27 Mayıs 2024 Pazartesi

Bir Zamanlar 27 Mayıs Bayramdı

Bir Zamanlar 27 Mayıs Bayramdı

Bir zamanlar 27 Mayıs bayramdı; Hürriyet ve Anayasa Bayramı...
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından 1961 yılında yeni anayasa hazırlanmış, Milli Birlik Komitesince 27 Mayıs 1963 tarihinden itibaren de Hürriyet ve Anayasa Bayramı kabul edilmiştir. 9 Kasım 1982 tarihli 12 Eylül Anayasası ile kaldırılan bu bayramda, devlet erkanı Anayasa Mahkemesi başkanını kutluyordu.

Köyümüzün üzerinden geçen hava hattında arkasında beyaz çizgili izler bırakan uçakların çokluğu o çocuk yaşımda dikkatimi çekmişti. Meğer o gün darbe günüymüş...
1940'lı yıllarda yapılan köyümüzdeki okul binası yeniden yapılıncaya kadar köydeki birkaç evde eğitim öğretim yapıldı. Bunlardan biri de Polis İsmail’in (Uçar) eviydi. O zaman okul müdürü İpşir Güner, 27 Mayıs darbesinden sonra muhtar olarak görevlendirilmişti.
1961 yılında hazırlanan yeni anayasayla daha demokratik haklar ve özgürlükler getirilmişti. Dernekler, sendikalar, odalar demokratik toplum kuruluşları olarak ülke yaşamında daha da etkin kılınmıştı.
1969 yılında eğitim öğretim çalışanları bilimsel eğitim, özlük ve demokratik haklar verilmesi için büyük öğretmen boykotunda okulumuzda öğrenciler olarak derse girmeyip Adana asfaltına gitmiştik. Ertesi gün ana binanın ikinci katında karşılaştığım Müdür Başyardımcısı Nevzat Kaktay gülerek gelip karşıma durmuş, “Aferin be Özerol! Öğretmenleriniz olarak haklarımız için boykota katılamadık ama siz öğrenciler katıldınız. Aferin, aferin!” demişti.

Aslına bakarsanız 1961 anayasası birilerine göre bize yaramazdı. Çünkü bizim halkımıza bu kadar hak ve özgürlükler tanımak bol gelirdi. Evet evet! En iyisi cuntaydı, öyle de oldu. Ve 12 Mart 1971 yine bir darbe...
11 yıl aradan sonra ‘iktidarı ülkeyi iyi yönetemediğinden’ ordu yönetime el koydu. Ne de sağ göstererek sol vurdu.
Halka o kadar hak ve özgürlükleri tanırsanız sizi tanımaz. ‘Sürü’ saydığınız halkın sırtından sopayı eksik etmeyeceksiniz! Gözlerinin yaşına bakmayacaksınız birer ikişer sallandıracaksınız. Yaşı küçükse bile bir gecede büyütüp asacaksınız. Besleyecek haliniz yok ya!
Halka öyle davranmalısınız ki sizin devranınız dönsün tekerinize taş değmesin…
Dernek sendika oda onlar da ne hepsinin kapısına kilit vuracaksınız!

Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası

Konunun mizahı bir yana, size çok kısa olarak 1961 Anayasası ile ilgili bir kitaptan kısaca söz etmek istiyorum.
Bülent Tanör, 1969 yılında Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası adlı tez çalışmasını gerçekleştirir ve de aynı adla, aynı yıl kitap olarak yayınlar.
1972 yılında Urfa'da öğretmenliğe başladığım zamanlarda on dokuz yaşında bir gençtim ve iyi bir okurdum. Okuma alışkanlığını Akçadağ İlköğretmen Okulunda kazanmıştım ve burada öğretmenlikte de devam ettim. Orhan Hançerlioğlu'nun Düşünce Tarihi, Cemil Sena'nın Hz. Muhammed'in Felsefesi, Hilmi Yücebaş’ın Neyzen Tevfik, Kemallerin (Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir), Fakir Baykurt’un ve pek çok yazarın romanları, dünya klasikleri bu sıralarda okuduğum kitaplardı. Kendimce şiirler de yazıyordum.
Öncü Yayınlardan da birkaç kitap istemiştim. Bunlar arasında “Sanat yaşantının izdüşümüdür” diyen ressam yazar İbrahim Balaban'ın İzdüşümü kitabı, Bülent Tanör'in sözünü ettiğim kitabı veya birkaç kitap daha vardı.
Anımsadığım kadarıyla Tanör, birilerinin bu anayasanın halka bol geldiğini belirtmesine karşın hak ve özgürlüklerin aslında yetersiz kaldığını belirtmişti. Onun önerilerinden bazıları onlarca yıl sonra ancak gerçekleştirebildi.
T. C. Anayasası 1924 yılından günümüze pek çok kez düzenleme çalışmalarıyla biçimlendi. Eğer bugün 1961 Anayasasının gerisinde kalıyorsak toplumsal yaşamımızda bir sorun var demektir. Sorun olmasa 1982 Anayasasının baskıcı ve dayatmacılığını %92 halkoyla kabul eder miydik? % 8'in içinde yer almış bir yurttaş olarak anti demokratik uygulamaların hala varlığından rahatsızlık duyuyor, karşı çıkıyor ve düzeltilmesini istiyorsam duyarlığımdandır.
Özal dönemede kılık değiştiren, daha sonra özellikle hukuk alanındaki değişimlerle yeniden biçimlendirilen anayasa günümüzde varlığını sürdürüyor.
Uluslararası hukuk kuralları ve anayasaya göre suç oluşturan bazı konular özellikle dinsel ve ırksal yaklaşımlarla çözüm amacı gibi öne sürülerek gericiliğin dayatılmasından başka bir şey olmadığı görülmektedir.
Sorunları hukuksal yönden değil de din, ırk, dil, cinsiyet konularına bağlı feodal çözümlerle düzene koymaya çalışan tutucu yönetimin bir türlü anayasayı sağlıklı bir yapıya kavuşturamayacağı ortada. Her ne kadar yasalarda yer almasa da mahalle baskısı diye tanımlanan geleneksel gerici dayatmaların bir ülkeyi yönetmek mantıklı değil…
Yurttaşlık bilincinin gelişmediği ülkemizde sorunlu yöneticilerin ortaya çıkması elbette ki olacaktır. 60 yıl sonra da olsa hak ve özgürlüklerin bir kenara bırakıp özürlü demokrasi ile yetinmek zorunda değiliz…


Ankara, 27 Mayıs 2024

28 Nisan 2024 Pazar

Eşanlamlı Sözcüklere Değinmeler ve Bercilik

Eşanlamlı Sözcüklere Değinmeler ve Bercilik

Süleyman ÖZEROL

Yetmişli yılların ortalarıydı. Babam Hasan Özerol ile dayım İbrahim Erol ot ve ekin biçimi, harman kaldırma, yaprak kırma gibi köy işlerini genellikle ortaklaşa yaparlardı.

Bir gün köyümüz Ballıkaya’nın en eski bahçelerinin bulunduğu Değirmenönü dediğimiz yerdeki bağ damımızda iş dönüşü yemek yedik. Yemekten sonra dayımın beş oğlundan ikincisi olan Mustafa, “Ben gideceğim” dedi. Dayım, “Nereye?” diye sorunca eve gideceğini belirtti. “Evde ne yapacaksın?” dedi. O da yıkanacağını söyledi. Dayım şunları söyledi.
“Git banyo yap, yarın yıkan, öbür gün yun, daha sonraki gün su dökün, sonra da çim” dedi. Evde var olan kalabalık hep birden gülüştük.
Banyo yapmak, yıkanmak, yunmak, daha sonraki su dökünmek, çimmek; dayım aynı anlamı taşıyan eş anlamlı beş sözcüğü bilinçli olarak artı arda sıralamıştı. Kısacası beşinin de aynı anlamda kullanıldığını biliyordu ve bunu böyle gülmeceli bir biçimde belirtmek istemişti.

1990 yılında Rize'de katıldığım bir hizmet içi eğitim kursunda en yaşlı (64) katılımcı olan Mihriban Hanım, “Mesela, örneğin, farzımahal, diyelim ki sözcüklerini bir cümlede kullanırken bir alışkanlığı sergilemişti. "Mesela örneğin" diye başlarlar ya onun gibi...
Diğer yandan 90'lı yılların sonlarında Malatya'da yayın yapan bir yerel televizyon da kanalında haber sunucusu şöyle demişti.
“Belediye Başkanı Münir Erkal, katıldıkları toplantıya iştirak etti.”
Sunucu, ‘katılmak’ ve ‘iştirak etmek’ eşanlamlı sözcükleri aynı cümlede kullanarak elbette ki bir hata yapmıştı. Çünkü günlük yaşamda kullanım ile haber sunumu çok farklı şeyler…
Günümüzde dilimizde başka dillerden girmiş, bayatlamış, söyleyişi sorun doğuran eşanlamlı sözcüklerden bazılarını birilerinin özellikle ve de yanlış kullandığını görüyoruz.
İstişare: ‘Danışma’ anlamını taşımasına karşın ‘görüşme’ anlamında…
Feraset: ‘anlayış’, ‘seziş’, ‘sezgi’ gibi sözcükler yerine ‘güzellik’, ‘güzel görünme’ anlamında…
Konuyla ilgili pek çok örnek verilebilir. Bunların temeli okuma, yazma ve konuşma alışkanlığına bağlıdır. Okuma alışkanlığı özellikle algılama ve anlamayı geliştirir, sözcük dağarcığını zenginleştirir, dilbilgisi ve yazım kurallarını pekiştirir. Önemlidir ve unutmamak gerekir.

Ankara, 20 Nisan 2024

Berci ne demek, kime deniyor?

Facebook'ta dünya kültürleri ile ilgili bir grupta 1965-1966 yıllarına ait 
köyümüz Ballıkaya'dan bir fotoğraf paylaştım. Fotoğrafta Alaçayır yaylasında davar sağan köylümüz berciler vardı.
Grup üyelerinden Cihat Avcı, “Berci ne demek, kime denir?” diyerek yorum yazmıştı. Yorumuna açıklayıcı bir yanıt yazdım.
Küçükbaş hayvanların (keçi, koyun) sütünün sağılması için çoban, kuşluk zamanı davarları suladıktan sonra uygun bir yere getirir. Çobanlar davarın sulanmadan sağılmasını uygun bulmazlar. Sulama işine bazen sağıcılar da yardım ederler.
Bu eyleme yani davarı savma eylemine ber, sağım yerine ber yeri, sağım yapanlara, yani süt sağanlara da berci denir.
Bercilik işini daha çok kadınlar yapar. Erkek berci yok denecek kadar azdır.
Arguvan ve Hekimhan yöreleri müzik kültürü ile ilgili çalışmalarımdan dolayı bu yörelerin müzik kültürü ile ilgili kitaplarımızdan hareketle bercilik ile ilgili örnekler vermek istiyorum.
Hüseyin Şahin ile birlikte yayınladığımız Arguvan türküleri kitabımızdan örnekler sunalım.
‘Arguvan Türkülerinde Bağlantılar ve Katmalar’ bölümünden örnekler...

Dıloğ hancığım dıloğ
Dıloğ yolcum diloğ
Dıloğ bercim dıloğ (s. 36)

Yolcum oy oy oy oooy
Bercim oy oy oy oooy (s. 51)

Aman gelin el eyleme
Dağı taşı yol eyleme
Aman gelin yolcu musun
Gelin sen de berci misin (s. 56)

‘Arguvan Türkülerinde Geçen Deyimler, Kalıp Sözler ve Söz Grupları’ bölümünden örnekler.

Mor koyunun bercisi olmak: Mor koyunun bercisiyim
Seçkin bir yerden sevgilisi olmak (s. 262)

Yarın bercisi olmak: Ben o yarın bercisiyim (s. 269)

‘Arguvan Türkülerinde Simgesellik’ bölümünden örnekler

Nergiz (bitki Simgesi): Yaylaların nergisiyim/Ben o yarın bercisiyim (s. 346 iş)

Mor koyun (hayvan): Mor koyunun bercisiyim (338)

Bercim (yar-sevgili): Dilog bercim diloğ (s. 343)

Berci (iş-meslek): Ben o yarın bercisiyim (s. 346)

Renk, Mor koyun: Mor koyunun bercisiyim (s. 351)

Yaylaların nergiziyim
Mor koyunun bericisiyim
Emzirmem Nazlı kuzumu
Ben o yarın bercisiyim 
(S. 558, TM: 381)

Levent Çoban ile birlikte hazırladığımız Hekimhan Müzik Kültürü kitabında da Güşü’nün Ağıtı'nda berci geçer.

Koyun geldi ber yerine dayandı
Benim anam alkanlara boyandı (s.61)

Ankara, 26 Nisan 2024

5 Nisan 2024 Cuma

Yerel Seçimler, CHP ve Uzak Durulması Gereken İnsanlar

Yerel Seçimler, CHP ve Uzak Durulması Gereken İnsanlar
Süleyman ÖZEROL

Bugün 31 Mart 2024...
Ülkemizde herkes yerel seçimlere odaklandı. Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtarlar önümüzdeki beş yıl görev yapmak üzere yeniden seçilecek.
Siyasi partiler güçleri oranında seçim çalışmalarını yürüttüler. Ancak görüldüğü kadarıyla iktidar partisi ve yandaşlarının devletin olanaklarını kullandığı gözden kaçmadı. İstanbul almak için on yedi bakanlığın seferber edildiğini basından öğrendik.
Seçimde ekonomi, sağlık, eğitim ve kültür başta olmak üzere temel konular başa güreşmesi gerekirken; dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet gibi konuların seçim malzemesi olması gerçekten çok acı bir durum...
Mahkeme kararı olmadan birilerini suçlu, hain, terörist, terörist destekçisi ve benzeri sıfatlarla nitelendirmek, ilan etmek ülkemizdeki bazı partilerin neredeyse seksen yıllık seçim malzemesi olarak ayrı bir durum…
Dört liralık akaryakıtın 45 lira, beş liralık Euro’nun 35 lira, ev kiralarının emekli maaşının üzerine çıkması; yolsuzluk, fuhuş, adaletsizlik, düzeysizlik ve daha pek çok olumsuz konu ve davranışların tavan yaptığı dönemde hala ‘vatan millet Sakarya’ edebiyatı yapılıyor; kadınların modasını ülke sorunu yapan partiler ülkeyi yönetiyorsa vay halimize...
Sıraladığım bütün bu olumsuz davranışları araştırmayan, çözüm önerilerini hiçe sayan, çözüm getirmeyen iktidar ve yandaşlarının, bunları iktidar edenlerin kötüyü yeğlediklerini söylenebilir. Kısacası halkımızın büyük bir bölümü olumsuzluklardan ve kötüden yana!
Bakalım bugünkü seçimde halkımız nasıl bir davranışta bulunacak?

Türkiye'nin Birinci Partisi CHP

Ve basın, ‘Türkiye'nin birinci partisi artık CHP’ diye manşet attı.
CHP zaten 100 yıldır ülkemizin birinci partisidir.
Demokrasi havarisi kesilen Demokrat Parti, CHP'nin içinden çıkmıştı. 27 Mayıs’tan sonra kurulan MHP, CHP'nin Altı Okunu ve Atatürk'ün tamamlayıcı ilkelerinden bazılarını bir araya getirerek dokuza çıkarmış ve Hitler’e özenerek ırkçılığı öne çıkarmakla siyasette yer almıştı. Adalet Partisi, Güven Partisi ve daha pek çok parti CHP'nin içindeki ılımlılardan kurulan partiler oldu. 12 Eylül'den sonra kurulan partiler de temel olarak CHP'nin siyaset ilkelerine benzer bir şekilde kuruldular.
1946'dan sonra CHP tek başına iktidar olmadı. Bu nedenle CHP'yi değerlendirirken, 46 öncesi ortam ve koşullarına göre değerlendirmeniz gerekir. En azından 5 yıllık bir dönemde tek başına iktidar olduğu zaman da karne verebilirsiniz.

Uzak Durulması Gereken İnsanlar

Yaşadığımız ve gördüğümüz kadarıyla ülkemizde toplumsal yapının yozlaşmış, kokuşmuş, gericileşmiş bir yapının olduğu gerçeğine bağlı olarak -her ne kadar kalıplaşmış söylemler olsa da- toplumsal paylaşım sitesi Facebook'taki bir paylaşıma değinmek istiyorum.
Dört insandan uzak durulmalıdır.
1. İyiliği inkâr edecek kadar nankör olan insandan.
2. Doğruyu göremeyecek kadar kör olan insandan
3. Yalnız şu savunacak kadar cahil olan insandan.
4. İnsanların acısından ve çaresizliğinden zevk duyan insandan.
Aslında bu modeller oldukça çoğaltılabilir. Çünkü dünyada ne kadar insan varsa o kadar da bakış açısı ve davranışlar vardır.
Bu yazıya doğaçlama olarak üç dörtlük yorum yazdım.

Kul olan bunlara âşık olmuştur
Ne kadar söylesen yine vazgeçmez
Anasını babasını bellesen
Kellesini kessen 
yine vazgeçmez

Cahiller deveden inatçı olur
Nerede b*k varsa gider oturur
Hem de durmaz din imandan dem vurur
Kıblesini tutsan yine vazgeçmez

Kaval dinlemeyen sürü güdülmez
Kalbi kara kullar ıslah edilmez
Süleyman da bu kullara güvenmez
Cenneti versen de 
yine vazgeçmez

Bunu yeniden gözden geçirerek düzenlemeliyim, hatta ‘biraz daha geliştirmeliyim’ diye düşündüm. Ancak özü verdiğimi düşününce -şimdilik- yeterli gördüm.

Ankara, 31 Mart 2024

24 Mart 2024 Pazar

Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?

Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?


Süleyman ÖZEROL

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile CHP Çankaya Belediye Başkan
Adayı Hüseyin Can Güner, 'Malatyalılar Federasyon, Vakıf ve Dernekleri' temsilcileri ile bir araya geldiler.
Gençlik Parkı girişinde bulunan Ankara Kent Konseyi Merkezinde 21 Mart 2024 Perşembe akşamı saat 18.30 sıralarında iftarın ardından Malatyalılar, Malatyalı müzisyenler Ali Almasulu’nun keman ve Mehmet Balkış’ın cümbüş sazları ile çalıp söyledikleri türkülerle birlikte oldular.
Ankara milletvekili hemşerimiz Murat Emir, bazı dernek temsilcileri ve Malatyalı hemşirelerimiz bulunanlara hitap ettiler.
Hemşerimiz CHP Çankaya Belediye Başkan adayı Av. Hüseyin Can Güner ve ilerleyen dakikalarda başka bir toplantıdan buraya katılan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş da konuşmasını yaptı.
Konuşmalarda gündemde yerel seçimler, Nevruz Günü, Ankara, Malatya ve diğer pek çok konu yer aldı.
Başkan Mansur Yavaş'ın konuşması kültürel ağırlıklı olduğundan bazılarını not ettim. Vedalaşırken de “Sayın başkanım, sizinle görüşmek isterim” dedim. “Olur, haberleşir görüşürüz” dedi.
Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?
Kırk yılı aşan süreden buyana özellikle halk kültürü ile ilgili çalışmalar yapmamla birlikte bu konudaki görüş ve düşüncelerimiz tamamen örtüşüyor.

Depremde ve Malatya

Başkan Yavaş, Malatya'da yaşanan deprem ile ilgili konularda kısaca şunları söyledi.
*Depremde Malatya'ya ilk ekmek götürenlerden olduk.
*Malatya Devlet Hastanesi'ne mobil arıtma tesisi kurduk.
*Malatya ticaret sanayi odası ile toplantı yaparak sorunları görüştük.
*Malatya halkından 10 ton kayısı alınarak destek olduk,
*Ankara'da Malatya Günleri ile esnafa destek olundu.
Başkan Yavaş tüm bu çalışmalardan Veli Ağbaba'nın destek ve çabalarından da söz etti. Veli Ağbaba da iki kez toplantıya canlı görüşmeyle katıldı.

Kültürel Konular

Kültürel konularla ilgili aldığım bazı notları da sizlerle paylaşmak istiyorum.
*81 ilin tanıtılmasının Ankara'ya yapılması… Ankara’da yaşayan başka kentlilerle ilgili olarak 81 ilin kültür bahçesini oluşturmak istedik, ancak 13 il destek vereceğini bildirdi.
*Kültürümüzün unutulmaması ve bozulmadan geleceğe aktarılması çok önemli...
*Gençlere verilen desteğe devam edeceğiz.
*Beş yıllık çalışmalarımız ‘Mansur Yavaş Belediyeciliği’ olarak adlandırıldı ve saydamlık ilkesine önem verdik.

21 Mart 2024 Perşembe

Hızır’dan Nevruz’a

Hızır’dan Nevruz’a




















Süleyman ÖZEROL


Anadolu ve yakın çevresinde Hızır ile ilgili inanmalar, ziyaret yerleri, anlatılar ve benzeri kültürel olgular oluşmuştur. Halkımız, Hızır’ı tanımlarken de çeşitli kavramlar oluşturmuştur. Bu kavramlar birçok deyim ve söz grubu biçiminde kendini göstermektedir. Bunlarda özellikle imdat bekleme, yardım beklentisi göze çarpar. Zaten Hızır, “Darda kalanların yardımına koşan” olarak tanımlanır.

Deryalar Bekçisi Hızır.
Bozatlı Hızır.
Deryalar Bekçisi Bozatlı Hızır.
Hızır uğraya.
Hızır yoldaşın ola.
Hızır carına yete.
Hızır’a yoldaş olasın.
Hızır bekleye.
Hızır saklaya.
Bozatlı Hızır carına yete.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.
Darda, buğda kalana kim yetişir?


Hızır…

Anadolu halkı Hızır’ı bir tanrı gibi değerlendirir, kabul eder, tanrı ile özdeşleştirir.

Bin bir adı vardır bir adı Hızır
Nerede çağırsan orada hazır


Pir Sultan’ın bir deyişi köyümüzde (Hekimhan-Ballıkaya) Âşık İmam Dede (İmama Şahin) tarafından çok yüksek bir okuyuşla söylenirdi. Süreçte Derdiyoklar, Yavuz Top ve daha başka birçok sanatçı tarafından okunmuştur.

Bakınız Pir Sultan ne diyor?

Bir yavru yolladım gurbet ellere
Amanatı sana Bozatlı Hızır
Seni bekçi derler de nice bellere
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Nice günler gördüm aklı karalı
Nice günler gördüm dertli çareli
Bir yavru yolladım yürek yaralı
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Haktan bize bizden halka zulüm yok
İmanım var vadesize ölüm yok
Senden başka da kanadım yok kolum yok
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Pir Sultan Abdal’ım böyle mi olacak
Beklerim yolları da yavrum gelecek
Analı babalı da murad alacak
Amanatı sana Bozatlı Hızır


Yöremizde yaşanan bir olayı öykülediği bilinen bir başka deyiş var. Bu deyiş önce 1988 yılında Görüş gazetesinde yayınlanan “Yenilenen Köy Ballıkaya” dizi yazımda öyküsüyle birlikte yayınlandı. Daha sonra Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Enstitüsü tarafından yayınlanan Hacı Bektaş Veli Dergisinde “Şah İbrahim Veli İle İlgili Anlatımlar: Ballıkaya Köyü’nden Derlemeler” yazımda “Kışta Kalanların Deyişi” başlığı altında şiir olarak yer aldı (Yıl: 2004 Sayı: 30).

Akşam namazında çıktık Bozan’dan
Gözüm korktu hızan oğlu hızandan
Dahası kör imiş çıkmış izandan
Aman Hızır aman car sende kaldı

Avşar Çayına geldik çıkardık şalvar
Salman Sarı Beköğ sen Hakka yalvar
İlerisi çetin bunda bir hâl var
Aman Hızır aman car sende kaldı

Ulupınar’a geldik baktık geriye
Biri kıra binmiş biri doruya
Biri benzer Dede Karkın Ali’ye
Aman Hızır aman car sende kaldı

Boz Armut’a geldik gece kar idi
Salman Sarı Beköğ atı sürüdü
Kul Mustafa bir bellicek er idi
Aman Hızır aman car sende kaldı

Atlar düzüm düzüm çıkmıyor kardan
Salman cevap etti ben gitmem buradan
Kul Mustafa’m der ki ayrıldık yardan
Aman Hızır aman car sende kaldı

Görünüyor Başağa’nin söğüdü
İpşir Ağa yaylasında yoğ idi
Kırıldı mı Mezirme’nin yiğidi
Aman Hızır aman car sende kaldı

Aşılık’a geldik yolu şaşırdık
Dikmetaş’a geldik iyice şaşırdık
Salman sarı Beköğ’ü öğe düşürdük
Aman Hızır aman car sende kaldı

Yazır’ın başında hayli savaştık
Başağa er imiş toruna düştük
Çok şükür Mevla’ya biz ceme düştük
Aman Hızır aman car sende kaldı

Çevirme’den Mezirme’ye yolumuz
Sefil Ali’m üğürt eder hâlimiz
Allah soldurmaya bizim gülümüz
Aman Hızır aman car sende kaldı


Anadolu halkı kışı “Zahmarı” ve “Zahmatı” diye iki bölüme ayırmıştır. Kırk gün Zahmarı, kırk gün de Zahmatı’dır. 28 Ocak ise “Kış Yarısı”dır. ”Kış Yarısı” eskiden törenlerle kutlanırdı, şimdi birkaç köyde kutlandığına tanık oluyoruz.
Kış Yarısından sonra gelen Şubat ayının ilk haftasına “Boş Hafta” ya da “Avara” denir. Bu sıralarda kış o kadar şiddetli olur ki insanlar bir iş tutamaz, avara kalır. Kışın zahmeti çekilmektedir artık. Şubattan itibaren halk, “Adama buz gibi, kara köz gibi” dokunan poyraz yelini bekler. İkinci hafta “Hızır Haftası”dır. Bu haftada Hızır’ın insanların yardımına geleceğine inanılır ve bununla ilgili inanmalar vardır. Un çuvallarının ağzı açık bırakılır ki Hızır uğrasın, bereket işaretini vursun… Üç gün “Hızır Orucu” tutulur. Hızır kavutu, Hızır kömbesi yapılır, paylaşılır. Hızır Cemi yapılarak “Ya Hızır Semahı” dönülür.
“Ya Hızır Semahı” ile ilgili birçok ozanın deyişi vardır. Ancak yöremizde en yaygını Teslim Abdal’a ait olandır. Bu semah deyişinde “Ya Hızır” katması dize arasındadır. Semah, adını bu katmadan almıştır.

Aşnamdan ayrıldım-ya Hızır- yamandır halim
Adettir aşığın -ya Hızır- hali böylolur
Yar aklımı aldı -Yas Hızır- çevrinir başım
Mecnun dedikleri -ya Hızır- deli böylolur

Arapkir yöresinde de Süleyman Elver’den derlenen Feryadi’nin “Muhabbet eyledim sadık yar ile” söz başlı semah deyişi bilinir daha çok.

Muhabbet eyledim sadık yar ile
Ne hoş yerde irasgeldik yar yara
Müşerref olmuşam hoş cemaline
Ne hoş yerde irasgeldik yar yara


Dolayısıyla “Zahmatı” denen zahmetli, zor günlerde Hızır beklentisi ile yapılan geleneksel törenler, buna bağlı olarak inanmalar ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan kültürel olgular Anadolu’da hala yaşamaktadır.
Hızır Haftasının ardından “Cemreler” gelir. Halk meteorolojisinde, yanmış kömür parçası, kor anlamında olup baharın gelişini, soğuk günlerin geride kaldığını simgeleyen-muştulayan cemreler önce havaya (20 Şubat), sonra suya (27 Şubat), sonra da toprağa düşer (6 Mart). Yani hava ısınır, su ılır, toprak kubarmaya başlar. Doğa canlanmıştır artık… Çocukluğumuz zamanında halkımız, “cemre” yerine “cemile” derdi espri olarak. Hatta “Cemile havaya düştü”, “Cemile suya düştü”, “Cemile toprağa düştü” denirdi.
Derken dört hafta biter, Mart gelir. Hani halkın, “Mart kapıdan baktırır/Kazma kürek yaktırır” dediği, ne yapacağı belli olmayan Mart… Miladi takvim, köylü hesabından 13 gün ileridir. “Köylü Hesabı” dediğimiz takvim de “Rumi Takvim” ile bağdaşır. Mart’ın ikinci haftası (13 Mart) köylü hesabında 14 Mart’tan itibaren Mart dokuzu hesaplanır. Yani köylü hesabında 14 Mart Martın başlangıcıdır. 21 Martta yeni bir gün başlar; Navruz…
Hava ısındı, su ılıdı, toprak kubardı, elbette navruz da çıkacak… Yani bahar gelecek. Bu gün baharın başlangıcıdır. Halk arasında Nevruz ya da Navruz diye adlandırılır. Nevruz da birilerinin sandığı gibi yalnızca bir ulusa özgü bir gün değildir. Bu güne birçok olay yüklenmiştir.

* Yeni gün, yılbaşıdır.
* Ergenekon’dan çıkış, kurtuluş bayramıdır.
* Kava’nın halkını Dehak’tan kurtardığı gündür.
* Hz. Ali’nin doğum günüdür.

Alevi-Bektaşi edebiyatında “Navruziye” adı verilen deyişler vardır.

Gelin ey nazenin canlar
Bugün nevruz-ı sultandır
Sefalar sürsün ihvanlar
Bugün nevruz-ı sultandır

Bütün mümin bütün İslam
Bugün etmek gerek bayram
Hemen sun sakiya gel cam
Bugün nevruz-ı sultandır

Aliyyül Mürteza Haydar
Cihanı gark-ı nur eyler
Bütün kurt kuş bunu söyler
Bugün nevruz-ı sultandır

Ali’nin doğduğu gündür
Bugün her günden üstündür
Hemen saki peymane döndür
Bugün nevruz-ı sultandır

Nice sırlar olup zahir
Ali’den oldu hak bahir
Şükür eyle sen ey Fahir
Bugün nevruz-ı sultandır

* * *

Lâmekân ilinden bir seda geldi
Nnevruzunuz canlar mübarek olsun
Kalb-i mü’minâna bir sefa geldi
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Vilâdet günüdür hak Murtezâ’nın
Şemşîr-i kudretle ol Kibriyâ’nın
Na’ra-yı haydar tek açıp dehânın
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Bu gün huruc eder cümle mevcudat
Bu dem kıyam eder yevm-i arasat
Bu demde açılır mü’mine mir’at
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Zirûh gayri zirûh başkeser şaha
Bu dem izin alıp gelirler caha
“Fescidü” emriyle ol yüzü maha
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Bunda hadân olur kalbi mükerrer
Gözyaşları olur la’l ü mücevher
Lâ’net et Yezîd’e ey Didârî Kemter
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

***

12 Mart 2024 Salı

Sancılı ve Özürlü Demokrasi

 Sancılı ve Özürlü Demokrasi

1972 yılını yazında Urfa'ya atandım, Eylül ayında da Urfa Merkez Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başladım.
Akçadağ İlköğretmen Okulundaki şiir yazma hevesim burada da sürdü, hatta daha da arttı. Okulda 1971 yılında iş dersinde yaptığım ciltli deftere şiirler ve yazılar yazdım, resimler çizdim. Bunları Urfa'da da sürdürdüm.
Yazdığım şiirlerin ikili dizelerinden seçme yaparak 25 Kasım 1971 tarihinde, ‘Şiirlerimden Beyitler’ başlığı altında topladım. 12 Mart 1971 Muhtırası ile ilgili olarak şu beyit vardı.

"Geldik 12 Mart muhtırasına
Türk demokrasinin yüz karasına"

Yetiştirme Yurdunda birlikte görev yaptığımız Mehmet Emin Kara, bunu okuyunca, “Türk ordusunu eleştirmişsin” dedi.
“Demokrasinin uygulanması ve korunmasını sağlamada görevli olanların anti demokratik davranışları elbette ki eleştirilmeli. Burada sorumlu olanlar, ülkeyi iyi yönetemeyenlerdir” dedim ve de tartışmayı uzatmadık.
İktidarda Küçük Amerika heveslisi bir parti ve yandaşları vardı. Ülkeyi iyi yönetemiyorlardı ki ordu yönetime el koymuştu. Ancak ordu, sağ gösterip sol vurdu. Ülkeyi yönetemeyenlerden değil, demokrat kesimden hesap sordu 
(!). Aynı amaçla (!) hareket eden 12 Eylül 1980 darbesi ise daha acımasız bir darbe oldu. 
Yarım yüzyıla aşkın bir süre önce gerçekleşen bu darbe ve sonrada yaşananları konu edinen pek çok makale, kitap yayınlandı. Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Özürlü Demokrasi kitabı bunlardan biridir.
Demokrasi, sözcük anlamıyla halkın kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanır. Halk kendi kendisini nasıl yönetecektir? Temsilcileriyle… Bu yönetim sırasında işler gereği gibi yürütülmediğinde demokrasi “sözde” kalacaktır elbette. İşte asıl sorun da burada… Uygulanırsa, “demokrasi”, uygulanmazsa “sözde demokrasi” var demektir. H. Nedim Şahhüseyinoğlu 18. kitabında, ülkemizde demokrasinin kurum ve kuruluşlarıyla işleyişini gerçek anlamda yerine getirilmediği belirtilirken, hala rayına oturmamışlığından ve çarpıklıklarından söz ediliyor. Kitabın 5. Bölümü ‘Muhtıralı-Darbeli Demokrasi’ başlığını taşıyor. Bu bölümde muhtıralar ve darbelerle demokrasinin gerçekleştirmek istenmesi konusu işlenmiş. Darbeler dönemindeki anti demokratik ve insanlık dışı uygulama ve davranışlardan örnekler de var.
Sıkıyönetim dönemlerinde ve sonrasında b*k yedirilen milletvekillerinden tutun da cop sokulanlar, ırzına geçilenler, çeşitli işkenceden geçirilenler, fişlenenlerin yaşadığı hesaba katıldığında bütün bunlar yüz karası değil de nedir? Demokrasinin en önemli özelliklerinden olan 'eşitlik' ve 'adaletin' sağlanamadığı bir ülkede de demokratik yönetimden söz edilebilir mi?
Demokrasiye özümsemeyen hatta cehaletin pençesinde olan toplumdan çıkan yöneticilerin hâkim olduğu ülkemizde ne olması beklenir ki?
Sancılı ve özürlü demokrasi...
Hala ülkemizde yaşayan halkları potansiyel suçlu, kendi dışındakileri terörist vatan haini ilan eden, dinin sırtından geçinen iktidarların layık görüldüğü ülkemizde elbette ki demokrasi özürlü olur.
Çok yazık çok!
Darbeleri savunanlar, darbe yöntemlerini uygulayanlar hala demokrasiden söz ediyor...

12 Mart 2024

28 Şubat 2024 Çarşamba

28 Şubat Üzerine

28 Şubat Üzerine

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 28 Şubat 1997 tarihindeki bir uyarısı, ülkemizde ‘darbe’ olarak nitelendirildi. Oysa darbe deyince yakın tarihlerde yaşadığımız 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerindeki darbeleri anımsarız. 28 Şubat'ı bunlarla karşılaştırdığımızda ne kadar farklı olduğu görülür.
12 Eylül 1980’den itibaren yaşanan bazı durumları basından özetleyerek sunalım.
* Gözaltına alınanların sayısı: 650.000
* Fişlenenlerin sayısı: 1 milyon 683.000
* Yurttaşlıktan çıkarılanların sayısı: 14.000
* Pasaport verilmeyenler: 388.000
* Kapatılan dernekler: 23.7
* Açlık grevinde ölenler: 14
* Çatışmalarda öldürülenler: 74
* İşkence ile öldürülenler: 171
* Görevine son verilenler: 4.891
* Cezaevindeki gazeteciler: 31
* Yakılarak yok edilen yayın: 39 ton
* Basın özgürlüğü karşıtı yasa: 151
* Yasaklanan yayın: 927
* Yasaklanan film: 927
* İdamı istenenler: 7.000
* Ölüm cezası verenler: 517
* Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam: 124
* İdam edilenler: 50
* İnfaz edilen sol görüşlü: 18
* İdam edilen sağ görüşlü: 8
Ve daha ve daha...

Bu darbelerde b*k yedirilen milletvekillerinden arkalarına cop sokulanlardan, eşleri önünde tecavüz edilenlerden ve daha pek çok insanlık dışı davranışlardan da söz edilir. Bütün bunlar düşünüldüğünde hangisinin 28 Şubat'ta yaşandığını düşünün artık...
Hiçbiri...
Yapılmak istenen bir şey vardı; elsiz ayaksız yeşil yılanı durdurmak!
Dikkat ediniz durdurmak, öldürmek değil. Ancak durduramadılar. Ülkeyi ele geçirdi ve yeraltına çekilerek dinleniyor.
Birileri hala “28 Şubat” diyerek elsiz ayaksız yılanın temsilciliklerini sürdürmekten çekinmiyorlar. Dinin kutsallığını ayakaltına almaktan maşa olarak kullanmaktan da...
Özellikle siyasetçiler ve ticaretçilerin cehaletin artmasını da körüklediklerini görüyoruz. Çünkü cehalet arttıkça hâkim olacakları kitleler çoğalacaktır. Halkın aydınlanması bunların aleyhine olduğu için cehaletin çoğaltılmasını sağlamaya gayret ediyorlar.
Cehaleti yüzde yüz ortadan kaldırılmak olası değil. Ancak en aza indirilerek topluma daha fazla zarar vermesi önlenebilir. Gelin görün ki eğitim bile cehaletin temsilcilerinin eline verilmek isteniyor.
Dileriz ülkemiz daha aydınlık, daha güzel, daha iyi yaşanır demokratik bir duruma kavuşur.
Dileğimiz güzel günlerin görülmesidir…

28 Şubat 2024