareket ediniz. Karşınızdakini kul köle gibi görmekten vazgeçiniz; aklın ve mantığın ışığında hareket eden, demokrasiyi özümseyen ve inanan insanlar olduğunu unutmayınız!

Radikal Blog, 12 Aralık 2014, Ankara
(Malatya Hakimiyet gazetesinde yayınlanmıştır)

13 Haziran 2017 Salı

Başkavak Köyü Derlemeleri-Araştırmaları

BAŞKAVAK KÖYÜ DERLEMELERİ-ARAŞTIRMALARI
Başkavak köyünü çocukluğumuzda hep “Mihayil” diye bilirdik. Tarihsel kaynaklarda da Mihayil olarak geçiyordu. 1960 yılında bizim köyün adı Mezirme iken Ballıkaya, Mihayil’in adı ise Başkavak olmuştu. İlkokulda okurken bitirme sınavının bazı derslerini orada gerçekleştirirdik. Eğitmen Abidin Öztürk’ün eski yazı ile din bilgisi dersinde bize kopya verdiğini de unutamam.
1966 yılında Akçadağ İlköğretmen okuluna girdiğimde zaman zaman Hekimhan’a gidiş gelişlerde Başkavaklı arkadaşlarla yolculuk ettiğimiz, hatta bazen de gecelediğimiz olurdu. Hüseyin Takmaz, Ali Ekber Takmaz, Hüseyin Kılıç, Abidin Takmaz, İsmail Takmaz ve daha başkaları vardı.
1972 yılında Akçadağ İlköğretmen Okulunu bitirdim, öğretmen oldum ama Başkavak ile bağım kesilmedi elbette. Yakın köy olmamız itibariyle ölümlerde, düğünlerde de birlikteliklerimiz oldu.
Başkavak köyü Ballıkaya köyünün güneyinde, Malatya’ya uzaklığı 97 km, Hekimhan’a uzaklığı 16 km olup, rakım 1250 metredir. Kuzeyinde İğdir ve Ballıkaya köyleri, doğusunda Sulak mezrası ve Ballıkaya’ya bağlı Çeki mezrası, güneyinde Haydaroğlu ve Kavacık köyleri bulunur. Yörede Antepfıstığı yetiştirilen bir köydür.
Otuz beş yıla yakın bir süre önce burası ile ilgili bazı bilgileri merhum emekli öğretmen Mustafa Kılıç’tan derlemiştim. Adını nereden geldiği, eski yerleşim yerleri, söylenceler, ziyaretler ve benzeri konulardı bunlar. Yıllar sonra birçok kez giderek derlemelerimi sürdürdüm. Söylenceler, şiirler, âşıklar, şairler ve benzeri konularda oldukça bilgi topladım.
Başkavak’ta kalıntı ve buluntulara pek rastlanmasa da yer adları, kişi adları, gelenek ve görenekleri açısından Türkmen varlığını görmekteyiz. Türkçe konuşulduğu gibi, Ballıkaya’da bulunan Şah İbrahim Veli Ocağı talipleri olup Alevi kültürünü taşıyorlar. Maşatlık, Kilise Tepesi, Gâvur Tepesi gibi yer adları ise daha önce Ermeni ya da Bizans yerleşim birimi olduğunun örneği…
Kanuni dönemi yazımlarındaki yer adlarını araştırdım. Alın Pınarı, Ulupınar, Bakırlıca, Ecedamı hala aynı biçimde kullanılıyor.
1983 yılında Ballıkaya ile ilgili derleme çalışmalarına başladığımda halk kültürünün birçok alanını Şah İbrahim Ocağı, dedelik kurumu, talip ağı, türküler ve diğer gelenek göreneklerin çevre köyleri de ilgilendirdiğinden yalnızca Ballıkaya değil çevre köylerle ilgili derleme ve araştırmalar yapmaya başlamıştım. Dolayısıyla aynı yıllarda Başkavak ile ilgili derlemelere de başladım.
Başkavak’ta ilk kaynak kişim olan merhum köy enstitülü öğretmen Mustafa Kılıç’tan aldığım bilgiler üzerine diğer bazı kaynak kişilerden de bilgiler edinerek bir dosya oluşturdum. Ayrıca 23 Ağustos 1997 ve 1999 ile daha önceki yıllarda Başkavak’ta yapmış olduğum derleme çalışmalarını zenginleştirmek, pekiştirmek, Ballıkaya ile ilgili bazı konularda Başkavak halkının görüşlerini almak amaçları doğrultusunda 30 Eylül 2002 Pazartesi günü Başkavak köyüne gittim. Kaynak kişiler bularak yüz yüze görüşmeler yapıp not aldım. Notları düzenleyerek yeniden yazdım. Daha önceki çalışmalarla ve zamanla yaptığım derlemelerle birleştirerek Başkavak dosyasını hazırladım. Son birkaç yıl içinde yaptığım derlemeleri de ekleyerek bu dosyayı tamamladım.
Bu dosyanın oluşumunda ve gelişiminde derleme yaptığım ve yararlandığım kişilerden bazılarını şöyle sıralayabilirim.
Başkavak köyünden: Abidin Takmaz, Ali Metin Takmaz, Bektaş Alkan, Hüseyin Takmaz (1928-2012), Hüseyin Takmaz (1937-2007), İsmail Takmaz, Murtaza Takmaz, Mustafa Kılıç (1928-1987), Mustafa Takmaz, Süleyman Çetin, Temel Alkan, Vahap Alkan, Yusuf Takmaz… Ballıkaya köyünden; Hamza Yalçın, Hasan Özerol, Hüseyin Koç, Hüseyin Şahin… Çanakpınar köyünden; Vahap Karadağ…
Başkavaklılar, özellikle de gençleri bir araya getirmek, tanıştırıp kaynaştırmak amacıyla şenlikler düzenliyordu. Bu şenliklerin ilki 2011 yılında yapılmıştı, ikincisi ise 21 Temmuz 2012 Cumartesi gecesi gerçekleştirildi. Burada ben de Başkavak köyü ile ilgili halk kültürü derlemeleri ve araştırmalarımdan söz eden bir konuşma yaptım.
Çalışmayı kitap bütünlüğünde hazırlarken görsel yönden zenginleştirmek amacıyla yalnızca kendi çektiğim fotoğrafları kullanmayı yeğledim. Belki bu fotoğraflar köyü gerçek anlamda yansıtmayacak, ancak örnek olmasını önemli gördüm. Süreçte fotoğraf konusunda bazı Başkavaklıların destekleri ile birlikte oldukça birikim oluştu.
Hekimhan ilçesinin en eski yerleşim birimlerinden olduğu sanılan Başkavak köyü ile ilgili olarak yaptığım, “Başkavak Köyü Derleme ve Araştırmaları” başlığı ile adlandırdığım bu çalışma tam anlamıyla bir köy incelemesi olmayıp bazı derleme ve araştırmaların bütünüdür. Sanıyorum köyle ilgili ilk yayın oldu. Kültürümüzü yaşatmada ve gelecek kuşaklara bir örnek, araştırmacılara ve ilgilenenlere bir kaynak olması açısından derlediğim sözlü kültür ürünlerinin yazıya geçmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dilerim başka derleme ve araştırmalar da yapılarak kültürel yapı daha iyi biçimde belgelenir.
Kitap, Başkavak köyünden Hüseyin Takmaz (Mosi) ve Hüseyin Albayrak (Kara) anısına basılmış olup, elde edilecek gelir köy mezarlığının düzenlemesinde kullanılacaktır.
Yılların birikiminin kalıcı kılınması konusunda destek olanlara teşekkürler…
Saygılarımla…

Ankara, 22 Mayıs 2017

2 Haziran 2017 Cuma

Feridun ve Diğerleri

FERİDUN VE DİĞERLERİ

Her ne kadar oldukça eski bir zamandan söz etsem de günümüzde aynı durumda olanlar azalmadı...
11 Temmuz 2001, Çarşamba...
Saat 13.00’te köy garajından eşim ve oğlum Yazar’ı köyümüz olan Ballıkaya’ya gönderdikten sonra Karataş Gayret Matbaasına gitmek üzere Niyazi Mısri Caddesine yöneldim. Karakaş konağının karşısına geldiğimde Feridun’u çöp kutusunu karıştırırken gördüm. Yanından geçerken bir şeyler söyledi bana bakmadan. Anlayamadığım için yanına yaklaşarak, “Ne istiyorsan vereyim” dedim. “Sigaran varsa ver” dedi. “Var” diyerek elimi cebime attığımda kalmadığını gördüm, “Kalmamış, hemen alır gelirim” diyerek yanından ayrıldım. Defterimi matbaaya bıraktım, “Hemen geliyorum” diyerek çıktım. İlerideki bakkaldan sigara ve kibrit, matbaanın yanındaki fırından da yağlı ekmek alarak döndüm. Çöp kutusunun yanından ayrılmış, yeni inşaatın altındaki dükkanların önünde duruyordu. Bir çocuk elindeki ekmeğin yarısını bölerek verdi, almadı. Yaklaşarak elimdekileri uzattım, ekmeği almak istemedi. “Bunları da almalısın” dediğimde alarak başka dükkanın eğişine oturdu, ben de matbaaya döndüm.
Matbaaya geldiğimde Kenan Karataş konuğu ile oturuyordu. “Nereye gittin geldin?” diye sorduğunda durumu ve bildiğim kadarı ile Feridun’un öyküsünü anlattım. 

Nereden mi biliyorum öyküsünü?

Yirmi yıla yakın bir süreden beri İsmet Paşa ve Milli Egemenlik Caddelerinde görüyordum. Önceki yıl Ramazan ayında Milli Egemenlik Caddesinden aşağı inerken Soykan’ın işyerinin karşısında çöpleri karıştırırken görmüş ve orada bulunan fırından ekmek alarak vermiştim. Daha sonra yerel televizyonlardan birinde görüntüleri ve yaşamı ile ilgili bilgiler verilmişti. Gazetemizin muhabiri Gökhan Özdemir ise fotoğraflarını çekmiş, yaşamı hakkında bilgi edinmişti. Bu bilgileri şöyle not etmişim:

Feridun


Yetiştirme yurdunda kalmış, Sümer’de ortaokulu okumuş (Seksenli yılların başlarında), sevdalanmış, alamamış, kahrolmuş, divane olmuş. Hediye kabul etmiyor. Sessiz-sakin-zararsız. Şimdiye kadar olumsuz davranışı görülmemiş.
Feridun hakkında bazı bilgiler daha edindim. Yapılan televizyon programında yaşamı ile ilgili bilgilerin saptırılarak verildiği söylendi. Yukarıdaki bilgilerimiz doğrulanması ile birlikte ailevi sorunlardan bu duruma düştüğü anlatıldı. Annesi babası ayrılmış, kendisini alıp götürmemişler (Almanya’ya), annesi başka biriyle evlenmiş. Kernek Gazinosunda düzenlenen bir ses yarışmasında ilk dereceyi almış (Arabesk dalında olduğu sanılıyor).
35 yaşlarında olduğu ve ortopedik engelli olduğu bilinen Feridun hala yıllar önceki durumunda. Feridun mu aynı durumda olan?
Özellikle İnönü Alanı ve çevresinde, kentin bazı yerlerinde birçok Feridun var... bunların barınma-beslenme ve sağlık gibi temel sorunlarının diğer tüm yurttaşlar gibi giderilmesi konusunda yasal dayanaklardan yararlanmaları gerektiğine inanarak ilgililerin konuya el atmalarını diliyoruz.
Yetiştirme Yurdu-Huzurevi kapsamına girmeyen bu durumdaki insanlarımız için ne yapılması düşünülüyor acaba? Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde oluşturulması düşünülen (Sanırım 10 yıla yakın bir süredir düşünülüyor!) “Toplum Merkezleri” projesinde bu konunun değerlendirilmesi olasılığı var mıdır?
Diğer bir seçenek; Gaziantep Belediyesi tarafından gerçekleştirildiği söylenen yapılanma. Belediyemizin de bu konuda bir şeyler yapmasını bekliyoruz. *


* Malatya Yorum Gazetesi, 23 Temmuz 2001

21 Mayıs 2017 Pazar

“Adı Atatürk Diye mi Böyle Bakımsız Acaba?”

“Adı Atatürk Diye mi Böyle Bakımsız Acaba?”
Resme tıkla, büyür








Süleyman ÖZEROL

3 Mayıs 2012, 27 Haziran 2013 (Milliyet Blog), 21 Mayıs 2017...
Galiba değişen bir şey yok...


2001 yılından buyana yaşadığım Ankara’da Atatürk Kültür Merkezinde her men her yıl Kütüphaneler Haftasında düzenlenen kitap fuarına ve bazı sergilere giderim. Orada tanıdıklarım olduğundan dolayı da çok kez gitmişimdir. On yılı aşkın bir süredir buradaki fiziksel görünümün gitgide kötü bir durum aldığını da görüyorum elbette her gidişimde. Bun bağlı olarak, “Ankara’da Malatya Günlerinin İkincisinden Notlar” başlığı altında 3 Mayıs 2012 tarihli Malatya Hâkimiyet gazetesinde yayınlanan yazımı anımsadım ve bir bölümünü buna bağlı olarak paylaşmak istiyorum.


“Adı Atatürk diye mi böyle bakımsız acaba?”


16 Nisan 2012 günü Yaşar Karaaslan ile AKM'deki Ankara’da Malatya günleri çadırına giderken merdivenleri çıktık. Çıkarken gördüğümüz durum karşısında tartıştık. Merdivenlerin mermerleri kırık dökük, her yan pislik içinde, çöpler oraya buraya saçılmış… Başkentte bir sanat merkezi böyle mi olmalı? Bu düzensizlik, pislik Malatya'da olsa kıyamet kopar!

Ertesi gün gittiğimde Malatya'dan gelenlerle karşılaştım. Genç birisi, "Hocam, buranın Adı Atatürk diye mi böyle bakımsız acaba?" diye sordu. Ben de dün düşündüklerimizi anlattım.
Ne yazık ki bir başkentte böylesi bir ortamdayız.
Öğlen sırası AKM'nin kafeteryasına gittik. Çünkü çadırın yanında tuvalet yok. Geçici de olsa tuvaletler kurulabilir düşüncesini dile getiriyorlar daha çok.
Ana binada 7 Ege ilinin etkinliği de var. Bakandan milletvekiline, valisinden kaymakamına kadar birçok idari amirin gözü önünde durum… Acaba 8 ilin yetkililerinden hangisi buranın durumunu dile getirdi dersiniz?
Son gün, yemek yerken bazı konuları konuştuk. Özellikle Malatya mutfağı örneklerinin bulunmayışı ve buraya seçilen yemek işletmecilerinin nasıl seçildiği konusu... Çadır kurulmuş olan alanın toz-toprak olan bir yerde oluşu ve yine tozun toprağın içinde yemek yeri...

Değişen ne oldu acaba?


Bir yıl geçti aradan ve değişen ne oldu acaba?

Yakın zamanda 7. Kitap Fuarına, 7. Belediye ve Çevre Fuarına, yine 6. Ege İlleri Fuarına gittim. Metro çıkışından itibaren binaya kadarki düzensizlik hiç değişmemiş durumda. Merdivenlere geldiğinizde daha da kötü görünümlerle karşılaşıyorsunuz. Duvarlarda yıkılmalar, basamak taşlarında kırıklar, doğru dürüst bir düzenleme olmadığı gibi ışıklandırma da yok. Ayakları takılan takılana ve kim bilir içlerinden neler söylüyorlar?
Ülkemizin başkentinde ve de Atatürk Kültür Merkezi gibi kültür sanatın merkezi konumunda olan bir yerde bu görüntüleri görmek hiç de hoş değil.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

SİTÜS İNVERSUS: TERS SİTE

SİTÜS İNVERSUS: TERS SİTE
TERS SİTE/Kalbi Sağda Atanlar


9 Aralık 2010 tarihinde Sitüs İnversus adını verdiğim kişisel sitemin giriş yazısındaki yazımı bazı eklemelerle sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu sözcük, “Olması gereken yerde olmayan” anlamını taşır ve ilk yazıda bu öykü edilmiştir. Malatya Yorum gazetesinde yayınlanan bu yazının yanında 1999 yılında yayınlamış olduğum, “Televizyonu Nasıl Buldum?” adlı an-öykü kitabımda da aynı adı taşıyan anımda anlatılmaktadır. Burada anlatılan yalnızca kalbimin sağda oluşudur. Daha sonraki yıllarda diğer tüm iç organlarımın da yerini ters tarafta olduğunu öğrendim elbette…
Acaba dünyaya eleştirel gözle bakmam konusunda bu “ters” yanımın etkisi var mıdır acaba? Her ne olursa olsun ben bir insanım. Tüm insanların her birinin ayrı özellikleri olduğuna göre, benim de demek ki kendime göre özelliklerim var.
Situs inversus kısaca, ters konum, ters durum; Gerekli olan duruma karşıt, zıt anlamını taşır. Olması gereken yerde olmayan, ters kurulum, ters site… Doğuştan gelen ve dünyada bir iki milyonda bir rastlanan kalbin vücudun solunda değil de sağında bulunması durumudur. Bununla birlikte bütün organların sağ sol ekseninde yer değişmiş halde bulunması da olur. Bu durumun Latince adıdır Situs İnversus…
Bu derlemede situs inversus özelliği taşıyan bazı kişilerin bunu öğrenme öyküleri yer almaktadır. Her kişinin öyküsü kendine özgü ve ayrı özellik taşımakla birlikte ortak bir özellikleri var; situs inversuslar! Anatomik yapılarında, yani beden kurulumlarında var olan ters durum mutlaka okuyuculara ilginç gelecektir. Bununla birlikte öykülerin ilginçliğini de göreceksiniz.
Situs İnversuslardan korkmayın. Korkulacak bir şey yok. Ancak “Olması gereken yerde olmayan” organlar gibi, “olması gereken yerde olmayan” insanlar var. Situs İnversus, insana zarar vermezken bu tür insanlar her şeye zarar veriyor. Korkulacak olanlar onlardır.
Saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Kalbi Sağda Atanlardan Bazılarının Öyküleri 

(Ters Kurulmuş Bedenlerin Öyküsü)

2013 yılından buyana bu konuda kitap çalışmasının içine girdim ve bazı arkadaşların gönüllü olarak öykülerini anlatan yazıları geldi. Bunları belirli bir sayfaya ulaşınca yayınlamayı düşündüm. Var olan öyküleri 2016 yılında bastırdım.
Yeni baskı yapılacaktır. İlgilenenlerin öğrenme öykülerini göndermelerini bekliyorum.

Süleyman ÖZEROL
Ankara, 8 Mayıs 2017