Süleyman Özerol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Özerol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2016 Perşembe

Aha Tösmecik!

AHA TÖSMECİK!

Süleyman ÖZEROL

1970’lerin başlarında Hattey Bibim (Zehra Oktay) Ankara’ya gelmiş. Bir süre kaldıktan sonra köye döndüğünde komşuları yanına gelip Ankara’yı sormuşlar. Nasıl bir yer, nereleri gördün gibi… O da Tösmecik tepesini göstermiş, “Angara Angara deysiğiz, aha bizim Tösmecik” demiş. Ankara’yı Ballıkaya’daki Tösmecik Tepesine benzetmiş yani…
Kırk yıl öncesine gidelim ve o zamanın Ankara’sını ve de İncirlisini düşünelim…
Kadıncağız İncirliye gitmiş, başka bir yer görmemiş. Bırakın başka semtleri Ankara demek olan Ulus ve Kızılay’dan hele hele hiç haberi yok. Bu nedenle Ankara’yı Ballıkaya köyündeki Tösmecik Tepesi gibi algılamış. Onun gözünde İncirli Ankara’dır ve Tösmecik’ten farksızdır…
Aradan geçen kırk yıl içinde Ankara’yı yeni gören ve eskiden beri Ankara’da yaşayan köylülerimiz için çok şey değişmiş midir acaba? Acaba köylülerimiz için İncirli’nin dışındaki Ankara bir şey ifade ediyor mu? Ulus ya da Kızılay’da iş kuran olmuş mu, oralarda çalışan var mı? Devlet memuru olup da evinden işine, işinden evine gidip gelmenin dışında kentin toplumsal yaşamına katılan köylülerimiz var mı? Sinemaya, tiyatroya, şiir ve müzik dinletilerine, konserlere ve daha başka etkinliklere katılan ve burada görev üstlenen Ballıkayalılar var mı? Yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce Ankara’ya gelmiş olan ve bugün 170 hanenin üzerinde halkın yaşadığı bu kentte Ballıkayalılardan gazeteci, yazar, ressam, ses-saz sanatçısı, yontucu gibi sanatçılar yetişmiş mi? Yarım yüzyıldan fazla bir süredir bu kentte yaşayanlardan Ballıkaya’nın adını kazıyan olabilmiş mi?
Konu ile ilgili kadar çok soru üretebiliriz ki; çünkü yaşamın her alanı kültürün belirleyicisi olan davranışları kapsar. Yalnızca sanatsal etkinlikler değil, kültürel etkinlikleri de düşünelim. Ballıkaya’nın eğlence, düğün, yemek gibi kültürleri Ankara’ya ne kadar yansımış ve ne kadar yaşatılabiliyor?
Çok önemli olan bir başka konu eğitim… Yarım yüzyılı aşan sürede eğitim alanında Ballıkayalı kimler yol kat etmiş, akademik başarı göstermiş, nerelerdeler? Devletin yüksek kademelerinde yer alanlar olmuş mu?
Siyaset, kültürün bir başka boyutu… Ballıkayalılardan kimler siyasetle uğraşmış, siyasetin hangi kademelerinde uğraş vermiş ve hala uğraş verenler var mı? Milletvekili, bakan, parti başkanı, parti yöneticisi olanlar olmuş mu?
Evet… Yarım yüzyılı aşan süredir başkentte yaşayan Ballıkayalılardan işsiz kalanlar olmadı mı? İşsizliğe karşı nasıl mücadele ettiler?
Demokratik yaşamın gereklerinden olan örgütlenme özgürlüğünü nasıl kullandılar? Dernekleşebildiler mi, vakıflarda görev alabildiler mi? Bu alanda seslerini ne kadar duyurabildiler?
Bütün bu ve daha başka doğacak sorulara yanıt bulabilmek için kişileri bulmak gerek önce…

27 Aralık 2013, Perşembe
Ennepetal, Almanya

23 Kasım 2016 Çarşamba

Öğretmen Evini de Öğretmenler Günün'nü de Benimseyemedim

Öğretmen Evini de Öğretmenler Gününü de Benimseyemedim

12 Eylülün ertesinde Siverek ilçesine sürgün edilince, "Yeter arık dokuz yıl kaldığım" diyerek Urfa'dan il dışı tayin istedim ve Malatya'ya atandım.
12 Eylülün üzerinden bir yıl geçmişti ve dikta her şeyi kendisine benzetmek için "Ordu Evi" gibi "Öğretmen Evi" yaratmıştı. Öğretmen de asker gibi halktan kopmalı, kendi kabuğunda olmalı, öğretmen olmayanlar "eve" alınmamalıydı.
Toygar köyünde göreve başladığımda mutemet olan okul müdürü "Öğretmen evi aidatı keseceğiz maaşınızdan" dedi. Öğretmen evine üye olmak istemediğimi, bu nedenle ödenti de ödemek istemediğimi söyledim. Deneyimli okul müdürü İsmet İmik, "Olmaz" falan demedi, "öğreneyim, size bildireyim" dedi. Ertesi gün, "Zorunlu imiş, herkesin üye olması gerekiyormuş" dedi.
Her şey tepeden yapılıyordu ve bize danışacak değillerdi ya...
Emekli olana kadar (Mart 1998) da maaşımdan ödenti kesildi. Diğer yandan ilkokul öğretmenlerinin özgür çabası ile kurulan İLKSAN da devlet denetimine sokuldu ve süreçte içi boşaltıldı. OYAK benzeri MEYAK ile memur maaşlarının % 5'i kesildi ve emekli olanlara gülünç miktarlarda ödemeler yapıldı.
İradem dışında kurulan "ev"e zorla üye edildiğimiz gibi, M. Kemal Atatürk'ün adı kullanılarak bir de "Öğretmenler Günü" yaratıldı. Neymiş efendim, yeni harfler 24 Kasım günü halka öğretilmiş. bizimkiler hala 12 Eylül diktasının çaktığı kazıkların çıkmasını bekliyorken adamlar günümüzde elinden gelse Arapçayı resmi dil ve yazı yapacak.
Öğretmen Evi'ni benimseyemediğim gibi, dünyanın bir öğretmenler günü varken bizimkilerin biçimcilik ile uğraşmaları sonucu yarattığı Öğretmenler Günün'nü de benimseyemedim bir türlü.
Öğretmenin acınacak duruma düşürüldüğü, tüm okulların imam hatip yapılmaya çalışıldığı, eğitimde en geride kaldığımız günümüzde öğretmenlerin gününün de bir anlamı olmadığını düşünüyor; bilimsel, laik ve demokratik eğitim yolunda uğraş veren öğretmenleri kutluyorum. Harcımızda emekleri olan öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum.

20 Kasım 2016 Pazar

Halkımız Halinden Memnun



Halkımız Halinden Memnun

Süleyman ÖZEROL 


Bir 12 Mart paşası, katıldığı bir televizyon programında 12 Martın demokrasinin önünü açtığını söylüyor ve göklere çıkarıyordu. Bazı uygulamaları ise, anayasanın ve hukuk düzenin ayıbı gibi kabul ediyordu. Ayrıca “argo” diye tanımlanan sözcükleri bolca kullandığı kitabının da reklamını yapıyordu.
12 Mart döneminde sol-demokrat insanların potansiyel suçlu ilan edildiği gerçeğini göz ardı eden paşa, “Ordu Uyanık Olmalı” yazısı nedeniyle başına gelmedik kalmayan Uğur Mumcu’nun üniversite mezunu olmasına karşın “Sakıncalı Piyade” olarak askerlik yaptığını da biliyordu mutlaka. Bunun yanı sıra potansiyel suçlu kabul edilenlerin birçoğunun yasal ya da yasal olmayan işlemlerden geçtiğini de bilmediğini söyleyemeyiz sanırım.
Aradan 10 yıl geçer ve yine ülkemizde sol düşünce 12’den vurulur. 12 Mart benzeri uygulamalar yapılır ve yine solcular potansiyel suçlu ilan edilir. Atatürk’ün kurduğu bütün kurumlar birer birer kapatılır, özerk kurumlar olmaktan çıkarılarak gerici yapılanmaların denetimine sokulur. Eğitim ve bilim siyasallaşarak din olgusu i bütünleştirilmeye çalışılır. Laiklik ve öğretim birliği ilkesi, devrim yasaları zedelenir.
Bir başka konu; yaratılan yapay değerler, demokrasi ve paylaşmanın yerine çıkar gruplarının ve bireyselliğin ön plana çıkmasını hızlandırır. Kısa yoldan zengin olma ve toplumsal değer yargılarının hızla törpülenmesi toplumsal bozulmayı getirir.
“Biz ki ustasıyız vatan sevmenin”, “Yok edin insanın insana kulluğunu” diyen şair vatan haini ilan edilirken; vatanı olmayan sermaye dolar ve mark egemenliğinin doğmasına olanak sağlar. Siyaset-tarikat-ticaret üçgeni o kadar hızla gelişir ki, feodal yapının yedeklemesiyle birlikte demokrasi ve cumhuriyet neredeyse teslim olacaktır.
“46 Ruhu”, “vatan-millet-Sakarya”, “milliyetçi ve muhafazakar”, “Küçük Amerika” gibi söylemlerle bugüne gelen ülkemiz 50 yıldır sağ düşüncenin egemen olduğu hükümetlerce yönetiliyor. Bir bakıyorsunuz 28 Şubat süreci yaşanıyor. Yaşanıyor da, bu işe halk ne diyor acaba? Yüzyıllardır Osmanlının “yurttaş” olarak bile görmediği, günümüzde de yukarıda sıraladığımız söylemlerle uyutulan halkımız, halinden memnun...

“Ne atom bombası
Ne Londra konferansı
Bir elinde cımbız
Bir elinde ayna
Umurunda mı dünya?”


Ne enflasyon, ne pahalılık, ne bilmem ne? Ne anayasanın değiştirilmesi ne de siyasal partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesi halkımız için hiçbir önem taşımamaktadır!
Ülkemiz kaderini gerçekten de bunların değiştireceğini düşünmek, hala eskiyi yinelemek olur. Bireyin özgür iradesinin egemen olduğu zaman sorunlarımız daha da aza inecek ve bugünkü yaşadığımız olumsuzlukların birçoğunu yaşamayacağız.

Yine sözü şaire verelim:

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine”


Bu, geç de olsa gerçekleşecektir. 
*



*  Malatya Yorum Gazetesi, 12 Mart 2001

1 Kasım 2016 Salı

Bir Araya Getirmek...

Bir Araya Getirmek...

Çok dağıldım, çok...
Yirmiden çok site...
Gazeteye haftada en az bir yazı...
Kitap çalışmalarım...
Kitap tasarımlarım...
Bağlama çalmak, söylemek...
Belgeseller, televizyon programları...
Fotoğraf çekimi ve belgecilik...
Derlemeler, araştırmalar...
Tez, ödev yapan öğrencilere yardım...
Araştırma, inceleme yapanlara yardım...
Günlük yaşam...
Ev yaşamı...
Çocuklar, torunlar...
Eş, dost, akraba, arkadaşlar...
Ülke, dünya ve evren...
Daha ne olsun?
Biraz saflaşacağım...
Bir süre her şeyi buradan idare edeceğim.
Saygı, sevgi ve selamlar...

    
Süleyman ÖZEROL

Not: http://benbirsitus.webnode.com.tr/home/ sitemi kapattım ve buradan devam...

23 Mayıs 2016 Pazartesi

“Gözlerime Bakma Ne Olur” Yayınlandı

“Gözlerime Bakma Ne Olur” Yayınlandı

Yeni Kapak (2020)
Gözlerime Bakma Ne Olur

Gözlerime bakma ne olur
Bana anımsatma yitmişliğimi
Yalnızım koca şehirde
Bırak, yalnız kalayım
Bana anımsatma kimsesizliğimi

Süleyman ÖZEROL
1972 – Urfa

ŞİİR BİR SOLUKLANMADIR

İlkokulda başlayan şiir tutkum Akçadağ İlköğretmen Okulunda daha da belirginleşti. Babamdan oldukça etkilendim yazma konusunda. Onun askerlikte tuttuğu günlükler, şiirler, öyküler, anılar benim de onun gibi hareket etmeme etken oldu. 1971 yılında okulda resim-iş dersinde bir defter yaparak yazdığım şiirleri, öyküleri, anıları, makaleleri, alıntıları yazdım, resimler de yaptım. Bununla birlikte okul yaşamımda Garip şiir akımından özellikle Orhan Veli Kanık’ın kısa şiirlerini seviyordum. Cumhuriyet için, “En Büyük Düğün” demişim. Köylü kökenli olmamdan kaynaklanıyor olmalı ki; “Köylü” başlığı altında, “Bu yurdun efendisi/Köylüdür ta kendisi” diye bir şiir yazmıştım. Diğer yandan insan ve ağaç özdeşliğine dikkat çekmişim. 1971, darbe, ülkemiz Türkiye ve Atatürk… Anadolu, uygarlıklar yurdu, cömert, cennet…
On dokuz yaşında öğretmenim ve Urfa Yetiştirme Yurdunda görevliyim. Daktilo da var, yazıyorum durmadan ve kaydediyorum. Bazı şeyler yıkılıyor, yok oluyor, yok ediliyordu ve ters sayış yaptım kötülüğe karşı. Duygusallık başka bir şey… Doğa, hayvanlar… Bir yanımız kırsala bağlı demiştik ya… Milliyetçi Cephe dönemi, kargaşa, anarşi… Ve selam salıyorum ülkeme, özgürlüğe…
1975-1981 Kısas, öğretmenlik ve okul müdürlüğü, yoğun bir yaşam, derken sürgün; Siverek… Siverek yeniden yazmamda etkili oldu. Yöneticilikten alınmıştım, sorumluluğum azalmıştı, yeni bir yerdeydim ve edebiyatla, müzikle yeniden uğraşmaya başlıyorum. Yeni bir çevre ile birlikte yeniden şiir yazmaya başladım.
1972’de yazdığım birçok şiiri yeniden düzenledim. Bu şiirlerden, “Bir Gün Uyandığında”, Antoloji Şiir Dergisinin Kasım 1981 sayısında yayınlandı.
Seksenli yıllarda 1983 yılında başladığım kendi köyüm ile ilgili çalışmamdan dolayı köyümü anlatan birkaç şiirin dışında pek de şiir yazmamışım. Şiire yönelmem iki binli yıllarda oldu daha çok. Hem köyüm Ballıkaya hem de duygusal tavırlardan kaynaklanan şiirler çıktı ortaya…
Şiir tutkumdan dolayı bir zamanlar radyo ve televizyon programlarına katıldım, programlar yaptım. Gazete, dergi çıkardım, yayın organlarında şiirler yayınladım. Ankara’da çok sayıda şiir ve müzik dinletilerine katıldım, hala da katılıyorum. Çünkü Ankara’ya gelince halk ozanları ile iletişimim de etkili oldu bunda elbette. Dolayısıyla ölçülü şiirlerimden seçmeler yaparak “Ah İle Âmânı Dağlara Saldık” adıyla yayınladım. Bu kez ölçüsüz şiirlerimi yine 80 sayfalık bir kitap olarak “Gözlerime Bakma Ne Olur” adıyla sunuyorum.
Anıya Benzer adını verdiğim günlük anı-deneme notlarımda şunları yazmıştım:
“Tüm güzel şiirleri seviyordum. Şiir bir soluklanmadır bence. Şiiri yazandan çok okuyan soluklanır. Şiir okuyan insanın tüm heyecanı bir noktada toplanır. Göz, dil, gırtlak, kalp, sinir sistemi, damarlar, mide solunum sistemi hep birlikte hareket halindedir. Duygu ve düşünceler de ayrı bir özellik gösterir. Hele şiir yalın ve akıcı ise insan daha bir zevk alır okumaktan. Ancak şiirde yabancı dillerden etkiler varsa bu heyecan, bu birliktelik, bu zevk yerini aksaklığa, yanlış okumaya, kekemeliğe, pepemeliğe bırakır…”
Özellikle şiirin temellerini “sevgi”nin oluşturduğunu, insan ve doğa sevgisinin bu temelde çok önemli bir yet tuttuğunu belirterek iyi okumalar dilerim.
Saygılarımla…

Süleyman ÖZEROL

Ankara 2016

7 Nisan 2016 Perşembe

“Zülfukar Sezen” Kitabımız Yayınlandı

“Zülfukar Sezen” Kitabımız Yayınlandı

z. sezen ön k.png
Çalışmalarımızdan biri daha kitaba dönüştü. Uzun süreden beri üzerinde çalıştığım Zülfukar Sezen’i konu alan, “Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından” adlı derleme çalışmam yayınlandı. Zülfukar Sezen’in yaşamından kesitleri, yazıları ve fotoğraflarının yer aldığı 104 sayfalık kitabın kapağını kendim yaptım ve kendim yayına hazırladım, Sage Yayınlarında çıktı.

“Zülfukar Sezen” Üzerine

5 Mart 2005 günü Zülfikar Sezen’in Ankara’da Kazım Karabekir Caddesindeki bürosuna uğradığımda altmışlı yetmişli yıllarda yazdığı yazıların yer aldığı gazeteleri ve gazete kesiklerini gösterdi. Kendi çıkardığı Dal adlı derginin de üç sayısı kalmıştı elinde. Malatya’nın eğitim-kültür sorunları ve üniversite kurulması ile ilgili yazılar ağırlıktaydı bu kesiklerde. Bir de Av. M. Hayrettin Abacı’nın mektubu vardı. Sezen’i, Memleket gazetesinde üniversite ile ilgili yazısından dolayı kutluyor ve Ankara’dan bilgiler istiyordu. İnönü Üniversitesinin 30. kuruluş yılı nedeniyle üniversitenin kuruluş öyküsünü ilgilendiren bu yazılarla bir çalışma oluşturmayı teklif ettiğimde olumlu karşıladı ve elindeki tüm dokümanları vermeyi kabul etti. Hayrettin Abacı’nın yazılarını da katarak bir kitapçık oluşturup, üniversiteye sunmamızın uygun olduğu görüşümü de olumlu karşıladı. Bu düşünceyi yaşama geçirmeye karar verdik. Yazıları okudum ve hemen tamamına yakınını hafta içinde bilgisayara kaydettim. Aralıklarla çıktılarını alarak kendisine verdim, kontrol etmesini ve eksiklikleri tamamlamasını istedim.
18 Mayıs günü Malatyalılar Derneğinde yazdıklarımın bilgisayar çıktısını alıp kendisine verdiğimde, kendisi de Malatya Haber sitesinden aldığı bir haberin çıktısını bana verdi. “Unutulmayanlar!” başlığı altında “İnönü Üniversitesi’nin kuruluşunun 30. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen kutlama töreninde, üniversitenin kuruluşunda emeği geçenlere birer teşekkür şildi verildi ve katkılarına teşekkür edildi” girişi ile verilen haber ve devamında şunlar vardı:
Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki törende; üniversitenin kuruluşuna ilişkin kamuoyunu oluşturan, bu konudaki çalışmalara önderlik eden 1970’li yılların başından itibaren bu çabalarını yoğunlaştıran “İnönü Üniversitesi Kurma ve Yaşatma Derneği”nin yöneticileri Avukat Hayrettin Abacı, Hadi Çekirdek, Gazeteci Orhan Apaydın, Gazeteci Raşit Kısacık, Dr. Fahrettin Doğusan, Eczacı Mehmet Sözen, Seyit Zapçı, Hamza Kandi’nin kendilerine, vefat etmiş olan dernek yöneticilerinden dönemin belediye başkanı Mehmet Kırçuval’ın eşi Beyhan Kırçuval’a, Avukat turan Fırat’ın oğlu Dr. Ahmet Fırat’a, merhum Bekir zorlu ve Süleyman Efe’nin yakınlarına şiltleri verildi. Törene katılamayan Dr. Nazmi Özalp’ın şildini de Sözen aldı.
Törende, kuruluş kanun teklifini hazırlayan dönemin milletvekili Mehmet Delikaya’nın yanı sıra dönemin parlamenterleri milletvekili Ahmet Karaaslan, Celal Ünver ve Senatör Nurettin Akyurt’un kendilerine, katılamayan eski milletvekili Hakkı Gökçe ve Hüseyin Deniz’in plaketleri yakınları olan Gazeteci Rıfat Gökçe’ye verildi.
Törende katılan eski rektörlerden Prof. Dr. Nihat Nirun ve Prof. Dr. Engin Gözükara şiltlerini bizzat alırken, merhum rektörlerden kurucu rektör Prof. Dr. Süreyya Aybar’ın plaketi kızı Tülin Onar’a, Prof. Dr. Behsan Önal’ın şildi de yeğeni Doç. Dr. Oya Evigen’e verildi. 2 eski rektör ve 2 eski rektörün yakınına ayrıca rektör cüppeleri giydirildi 1
Ankara’da bulunan Zülfikar Sezen, 1963 yılında daha 17–18 yaşlarında bir genç iken Gayret’te Malatya’da kız öğretmen okulunun kurulması ile ilgili olarak bir yazı yazar. 2 Daha sonra yazdığı yazılar eğitim-kültür ve üniversite ile ilgili konuların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Süreçte ise Malatya ve sorunları, kitap tanıtımı, turizm, gazetecilik ve sorunları gibi çok değişik konulara da değindiğini görüyoruz.
Malatya’da altmışlardan buyana basının içinde yer almaya başlayan Zülfikar Sezen’i konu alan bu çalışmada, kendisinden söz eden yazılarla kendi yazılarından örnekler vereceğiz. Son bölümde fotoğraflar yer alacak.*



“Zülfukar Sezen” Kimdir? 
Malatya ile ilgili olarak önemli konularda yazılar yazıp, çaba göstererek gündem oluşturan Zülfikar Sezen, 1946 yılında Pütürge’nin Gökçe (Ağvan) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Malatya’da okudu. Malatya’da liseye başladı, son sınıfı Ankara’da tamamladı. Ardından gazetelerde, kültür-sanat dergilerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Sürekli basın kartı bulunmaktadır.
1 Ocak 1946 tarihinde Malatya ili Pütürge ilçesi Ağvan (Gökçe) köyünde doğdu. Annesi Gülistan Sezen, babası Sabri Sezen’dir. Ad olarak dedesinin adı olan Zülfikar konulur, ancak nüfusa Zülfükar olarak kaydedilmiş ve öyle süregelmiştir.
İlkokul beşinci sınıfa kadar Malatya Merkez Fatih İlkokulunda, beşinci sınıfı Ağvan ilkokulunda okudu. 1963 yılında Atatürk Ortaokulunu bitirdi, bir yıl Turan emeksiz Lisesinde okuduktan sonra Ankara’da Yenişehir Kolejinde okumaya başladı. 1968-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulunda okudu.
Çemişgezek Pulur köyünden Sibel Göğen Hanım ile evlendi. Düğünleri 9 Kasım 1972 günü Gençlik Parkı düğün Salonunda yapıldı.
1973 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarlığında göreve başladı.
1974 yılında Malatya Beden Terbiyesi Bölge Müdür Yardımcılığına atandı. Müdür Mıh Osman’ın yardımcısı olarak görev yaptı.
2 Mayıs 1974 tarihinde kızı Yeşim Dünyaya geldi. Gazi Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Mimarlık Bölümünü bitirdi.
1975 yılında İzmir Bornova’da yedek subay olarak askerliğini tamamladı. Askerlik dönüşünde görevini sürdürdü.
1976 yılında Malatya BAĞ-KUR Bölge Müdürlüğü kurucusu oldu. Müdürlüğün 1977 yılında açılışı yapıldı.
Oğlu Yücel Sezen 1977 yılında doğdu. Yıldız Teknik Mimarlık Bölümünü bitirdi.
1978 yılında Ecevit Hükümeti döneminde hemşerisi İmar ve İskân Bakanı Ahmet Karaaslan’ın basın müşaviri oldu. Bu görevini 1987 yılına kadar sürdürdü.
1987 yılında Doğru Yol Partisinden (DYP) Malatya milletvekili adayı oldu. Bu süreçte Fırat (günlük) ve Yorum (haftalık) gazetelerini çıkardı. Seçimi kazanamayınca Ankara’ya döndü, Ankara’da Yeni Fırat gazetesini çıkardı.
1989 yılında Kredi ve Yurtlar Kurumu Yunus emre Öğrenci Yurdu Yöneticiliğinde bulundu.
19 Mayıs 1991 tarihinde babası Sabri Sezen vefat etti.
1992 yılında Çalışma Bakanlığı Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Şube Müdürü olarak göreve başladı.
8 Nisan 1992 tarihinde oğlu Sabri Can dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde öğrenci…
2000 yılında Çalışma Bakanlığı Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Şube Müdürü iken emekli oldu.
----------------------------------------------------------------
1 www.malatyahaber.com, 17 Mayıs 2005
2 Eğitim Davamız, Gayret Gazetesi, 8 Ağustos 1963
* Asıl adı Zülfikar olup, nüfus idaresindeki bir azizlikten dolayı Zülfukar olarak kaydedilmiştir. Bu nedenle kitaba ad olarak nüfus kayıt adını yazdık, içeriklerdeki yazımlara dokunmadık.