23 Mayıs 2016 Pazartesi

“Gözlerime Bakma Ne Olur” Yayınlandı

“Gözlerime Bakma Ne Olur” Yayınlandı

Yeni Kapak (2020)
Gözlerime Bakma Ne Olur

Gözlerime bakma ne olur
Bana anımsatma yitmişliğimi
Yalnızım koca şehirde
Bırak, yalnız kalayım
Bana anımsatma kimsesizliğimi

Süleyman ÖZEROL
1972 – Urfa

ŞİİR BİR SOLUKLANMADIR

İlkokulda başlayan şiir tutkum Akçadağ İlköğretmen Okulunda daha da belirginleşti. Babamdan oldukça etkilendim yazma konusunda. Onun askerlikte tuttuğu günlükler, şiirler, öyküler, anılar benim de onun gibi hareket etmeme etken oldu. 1971 yılında okulda resim-iş dersinde bir defter yaparak yazdığım şiirleri, öyküleri, anıları, makaleleri, alıntıları yazdım, resimler de yaptım. Bununla birlikte okul yaşamımda Garip şiir akımından özellikle Orhan Veli Kanık’ın kısa şiirlerini seviyordum. Cumhuriyet için, “En Büyük Düğün” demişim. Köylü kökenli olmamdan kaynaklanıyor olmalı ki; “Köylü” başlığı altında, “Bu yurdun efendisi/Köylüdür ta kendisi” diye bir şiir yazmıştım. Diğer yandan insan ve ağaç özdeşliğine dikkat çekmişim. 1971, darbe, ülkemiz Türkiye ve Atatürk… Anadolu, uygarlıklar yurdu, cömert, cennet…
On dokuz yaşında öğretmenim ve Urfa Yetiştirme Yurdunda görevliyim. Daktilo da var, yazıyorum durmadan ve kaydediyorum. Bazı şeyler yıkılıyor, yok oluyor, yok ediliyordu ve ters sayış yaptım kötülüğe karşı. Duygusallık başka bir şey… Doğa, hayvanlar… Bir yanımız kırsala bağlı demiştik ya… Milliyetçi Cephe dönemi, kargaşa, anarşi… Ve selam salıyorum ülkeme, özgürlüğe…
1975-1981 Kısas, öğretmenlik ve okul müdürlüğü, yoğun bir yaşam, derken sürgün; Siverek… Siverek yeniden yazmamda etkili oldu. Yöneticilikten alınmıştım, sorumluluğum azalmıştı, yeni bir yerdeydim ve edebiyatla, müzikle yeniden uğraşmaya başlıyorum. Yeni bir çevre ile birlikte yeniden şiir yazmaya başladım.
1972’de yazdığım birçok şiiri yeniden düzenledim. Bu şiirlerden, “Bir Gün Uyandığında”, Antoloji Şiir Dergisinin Kasım 1981 sayısında yayınlandı.
Seksenli yıllarda 1983 yılında başladığım kendi köyüm ile ilgili çalışmamdan dolayı köyümü anlatan birkaç şiirin dışında pek de şiir yazmamışım. Şiire yönelmem iki binli yıllarda oldu daha çok. Hem köyüm Ballıkaya hem de duygusal tavırlardan kaynaklanan şiirler çıktı ortaya…
Şiir tutkumdan dolayı bir zamanlar radyo ve televizyon programlarına katıldım, programlar yaptım. Gazete, dergi çıkardım, yayın organlarında şiirler yayınladım. Ankara’da çok sayıda şiir ve müzik dinletilerine katıldım, hala da katılıyorum. Çünkü Ankara’ya gelince halk ozanları ile iletişimim de etkili oldu bunda elbette. Dolayısıyla ölçülü şiirlerimden seçmeler yaparak “Ah İle Âmânı Dağlara Saldık” adıyla yayınladım. Bu kez ölçüsüz şiirlerimi yine 80 sayfalık bir kitap olarak “Gözlerime Bakma Ne Olur” adıyla sunuyorum.
Anıya Benzer adını verdiğim günlük anı-deneme notlarımda şunları yazmıştım:
“Tüm güzel şiirleri seviyordum. Şiir bir soluklanmadır bence. Şiiri yazandan çok okuyan soluklanır. Şiir okuyan insanın tüm heyecanı bir noktada toplanır. Göz, dil, gırtlak, kalp, sinir sistemi, damarlar, mide solunum sistemi hep birlikte hareket halindedir. Duygu ve düşünceler de ayrı bir özellik gösterir. Hele şiir yalın ve akıcı ise insan daha bir zevk alır okumaktan. Ancak şiirde yabancı dillerden etkiler varsa bu heyecan, bu birliktelik, bu zevk yerini aksaklığa, yanlış okumaya, kekemeliğe, pepemeliğe bırakır…”
Özellikle şiirin temellerini “sevgi”nin oluşturduğunu, insan ve doğa sevgisinin bu temelde çok önemli bir yet tuttuğunu belirterek iyi okumalar dilerim.
Saygılarımla…

Süleyman ÖZEROL

Ankara 2016

7 Nisan 2016 Perşembe

“Zülfukar Sezen” Kitabımız Yayınlandı

“Zülfukar Sezen” Kitabımız Yayınlandı

z. sezen ön k.png
Çalışmalarımızdan biri daha kitaba dönüştü. Uzun süreden beri üzerinde çalıştığım Zülfukar Sezen’i konu alan, “Zülfukar Sezen/Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından” adlı derleme çalışmam yayınlandı. Zülfukar Sezen’in yaşamından kesitleri, yazıları ve fotoğraflarının yer aldığı 104 sayfalık kitabın kapağını kendim yaptım ve kendim yayına hazırladım, Sage Yayınlarında çıktı.

“Zülfukar Sezen” Üzerine

5 Mart 2005 günü Zülfikar Sezen’in Ankara’da Kazım Karabekir Caddesindeki bürosuna uğradığımda altmışlı yetmişli yıllarda yazdığı yazıların yer aldığı gazeteleri ve gazete kesiklerini gösterdi. Kendi çıkardığı Dal adlı derginin de üç sayısı kalmıştı elinde. Malatya’nın eğitim-kültür sorunları ve üniversite kurulması ile ilgili yazılar ağırlıktaydı bu kesiklerde. Bir de Av. M. Hayrettin Abacı’nın mektubu vardı. Sezen’i, Memleket gazetesinde üniversite ile ilgili yazısından dolayı kutluyor ve Ankara’dan bilgiler istiyordu. İnönü Üniversitesinin 30. kuruluş yılı nedeniyle üniversitenin kuruluş öyküsünü ilgilendiren bu yazılarla bir çalışma oluşturmayı teklif ettiğimde olumlu karşıladı ve elindeki tüm dokümanları vermeyi kabul etti. Hayrettin Abacı’nın yazılarını da katarak bir kitapçık oluşturup, üniversiteye sunmamızın uygun olduğu görüşümü de olumlu karşıladı. Bu düşünceyi yaşama geçirmeye karar verdik. Yazıları okudum ve hemen tamamına yakınını hafta içinde bilgisayara kaydettim. Aralıklarla çıktılarını alarak kendisine verdim, kontrol etmesini ve eksiklikleri tamamlamasını istedim.
18 Mayıs günü Malatyalılar Derneğinde yazdıklarımın bilgisayar çıktısını alıp kendisine verdiğimde, kendisi de Malatya Haber sitesinden aldığı bir haberin çıktısını bana verdi. “Unutulmayanlar!” başlığı altında “İnönü Üniversitesi’nin kuruluşunun 30. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen kutlama töreninde, üniversitenin kuruluşunda emeği geçenlere birer teşekkür şildi verildi ve katkılarına teşekkür edildi” girişi ile verilen haber ve devamında şunlar vardı:
Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki törende; üniversitenin kuruluşuna ilişkin kamuoyunu oluşturan, bu konudaki çalışmalara önderlik eden 1970’li yılların başından itibaren bu çabalarını yoğunlaştıran “İnönü Üniversitesi Kurma ve Yaşatma Derneği”nin yöneticileri Avukat Hayrettin Abacı, Hadi Çekirdek, Gazeteci Orhan Apaydın, Gazeteci Raşit Kısacık, Dr. Fahrettin Doğusan, Eczacı Mehmet Sözen, Seyit Zapçı, Hamza Kandi’nin kendilerine, vefat etmiş olan dernek yöneticilerinden dönemin belediye başkanı Mehmet Kırçuval’ın eşi Beyhan Kırçuval’a, Avukat turan Fırat’ın oğlu Dr. Ahmet Fırat’a, merhum Bekir zorlu ve Süleyman Efe’nin yakınlarına şiltleri verildi. Törene katılamayan Dr. Nazmi Özalp’ın şildini de Sözen aldı.
Törende, kuruluş kanun teklifini hazırlayan dönemin milletvekili Mehmet Delikaya’nın yanı sıra dönemin parlamenterleri milletvekili Ahmet Karaaslan, Celal Ünver ve Senatör Nurettin Akyurt’un kendilerine, katılamayan eski milletvekili Hakkı Gökçe ve Hüseyin Deniz’in plaketleri yakınları olan Gazeteci Rıfat Gökçe’ye verildi.
Törende katılan eski rektörlerden Prof. Dr. Nihat Nirun ve Prof. Dr. Engin Gözükara şiltlerini bizzat alırken, merhum rektörlerden kurucu rektör Prof. Dr. Süreyya Aybar’ın plaketi kızı Tülin Onar’a, Prof. Dr. Behsan Önal’ın şildi de yeğeni Doç. Dr. Oya Evigen’e verildi. 2 eski rektör ve 2 eski rektörün yakınına ayrıca rektör cüppeleri giydirildi 1
Ankara’da bulunan Zülfikar Sezen, 1963 yılında daha 17–18 yaşlarında bir genç iken Gayret’te Malatya’da kız öğretmen okulunun kurulması ile ilgili olarak bir yazı yazar. 2 Daha sonra yazdığı yazılar eğitim-kültür ve üniversite ile ilgili konuların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Süreçte ise Malatya ve sorunları, kitap tanıtımı, turizm, gazetecilik ve sorunları gibi çok değişik konulara da değindiğini görüyoruz.
Malatya’da altmışlardan buyana basının içinde yer almaya başlayan Zülfikar Sezen’i konu alan bu çalışmada, kendisinden söz eden yazılarla kendi yazılarından örnekler vereceğiz. Son bölümde fotoğraflar yer alacak.*



“Zülfukar Sezen” Kimdir? 
Malatya ile ilgili olarak önemli konularda yazılar yazıp, çaba göstererek gündem oluşturan Zülfikar Sezen, 1946 yılında Pütürge’nin Gökçe (Ağvan) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Malatya’da okudu. Malatya’da liseye başladı, son sınıfı Ankara’da tamamladı. Ardından gazetelerde, kültür-sanat dergilerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Sürekli basın kartı bulunmaktadır.
1 Ocak 1946 tarihinde Malatya ili Pütürge ilçesi Ağvan (Gökçe) köyünde doğdu. Annesi Gülistan Sezen, babası Sabri Sezen’dir. Ad olarak dedesinin adı olan Zülfikar konulur, ancak nüfusa Zülfükar olarak kaydedilmiş ve öyle süregelmiştir.
İlkokul beşinci sınıfa kadar Malatya Merkez Fatih İlkokulunda, beşinci sınıfı Ağvan ilkokulunda okudu. 1963 yılında Atatürk Ortaokulunu bitirdi, bir yıl Turan emeksiz Lisesinde okuduktan sonra Ankara’da Yenişehir Kolejinde okumaya başladı. 1968-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulunda okudu.
Çemişgezek Pulur köyünden Sibel Göğen Hanım ile evlendi. Düğünleri 9 Kasım 1972 günü Gençlik Parkı düğün Salonunda yapıldı.
1973 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarlığında göreve başladı.
1974 yılında Malatya Beden Terbiyesi Bölge Müdür Yardımcılığına atandı. Müdür Mıh Osman’ın yardımcısı olarak görev yaptı.
2 Mayıs 1974 tarihinde kızı Yeşim Dünyaya geldi. Gazi Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Mimarlık Bölümünü bitirdi.
1975 yılında İzmir Bornova’da yedek subay olarak askerliğini tamamladı. Askerlik dönüşünde görevini sürdürdü.
1976 yılında Malatya BAĞ-KUR Bölge Müdürlüğü kurucusu oldu. Müdürlüğün 1977 yılında açılışı yapıldı.
Oğlu Yücel Sezen 1977 yılında doğdu. Yıldız Teknik Mimarlık Bölümünü bitirdi.
1978 yılında Ecevit Hükümeti döneminde hemşerisi İmar ve İskân Bakanı Ahmet Karaaslan’ın basın müşaviri oldu. Bu görevini 1987 yılına kadar sürdürdü.
1987 yılında Doğru Yol Partisinden (DYP) Malatya milletvekili adayı oldu. Bu süreçte Fırat (günlük) ve Yorum (haftalık) gazetelerini çıkardı. Seçimi kazanamayınca Ankara’ya döndü, Ankara’da Yeni Fırat gazetesini çıkardı.
1989 yılında Kredi ve Yurtlar Kurumu Yunus emre Öğrenci Yurdu Yöneticiliğinde bulundu.
19 Mayıs 1991 tarihinde babası Sabri Sezen vefat etti.
1992 yılında Çalışma Bakanlığı Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Şube Müdürü olarak göreve başladı.
8 Nisan 1992 tarihinde oğlu Sabri Can dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde öğrenci…
2000 yılında Çalışma Bakanlığı Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Şube Müdürü iken emekli oldu.
----------------------------------------------------------------
1 www.malatyahaber.com, 17 Mayıs 2005
2 Eğitim Davamız, Gayret Gazetesi, 8 Ağustos 1963
* Asıl adı Zülfikar olup, nüfus idaresindeki bir azizlikten dolayı Zülfukar olarak kaydedilmiştir. Bu nedenle kitaba ad olarak nüfus kayıt adını yazdık, içeriklerdeki yazımlara dokunmadık.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Lütfen, Emeğe Saygı Gösteriniz

Lütfen, Emeğe Saygı Gösteriniz

Süleyman ÖZEROL

Belki bir ay oldu olmadı ve bek çok çalışmayı tamamladım, pek çok çalışmam da sürüyor…
Hekimhan Saz köyünden engelli olup 1997 yılında vefat eden (1972-1997) Hüseyin Kılıç’ın şiirlerini “Ölüm Gül Kokan Yar Olsun” adıyla hazırladım ve ölüm günü (9 Nisan) İstanbul’da bulunan kardeşi Devrim mezarını ziyaret etti ve kitabı Malatya’ya da ulaştırdı.
H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun birinci ölüm yıl dönümü çalışmalarını tamamladım. Anma kitabı ile ilgili düzenleme ve düzeltiyi tamamladım. Şahhüseyinoğlu’nun 19 kitabı, benim hakkında hazırladığım “Dirençli Eğitimci Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu” kitabı il birlikte toplam 21 kitap bir bütün olarak anma törenine gelenlere armağan edildi.
Arguvanlı fotoğrafçı-şair arkadaşımız Rıza Parlak’ın yıllardır Arguvan ve köylerinden derlediği “Arguvan Anıları-Anlatıları” adlı kitabın düzenleme ve düzelti çalışmalarını tamamladım. Kapak çalışması ve destek verenler ile ilgili bilgiler geldiğinde basımı yapılacak.
Hekimhanlı hemşerimiz şair Sebahat Kara’nın 1997 yılında çıkan “Düş Gezgini” adlı ilk kitabını (şiir) düzenleme, düzelti ve kapağı ile yeniden basıma hazırladım.
2010 yılında elimde bulunan 500 sayfalık anı kayıtlarını roman biçimine çevirmek için uğraşıyordum. Diğer yandan yazı işleri müdürlüğünü yürüttüğüm iki yayın organını (Malatya Yorum gazetesi ve Arguvan Yolu dergisini) çıkarıyorduk. Ayrıca derleme ve araştırma çalışmalarımı sürdürüyor, araştırma yapanlara ve öğrencilerin tezlerine yardımcı oluyorum. Diğer yandan Ankara’da bulunan Malatyalı derneklerin Malatyalı sanatçıların etkinliklerini izliyor, haber ve makale olarak Malatya basınına gönderiyorum. Eeee… Günlük yaşamım yok mu? Elbette ki vardı…

Yılbaşı sıralarıydı sanırım ya da Şubat…
Köyümüzün adıyla birileri site kurmak için çaba gösterdiklerinde yardımcı olmamı istediler. Maddi yardım, yazı ve fotoğraf gibi… Ben de kişisel bir siteye şu an için yardım edemeyeceğimi, çalışmalarımın çok yoğun olduğunu, köy muhtarlığı ya da derneği adına bir site kurulursa en çok yardımı benim yapabileceğimi belirttim. Ancak bazı köylülerimiz küpe bindi; “Süleyman Hoca maddi yardım yapmıyor, yazılarını vermiyor” gibi…
Derken site kuruldu ve süreçte 4 yıl sonra da kapandı. Makale yazma, fotoğraf çekme, derleme ve araştırma yapma alışkanlığı yoktu. Yani köy ile ilgili bilgi altyapısı yoktu kimsede. Bunca zaman zahmet edip de birileri bu konuda çaba da göstermedi.
Bunca zaman geçti aradan ve bir siteye rastladım. Bu sitede http://yenilenenkoyballikaya.wordpress.com/http://ballikaya.webnode.com.tr/ sitelerimde * köy ile ilgili ne kadar bilgi varsa alıp yayınlanmış. Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş dergisinden alınan yazılara yazarların adı yazılmışken nedense benim yazılarım kendi adına yayınlanmış. “Alıntı yapmış” demiyorum, olduğu gibi yayınlamış…
Yani ben 32 yıldan beri derleyip toplayayım, gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, sitelerde, radyo ve televizyonlarda sürekli köyümü tanıtayım, siz de kalkın benim bu yazılarımı alın kendi adınıza yayınlayın.
Bu konu yalnızca köy ile ilgili yazılarımda değil diğer bazı yazılarımda da karşıma çıkıyor. Oysa yazıların, şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Alıntı yapıldığında bile kaynak göstermek gerekir. Kaldı ki olduğu gibi alıp kendi adına yayınlamak emeği hiçe saymaktır.
Çalışmalarımı “Yenilenen Köy Ballıkaya” adıyla kitap bütünlüğünde düzenledim. Bunu yapanlar çalışmamı kitap olarak bastırdığımda da alıp kendi adına yayınlayabilecek demektir.
Lütfen, emeğe saygı gösteriniz…

18 Mayıs 2015, Ankara


* Site adreslerini değiştirdim.
https://adimsoz.blogspot.com/ - https://mezirmeballikayakoyu.blogspot.com.tr/

12 Aralık 2007 Çarşamba

İlköğretim Okulu Öğrencilerine Yanıtlarım

 İlköğretim Okulu Öğrencilerine Yanıtlarım

Ş. Yüzbaşı Hakkı Akyüz İlköğretim Okulu Öğrencilerim








Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci

SUNU

22 Ekim 2002 tarihinde Malatya Merkez Kemal Özalper İlköğretim Okulu 5/A Sınıfına Türkçe dersine hem emekli öğretmen, hem gazeteci, hem de kitap yayınlamış birisi olarak konuk oldum. Aziz Nesin’in “Şimdiki Çocuklar Harika”, Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı” kitaplarını okuyanlar gerçekten çocukların harika fikir ve düşünceleri olduğunu görmüşlerdir. Günlük yaşamımızda da böyle çocuklara rastlamaz mıyız? Ben de burada harika çocuklara rastladım. Hemen ders anında hazırladıkları soruları aldım ve araya giren Cumartesi-Pazar günlerinde benzer soruları birleştirerek yanıtlarımı hazırlayıp pazartesi günü onlara bir ders saatine sığdırarak sundum. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı anısına çocukların sorularını ve yanıtlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

ÇOCUKLARIN SORULARI VE YANITLARIM

Özgeçmişinizden söz eder misiniz?

1953 yılında Hekimhan’ın Ballıkaya köyünde doğmuşum. Altı kardeşin en büyüğüyüm. Babam ve annem köyde yaşıyorlar. Ben de 1966’da ilkokulu bitirene kadar orada yaşadım. 1966–1972 yılları arasında okuduğum Akçadağ İlköğretmen Okulunda yaz tatillerinde de köyde ekin biçme, sap taşıma, döven sürme, harman kaldırma, bahçe sulama, oğlak-kuzu otlatma gibi işlerle bizzat köy yaşamına katıldım.

1972 yılında Urfa yetiştirme yurdunda öğretmenliğe başladım. Buradan Kısas, Siverek Türközü/Gazipaşa okullarında; 1981 yılından itibaren de Malatya/Battalgazi Toygar ve Boran, merkez Yeşiltepe Ahmet Parlak, Gazi ve Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz İlköğretim Okullarında görev yaptım. Bu süre içinde dört yıl özel eğitim öğretmenliği (Alt Özel Sınıf) yaptım. 1998 Martında emekliye ayrıldım, 2 Haziran 1998’de Malatya Yorum Gazetesi yazı işleri müdürlüğünü üstlendim ve halen sürdürüyorum.

1974 yılında evlendim, eşim ev hanımı. Ozan (1975), gül (1977) ve Yazar (1983) adlı üç çocuğum var. Ozan makine, Gül endüstri mühendisi. ODTÜ’yü bitirdiler, yüksek lisans yapıyorlar ve çalışıyorlar. Yazar ise Ankara Üniversitesi Fizik bölümünde okuyor. Ozan evli ve dördü birlikte Ankara’da kalıyorlar. Eşimle ben de yanlarına gidip kalıyoruz

Öğretmenliği kendiniz mi seçtiniz?

Çocukluğumda meslek seçme düşüncem yoktu. Öğretmen okulunu kazanan bir öğrenci altı yıl sonra zaten “öğretmen” demekti. Yeter ki dersleri aksatmasın. Hatta 1966’da öğretmen okulunu kazandığımda bizim köyde Mahmut Emmi (ÖZTÜRK) vardı, bana “hoca”, yani “öğretmen” derdi…

Köy ve şehir öğretmenliğinin ne gibi farkları var?

Köy okulu öğretmenliği sorumluluk alanı yönünden şehir öğretmenliğinden ayrılıyor. Köyde köylünün her sorunu öğretmeni ilgilendiriyor, şehirde öyle değil. Olanaklar yönünden düşününce de şehirde olanaklar daha çok.

Emekli olduktan sonra yaşamınız nasıl geçiyor?

Emekli olunca her şey bitti mi? Elbette ki hayır! Bol bol okuyorum ve yazıyorum. Gazetecilik sürüyor. Bağlama çalıp türkü söylüyorum. Zaman zaman radyo-televizyon programları yaptım. ADD Malatya Şubesi, TSD Malatya Şubesi, MAKSAD gibi derneklerin üyesiyim. Ayrıca Emekli-Sen… Etkinliklere katılıyorum, görev üstleniyorum. TSD Malatya Şubesinin aylık yayın organı Umudun Sesi’ni hazırlıyorum. Kitap yazma çalışmalarım sürüyor… Kültür, edebiyat, sanat konularında isteyenlere yardımcı oluyorum…

Kitaplığınız var mı, kaç kitabınız var, hepsini okudunuz mu?

2000’e yaklaşan sayıdan oluşan kitaplığımdaki (dergiler dâhil) kitapların tamamına yakınını okudum diyebilirim. Okuduğum kitapların sayısını anımsamıyorum. Sanırım bir yerlere yazsaydım yüzlerce sayfalık bir çizelge oluştururdu. Daha çok kültürel-araştırma-inceleme kitapları ile dergileri okuyorum.

Yerli ve yabancı yazarlardan hangilerini beğeniyorsunuz?

Yazarlarımızdan yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Aziz Nesin; şairlerimizden Nazım Hikmet Ran, Orhan Veli Kanık, Ahmet Arif’i beğendiklerime örnek olarak verebilirim. Yabancılardan ise Tolstoy, Dostoyevski, Maksim Gorki, Emil Zola, Balzak, Steinbeck, Jack London…

Hangi gazete-dergi ve kitaplarda yazılarınız yayınlandı?

Emekli olmadan önce Görüş, Gayret, Malatya Olay, Malatya Yorum, Malatya Haber gibi Malatya gazetelerinde yazılarım ve şiirlerim yayınlanıyordu. Ayrıca Urfa yerel gazetelerinde (1972–74), antoloji ve dergilerde şiirlerim yayınlanmıştı. Emekli olunca kendimi gazeteciliğin içinde buldum. Gazetecilik bir yönüyle öğretmenliğe benziyor. Yalnızca çocuklara değil, her yaşta insana hitap edebiliyorsunuz.

Gazeteciliğinizde karşılaştığınız en ilginç olay nedir?

Gazetecilik yaşamımda en ilginç olayı 2000 yılında İsmet İnönü’nün babası ve oğlunun mezarlarının kırılmasında yaşadık. Hakkımızda haber uydurmaktan dava açıldı. “Kırılmamışmış” diye yazdık bir daha açıldı. Oysa kırılan mezarları CHP ile Belediye birlikte onarmışlardı. Sekiz ay süren iki davadan da beraat ettik.

Gazetede, köşenizde en çok neler yazıyorsunuz?

Daha çok geleneksel halk kültürü (Gelenekler, görenekler, türküler, söylenceler, ağıtlar…) alanında derleme, inceleme ve araştırma çalışmaları yapıyorum ve yazıyorum. Ayrıca sanat-edebiyat yazıları da yazıyorum. Bazen de güncel konular…

Yazar olabilmek için bir eğitim gerekli mi?

Yazar olabilmek için eğitimli olmak gerekir elbette. Ancak, illa da yüksekokulu bitirmek diye bir koşul yok. Uğur Mumcu’nun dediği gibi; “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.” Bu nedenle yazarlar bilgi sahibi olmalıdır. Bunun için de çok okumalı, bilimin ışığında hareket etmeli, toplumu iyi tanımalıdır…

Şimdiye kadar yazdığınız kaç kitap var, kaçı yayınlandı?

Hazırlamış olduğum kitapları yıllarına ve içeriklerine göre şöyle sıralayabilirim.

1985: Bir Gün Uyandığında (Çocuklara yönelik şiirler)
1988: Televizyonu Nasıl Buldum? (Anılar-Öyküler)
1990: Yenilenen Köy Ballıkaya (İnceleme)
2000: Âşık Yoksuli’nin Şiirleri (Derleme)
2002: Arguvan Türküleri (Hüseyin Şahin ile birlikte; Derleme-İnceleme)

Bunlardan yalnızca “Televizyonu Nasıl Buldum?” yayınlandı (1999). İkinci basımın hazırlıkları sürüyor. (2002 Kasımında ikinci basım hazırlıkları tamamlandı, ancak basılamadı) Malatya Yorum’da yayınlanan yazılarımdan bazılarını, elimde bulunan bazı yazılarla birleştirerek bir kitap hazırlamak istiyorum. (Bu çalışma da 2003 Kasımında başlatıldı) 1983’te başladığım, 1962’den 1982’ye kadar yaşamımda iz bırakan olayların yer aldığı ve “Anıya Benzer” adını verdiğim anı-deneme notlarımın yazımı ise hala sürüyor. (*)

Yayınlanan kitabınızdaki öykülerde öne çıkan kahramanlar var mı?

Yayınlanan kitabımda öğretmen okulu yıllarımda yazdığım öyküler var daha çok. Bunlardan öne çıkarılan kahramana rastlamak da zor. “Hasan Emmi”, toprağın değerini bilen, aynı zamanda eğitime önem veren bir çiftçi. “Her Sabah Her Sabah” adlı öykünün kahramanı Mustafa, sizlerle yaşıt bir öğrenci. Okul dışı zamanlarında kuzu ve oğlakları otlatıyor…

Yazar olarak hangi ders kitaplarında adınız geçiyor?

Ders kitaplarında adım henüz geçmiyor. Bu kolay bir şey değil. Ancak, bazı dergilerde (Folklor Edebiyat, Anadolu Şiir, MAKSAD, Erciyes, Arguvan Olgusu, Yorum Kültür-Sanat…), kitaplarda (Malatyalı Gönül Sultanları, Kültür Bakanlığının bazı yayınları…), gazetelerde adımdan söz edildi, yazılarım ve şiirlerim yayınlandı. “Arguvan Türküleri” kitabımız çıktığında ise adımızdan daha çok söz edileceğini umuyorum.

Kitabınızın adı, “Televizyonu Nasıl Buldum?”; Televizyonu ilk bulan siz misiniz

Gelelim televizyona!

“Televizyonu Nasıl Buldum?” anı ve öykülerimden oluşan bir kitap. Kitabıma adını verdiğim anım ise, 10–11 yaşlarında bir köy çocuğu olarak çamurdan yaptığım oyuncaklarla ilgili. Bu oyuncaklardan biri de “televizyon”! O zaman “radyo” diyordum ben. Sonradan sesin yanında görüntüyü de düşününce “televizyon” olarak adlandırdım buluşumu (!) O yaşımda böyle bir şey yapmam arkadaşlarımca da beğenilmişti. Hala kırk yıla yaklaşan bir süre önce yaptığım bu işi bazı arkadaşlarım anımsayarak anlatırlar. Elbette ki bu ilginç “buluşum” beni gururlandırmıştı.

Televizyonu, 1926 yılında John Logie Baird adlı bir İngiliz bulmuş; ülkemizde 1952 yılında deneme yayınları başlatılmış, 1968’de TRT Ankara Radyo Televizyonları yayınlara başlamış, 1982’de renkli televizyona geçilmiş, 1990’da özel kanallar açılmıştır. Yani, televizyonu ilk bulan ben değilim.

Sizce televizyonun yararlı ve zararlı yanları nelerdir? Doğup büyüdüğünüz yerde televizyona karşı olanlar var mı?

Televizyonun iyi bir şey olmadığına inananlar var. Balı da çok yerseniz sizi rahatsız eder. Her şeyin ölçülü olması, ölçülü kullanılması insanların elindedir. Ancak, televizyonun iyi bir şey olmadığını söyleyenler, bugün onu daha çok kullanan ve seyredenler. Aslında bilim ve tekniğe karşı olanlar, zamanla bu karşıcılıklarını nedense unutuyorlar. Bizim köyümüzde böyle düşünceyle hiç karşılaşmadım. Bizim köyümüzün kanalizasyonu, içme suyu, parkı, her evin telefonu var, cadde ve sokakları asfalt, okuryazar oranı yüzde yüze yakın

Televizyon olmasaydı ne olurdu?

Televizyon olmasaydı, onun yerine başka bilim-teknik araçları geliştirilirdi. Bilgisayar, Internet, film gösterici v.b… belki ülkemize biraz daha geç girseydi, okuma alışkanlığı olumlu yönde gelişebilirdi!

Okullarımızdaki eğitimin geleceği ve eğitimde özelleştirme hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Anayasamızda, “İlköğrenim zorunlu ve devlet okullarında parasızdır” hükmü bulunmasına karşın bu madde işlemiyor ve sürekli özelleştirmeye doğru adım atılıyor. Özel eğitim kurumlarının sürekli yaygınlaşması, devlet okullarındaki kalitenin düşmesi hep olumsuz gelişmeler…

Bizlere son olarak neler söylemek istersiniz?

Atatürk’ün şu sözünü anımsatmak istiyorum:

Tek bir şeye ihtiyacımız var; çalışkan olmak!”

(Malatya Kemal Özalper İlköğretim Okulu, 22 Ekim 2002, Malatya

_______________________________________

(*) Arguvan Türküleri (Hüseyin Şahin ile birlikte; Derleme-İnceleme), 2004 yılında AKEV tarafından yayınlandı. “Anıya Benzer” 2007  yılında düzenlendi.  Malatya Yorum’da yayınlanan yazılarımla ilgili düzenleme çalışmaları sürüyor.

19 Ocak 1999 Salı

Kırk Sekizden Sıfıra

Kırk Sekizden Sıfıra

Süleyman ÖZEROL

Bir dergide Prof. Dr. Ali Nejat Ölçen’le yapılan söyleşide şu tablo ile karşılaşıyoruz. (1)










Tablo Müslüman bilim adamlarını tanıtan bir kitaptan Ali Nejat Ölçen tarafından aktarılmıştı. (2) Buna göre 1700’den buyana İslam dünyasında bilim adamının yetişmediğini görüyoruz.
Neden mi? Neden çok… Ancak temel nedenler var ve bunların başında din ile devlet işlerinin birbirine karıştırmak ve dini siyasete karıştırıp, alet etmek geliyor. Özellikle halifelikle imamlığı birbirine karıştıran Osmanlı düşüncesi; kanat takıp uçan, havai fişek tepkisi ile göğe yükselmeyi başaran insanları vb. bilimsel çalışmaları hep tehlikeli saymış. Zaten, halkı Müslüman olan diğer ülkeler içinde Osmanlı Devletinin yükselme dönemindeki düzeyine bile ulaşan olmamıştır. Halen 1400 yıl önceki gibi giyinmeyi (ki, aslında Arap milli giysileridir giyinilmesi savunulan, hatta başka ulusların da giyimiyle ilgilidir), düşünmeyi, davranmayı marifet sananlar elbette çağdaş dünyaya ayak uydurmada zorluk çekeceklerdir.
Demek ki bilim dünyasından silinmekteki nedenlerin başında gelen olgu dinin siyasete karıştırılması/alet edilmesidir. İkinci bir neden: din sorgulanmaz olduğuna göre, ya insanlar niçin sorgulanmasın? Demek ki bu insanlar kendilerini sorgulayamamışlar. Oysa sorgulamalıydılar. Özeleştiri yapmayan, yani kendini sorgulamayan insanlar dünyaya hep at gözlüğü ile bakmak konumunda olan insanlardır. Kendilerinin dışındakilere “Allah yarattı” demeyen, Edison’u 'cennet'e layık görmeyen insanlardır. Bu da diyalektiği yadsımaktan başka bir şey değildir.
Doğanın diyalektiği ikilemler üzerine kuruludur. Bu ikilemin tarafları hem birbirinin karşıtıdır, hem de birbiriyle birliktedir. Bazen biri, bazen diğeri ağırlık kazanır. Güçlü olan dengeyi bozar ve bu dengenin çelişkileri iyice keskinleşmesi olumsuzlukların başlamasına neden olur. Ateş yakıcıdır, odun ise yanıcı. Bunlar birbirleriyle yan yana durduğunda herhangi bir etken olmadan “yangın” çıkmaz. Birileri bu iki karşıtı bir araya getirdiğinde yanma ile birlikte “yangın” çıkma olasılığı da vardır.
Bir örnek daha verelim: Bir bardak su ile dolu olsun. İçine birkaç damla boya katalım. Ortaya çıkan karışıma ne ad veririz? Boyalı su… bir de tam tersini uygulayalım. Bir bardak dolusu boyaya birkaç damla su katalım. Bu kez sulu boya olacaktır. Bu ikilemde ağırlıklı olan madde geçerlidir.
İşte; boyalı su ile sulu boyayı ayırt edemeyenlerin bilim dünyasındaki yeri elbette ki 'Sıfır'a düşecektir. Hele de kendini sorgulamayan insanların durumu ancak böyle bir sonuca ulaşacaktır. Çünkü din, insanın kabullendiği toplumsal değer yargılarından sadece biridir.
(*)
______________________________
(1) Nefes Dergisi, Yıl 1994, Sayı 7, Sayfa: 48-49
(2) Müslüman İlim Öncüleri
(* Malatya Yorum Gazetesi, 19 Ocak 1999