15 Kasım 2018 Perşembe

Arguvan Havalarının Halk Müziğimiz İçindeki Yeri


ARGUVAN HAVALARININ HALK MÜZİĞİMİZ İÇİNDEKİ YERİ














Süleyman ÖZEROL/ Araştırmacı-Gazeteci
Hüseyin ŞAHİN/Antropolog-Araştırmacı

Birlikte hazırladığımız “Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi” adlı 700 sayfayı bulan çalışma (AKEV Yayınları, İstanbul 2004), bu alanda yayınlanmış en kapsamlı araştırma olup, yazımız, çalışmamız temel alınarak hazırlanmıştır.

Halk müziğimizin en önemli özelliklerinden biri yaşadığımız toplumun geçmişi, geçmişteki yaşantısı, zevki, eğlencesi, geleneği, göreneği ve başından geçen olayları belirtmesidir. Bu açıdan türküler, toplumsal ve tarihsel önem de taşımaktadır. Yaşantılar sonucu yakılan bir türkü dilden dile, telden tele, ustadan çırağa, babadan oğla aktarılarak; toplumun zevk, düşünce, anlayış, algılayış ve duygu süzgecinden geçmiş ve geçmişin kültürünü geleceğe aktarmada önemli bir araç olmuştur. Bu bağlamda Arguvan havalarını kısaca değerlendirmek gerekirse; halk müziğimiz içersinde “Arguvan Havası”, “Arguvan Makamı”, ”Arguvan Ağzı” adlarıyla bilinen, tanınan ve önce Arguvan yöresinden hareketle, çevre-bölgede; okuma-aktarma yoluyla da ülke genelinde yaygınlık kazanmış olması Arguvan ezgilerinin toplumsal ve kültürel görünümünü ortaya koymaktadır.
Bir kaynakta; “Malatya iline bağlı Arguvan ilçesi ve bu ilçeye bağlı bazı köylerde icra edilen yöresel bir ağızdır” belirtmesiyle, Arguvan havalarının icra edildiği yöre tanımlanmıştır. Ancak, bu tanımlama çıkış yeri-çevresini anlatır. Şöyle ki; Arguvan-Hekimhan ve Divriği’yi içine alan alanda daha belirgin olmak üzere, Malatya’nın Yazıhan, Akçadağ ve Doğanşehir ilçesi ve bazı köyleriyle, Malatya merkezde ve Sivas, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa gibi illerde de beğeni ile icra edilen-dinlenen yöresel bir ağız olarak Arguvan havalarını tanımlamanın daha doğru olacağı kanısındayız.
Hem yörede doğup-büyümüş olması hem de halk müziği alanında uzman olması bakımından Öğretim Görevlisi Gani Pekşen’in Arguvan ezgilerini daha yakından tanıyan, bilen ve icra eden birisi olarak yaptığı değerlendirmeyi de aktarmak istiyoruz:
“Resitatif şekilde (konuşurcasına) icra edilir. Bir insanın rahatlıkla söyleyebileceği ses sahasına sahiptir (Genellikle bir oktav ses sahası içinde). Yöresel sanatçılar uzun havayı seslendirirken; ezginin karar sesini, hem hafızaya yerleştirmek, hem ezgiyi insanlara duyurma amacıyla genizden n-ah ünlemiyle seslendirirler. Ezginin güçlü sesi 3,4. ve 5. derecelerdir. Karar sesine gelindiğinde ise gırtlakta çarpma şeklinde glisan da yaparak yeden sesini çarpma olarak belirtir ve karar sesine gelir (Aynı durum güçlü sesinde de görülür). Ezgiye 3.4.5. sesle başlayıp 6. sesi kuvvetli kullanarak ve bu sesin yarım ses daha tizini vibrato yaptırarak beşlisini belirtir. Söylenilen ezginin yapısına göre de diğer sesleri kullanır... Karar sesine giderken güçlüsünde sesi aynı perdede telleri aşağı yukarı hareket ettirerek sesin dalgalanmasını sağlar. Bu ezgiye ayrı bir tat verir. Çoğunlukla Hüseyni dizisi kullanılır. Ezgi içersinde; of, aman, derdi güzel, gurban olam, kölen olam, suna boylum, ben ölürüm, dağlar duman gibi katma sözcükler kullanılır. Yörede en yaygın olan bağlama sazı kullanılır ve bağlama düzeninde tezenesiz çalım şekli olan pençe ya da şelpe adı verilen teknikle icra edilir. Konular çoğunlukla; sevda, gurbet, ölüm, ayrılık, hasret, yoksulluktur.”
Arguvan ağzı uzun havalar; Çamşıhı ağzı ile çok yakın bir benzeşim gösterir. Yine Barak ağzı ile de benzeşim ve etkileşim görülür. Bu etkileşimlere ilgili bölümlerde değinilmiştir. Ancak, Arguvan yöresi ezgilerini sadece uzun hava olarak algılamak eksik bir açıklamadır. Çünkü Arguvan ezgileri hem uzun hava hem de kırık hava olarak karşımıza çıkar. Deyişler, semahlar, duvazimamlar; deme-çevirme türküler de Arguvan ezgileri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.
2002 yılı itibariyle, Arguvan yöresine ait 91 türkü TRT Repertuarında yer almıştır. Aynı zamanda birçok türkü de başka yöreler adına kayda geçirilmiştir. Dr. H. Basri Kılıç’ın belirttiği gibi, tespit edilenler Arguvan türkülerinin daha yüzde biri bile değildir. Yine de azımsanmayacak bir rakamdır.
Özetle, Anadolu halk türküleri içerisinde, Arguvan ezgilerinin önemli bir yeri ve katkısı vardır. Bu da hayatın bir parçası olarak türküleri yaşayan ve algılayan Arguvanlı için doğaldır. Arguvan ezgileri büyük ozanlardan da beslenmiştir. Pir Sultan Abdal, Karacoğlan, Dadaloğlu, Kul Himmet, Emrah, Hatayi, Âşık Veli, Aşıki, Esiri, Derviş Muhammet, Âşık Hasan Hüseyin Orhan, Âşık Seyit Meftuni, Âşık Bektaş Kaymaz, Âşık Yoksuli ve daha birçok ozan Arguvan’da deyişleriyle, türküleriyle özümsenmiş, onların şiirlerinin dizelerinden etkileşimler doğmuş, bu da türkülerin gelenekselliği içerisinde zenginleşerek kuşaklara aktarılmıştır. Diğer yandan Kuyudere (Minayik), Ermişli (Germişi) köyleri bu konudaki geleneği yaşatmada önemli olmuştur.
Türkülerini yaşamının içersinden çıkarmış olan Arguvan ağzı türküler birçok motifle bezenmiştir. Bu ezgilerde herkes kendinden mutlaka bir şeyler bulur. Arguvan türküleri bazen sevda, hasret, ayrılık yüklüdür. Bazen de acıların dertlerin dile getirildiği motiflerle haykırır bizlere... Bir bakarsınız tarlada ekin biçerken “Hon türküsü” olmuş, bir bakarsınız ot biçmede, harmanda, el taşında bulgur çekerken ezgiler akıvermiş Arguvan insanının gönlünden... Yaylaya doğru yollandığınızda sürüsünü otlatan çobanla karşılaşırsınız. O zaman da çobanın kavalından süzülen dertli, içli mi içli bir ezgi olmuştur... Delikanlıları askere uğurlama törenlerinde bağlamanın telinde, “Otuz üç gün oldu asker olalı/Ana ben ölürüm sen geleneçe” diye dile gelmiş; sevip de kavuşamayan delikanlının gönlünde; “Yârin mendilinin ucunu yaktım/Tükettim ömrümü yoluna baktım” diye kara sevda olmuş çağıldıyor; gurbete çalışmaya giden Arguvanlının geride kalanlara yaktığı bir gurbet türküsü olmuş; “Köyüm sana gurbet bana/Ara ki bulasın beni/Ben ağlarım yana yana/Ara ki bulasın beni” diyerek...
Arguvan ezgileri form olarak ağıt şeklinde de ortaya çıkar ve der ki; “Sen de dut ki salacamın ucundan/Düğün bayram gibi savalar beni...”
Arguvan ağzı ezgiler, bir bakıma yaşamın kendisidir aslında... *





* Evrensel Kent (Evrensel Gazetesinin Malatya Kent Eki), Malatya, 2 Haziran 2007 

28 Ekim 2018 Pazar

Atatürk Devrimi ve Çağdaş Demokrasi









ATATÜRK DEVRİMİ VE ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ

atatürk resmi ile ilgili görsel sonucuÇağdaş demokrasi deyince aklımıza, halk iradesinin egemen olduğu, insan haklarına, toplum hukukuna uygun, çağdaş ilerlemeden yana bir yönetim akla gelmeli. Atatürk ilke ve devrimlerini incelediğimizde Türk Ulusunu Orta Çağ karanlığından, tembellikten, ezilmişlikten, yoksulluktan kurtarmak ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amaçlarını görebiliriz. Daha önce de değinildiği gibi halkın irade ve etkinliğine dayalı, fikir ve düşünce hürriyeti, çağdaş uygarlık, uluslar arası barış ve iyi ilişkiler, başka ülkelerin içişlerine karışmamak, yasalar karşısında dil, dini, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin eşitlik, düşünceye saygı esasları çağdaş demokrasinin gerekleridir.
Atatürk devrimlerini ayrı ayrı ele alırsak;
1. Çağımıza en uygun idare şekli Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet, demokrasiden ayrı düşünülemez.
2. Demokrasiyi gerçekleştirmek ve kökleştirmek için köklü, çağın gereklerine uygun değişiklikler yapmak gerekir (Devrimcilik).
3. Halk çoğunluğunun yararına, halkın da katılmasıyla devlet eliyle çalışmalar yapılmasıdır (Devletçilik).
4. Her şey halka rağmen, halk için yapılmalıdır (Halkçılık).
5. Ulus; kendi benliğini tanıyan, diğer uluslar içinde yer almak ve kendi benliğini korumak için ulusal bilince sahip bir düzeye gelmelidir (Ulusalcılık).
6. Demokrasi, fikir ve vicdan hürriyetine dayanır. En büyük özelliği de budur. Kul ile tanrı arasına kimse girmemelidir. Kişi kendi vicdanına göre hareket etmeli, din ile devlet işleri birbirine karıştırılmamalıdır (Laiklik).
Görüyoruz ki Atatürk ilkeleri çağdaş demokrasiyi gerçekleştirmek için halka inanan, halka dayanan, çağın gereklerini hedef alan düşüncelerden oluşmaktadır. Zaten Atatürk, başından beri Kurtuluş savaşında ve daha sonra halka danışarak, inanarak, güvenerek ve dayanarak hareket etmiştir. Halkın değerlerine, istemlerine cevap verecek çalışmalar yapmış, düşüncelerini halka mal etmiştir.
“Egemenlik milletindir.”
“Ben halka giderim.”
“Her şey halka rağmen halk içindir.”
“Türk ulusu en iyi şekilde yaşamaya layıktır.”
“Hedefimi çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır.”
Sözleriyle çağdaş uygarlık düzeyini hedef almış, halk iradesi ile hareket ederek bilimi yol gösterici kabul etmiştir.
Atatürk tüm düşüncelerini gerçekleştirmiş midir?
Elbette ki hayır... Çünkü içte ve dışta çeşitli engeller çıkmıştır. Ancak yine de yaşamı süresince birçok hedeflere ulaşılmıştır. Yapamadıklarını ve tamamlanmasını istediklerini de gelecek kuşaklara bırakmıştır.
“Gelecek kuşak, cumhuriyeti biz kurduk, onu koruyacak ve yaşatacak olan sizlersiniz” diyerek cumhuriyet ve devrimleri genç kuşaklara emanet etmiştir.
Onun en yakın arkadaşı olan İsmet İnönü şöyle diyor;
“Atatürk ömrünün sonuna kadar demokratik rejimi kurmak için uğraşmış ve birçok güçlükleri yenmiş, tamamlanması gerekenleri ve diğer bazı ihtiyaçların giderilmesi çalışmalarını yeni kuşaklara bırakmıştır.”
Atatürk, ulusu için yaşamıştır. Ondan sonra gelecek kuşaklar da onun emanetlerini korurlarsa çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak anlam kazanacaktır. 

Süleyman ÖZEROL, Malatya Söz Gazetesi, 17 Temmuz 2018 

17 Ekim 2018 Çarşamba

“BALLIKAYA (Mezirme)” ya da “Yenilenen Köy BALLIKAYA”

“BALLIKAYA (Mezirme)” ya da 
“Yenilenen Köy BALLIKAYA”
Ballıkaya ile ilgili çalışmam otuz beş yıldır sürüyor. Bazı eksikleri olmakla birlikte yakın zamanda Ankara’ya dönüşte kitap olarak bastırmak istiyorum. Diğer yandan “Babamın Yazdıkları” ve Levent Çoban ile birlikte hazırladığımız "Hekimhan Müzik Kültürü" de basıma hazır. Ayrıca 2018 yılbaşından beri sahibi ve yazı işleri müdürü olarak üç ayda bir yayınladığım ve her sayısı bir kitap kapasitesinde olan HEKİMHAN dergisinin hazırlık ve tasarımı ile de uğraşıyorum. Güz 2018 (4.) sayımızı da matbaaya gönderdim.
Köyümüzde ve yakın çevremizde var olan yöresel ağırlıklı konuları, kültür sanat ve edebiyat konularını Malatya Söz gazetesinde yayınlıyorum. Tez, ödev, araştırma yapan öğrencilere ve diğer kişilere yardımcı olmaya çalışıyorum. Yirmi beşe yakın blog sitenin yazı ve takip işleri ile ilgileniyorum. Bütün bunların yanında günlük yaşamım da var elbette. Daha çok sayacağım ama yeterli görüyorum.

Facebook’ta, “Yenilenen Köy BALLIKAYA” adıyla bir köy grubu kurdum. Bazı köylülerimiz birkaç grup yerine bir grup olmasını istediklerini belirttiklerinde bu grubu arşivledim. Var olan grupta bazı gönderilerimin bir hafta sonra görülmesi üzerine yeniden açtım ve yakın zamanda adını BALLIKAYA (Mezirme) olarak değiştirdim. Ballıkaya, köyümüzün resmi adı, Mezirme ise eski adıydı. Var olan MEZİRME/Ballıkaya grubunun da üyesiyim.
Bu andan itibaren BALLIKAYA (Mezirme) grubunun üyelerini üyelikten çıkardım ve dolayısıyla grubu Facebook’tan sildim. Bundan sonra MEZİRME/Ballıkaya grubuna üye olanlar zaten devam edecekler, üye olmayanlar bu gruba üye olacaklar. Ben de artık var olan sayfa ve gruplarım ve sitelerim ile ilgileneceğim. Ballıkaya köyü ile ilgili olarak var olan grubu izleyeceğim. Bu grupta kişi fotoğraflarından çok köyü tanıtan yayınları yayınlamaya çaba göstereceğim.
Tüm köylülerime ve arkadaşlarıma, beni takip edenlere, okurlarıma duyurur saygı ve sevgilerimi sunarım.

17 Ekim 2018

SİTELERİM: https://adimsoz.blogspot.com/p/blogspot.html

8 Eylül 2018 Cumartesi

Dünya Bizi Kıskanıyor?

Dünya Bizi Kıskanıyor?
    
Süleyman Özerol

Okulların açılma zamanı yaklaştı, biraz da eğitimden söz edeyim dedim.
Bir zamanlar birileri hep “12 Eylül öncesi” der dururdu. Nedense o dönemde eğitim düzeyimizin oldukça ileri düzeyde olduğundan, toplumsal çözülme ve konuşmanın olmadığından söz etmezler. Daha sonra gelen iktidarların Milli Eğitim Bakanlarının 12 Eylül paşası bakanın gerisinde kaldığını da… 12 Eylül sıcağında bile yaşamadığımız antidemokratik uygulamaları da yaşamadık mı?
Bu süreçte pek çok bilim adamı, gazeteci, aydın din adamı, eğitimci katledilmedi mi? İktidarlar değişse de hedef bunlardı. Başta eğitim kurumları olmak üzere; sağlık, emniyet, askeri kurumlar sanki kabul değiştirdi. Barış ve diyalog göstermelikleri sanki tüm siyasi partileri büyülemişti. Kitlesel cahilleştirme sürüyor…
Tüm okulları imam hatip adı vermeyi eğitime çözüm sanan düşünce, eğitimi yazboz tahtası durumuna getirdi. Bunlar yapılırken halkın dinsel duygularını okşamak ve sömürmenin ötesine ne kadar geçildiği incelenebilir. Bunun ötesinde Batının bizi “kıskandığı” öne sürülür. Batının bizi neden kıskandığı da doğru dürüst kimse anlatamadı.
Aslında yalnızca Batı değil tüm dünya bizi kıskanıyor…
Neden mi kıskanıyor? Birkaç neden sıralayalım…
- Üç kıtanın ortasında merkezi bir konumdayız, bir köprüyüz…
- Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen bir ülkeyiz…
- Bitki örtüsü bakımından Avrupa’nın kat be kat üstündeyiz…
- Yeraltı kaynaklarımız oldukça zengin…
- Her türlü sebze ve meyve yetişiyor…
Daha da sıralayacağımız nedenler var…
İki ay kadar önce Avrupa’ya gittiğimde gözlemlerimi yazmıştım. Avrupa’nın yurttaşlarına tanıdığı toplumsal hak ve özgürlüklerini bile dincilik ve ırkçılık temelinde eleştirmemiz bile hala feodal yapının etkisi olarak sırıtıyor. O da yetmiyor, dinin siyasete ve ticarete alet edilmesi sürdürülüyor…
Var olan zenginliklerinin baltalanması, kişi hak ve özgürlüklerinin, kültür ve sanatın yok sayıldığı, turizmin dibe vurduğu bir zamanda batı bizi neden kıskansın ki?
Yeni Milli Eğitim Bakanının “olumlu” adımlar atacağından söz ediliyor.
İlgili kaynaklarda eğitimin ne olduğu, “Belli bir bilim dalında, belli bir konuda bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme işi”, “Yeni kuşakların toplum yaşamında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları edinmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme” gibi tanımlamalarla açıklanır.
Daha açık bir biçimde açıklamak gerekirse; “Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla, kasıtlı olarak istendik yönde davranış değişikliği meydana getirme sürecidir. Yani eğitim kısaca bireyi kültürleme sürecidir. Eğitim birey doğduğu andan itibaren başlar, aile, okul ve çevre etkileşimiyle yaşam boyu devam eder. Eğitim bir yandan bireyi yaşama hazırlarken bir yandan da bireyin gelişmesini sağlar. Bu gelişim içsel ya da dışsal yaşantılar sonucu oluşur. Eğitim sonucunda belli bir davranış değişikliği olmalıdır. Davranış değişikliği istendik yönde amaca uygun olmalıdır.
Eğitim ile öğretim bazen birbirine karıştırılmaktadır. Öğretim, “Eğitimin okullarda planlı programlı yapılan kısmıdır. Öğretim, belirlenmiş olan müfredatı öğrenmek ve bu aşamadan sonra da uzmanlık kazanmak anlamında kullanılır. Anaokulu ya da ilkokuldan başlayan öğretim süresi üniversiteye kadar devam eder ve bu aşamadan sonra da kişiler istedikleri öğretimi alarak hayata atılıp öğrendikleri bu öğretimleri işlerinde kullanırlar.”
Eğer gerçekten amaca uygun; çağdaş, laik, bilimsel, demokratik, özgürlükçü, akılcı ve bilimsel eğitimi kabul ediyorlarsa bunu gerçekleştirebilirler. Yoksa okulların adını imam hatip yapmakla, eğitimi dinsel bilgi ve giysi sanmakla çözüm olamaz.
İki arada bir derede kalmak yerine her kesime hitap etmek, ışık olmak, eğitimi evrensel değerler ile donatmak ve değerlendirmek gerekir.

Malatya SÖZ, 6 Eylül 2018

30 Ağustos 2018 Perşembe

10 Ağustos 2018 Cuma

Aksaraylı Mahmut Makal’ı Tanımıyor

Aksaraylı Mahmut Makal’ı Tanımıyor

Mahmut Makal İle Eğitimciler Evinde
(Ankara, 18.04.2013)
Süleyman ÖZEROL
Mahmut Makal'ın anısına... 
(10 Ağustos 2018)

Saat 14’e yakın Bankalar caddesinde ilerlerken bir levha dikkatimi çekti: Demlik Cafe-Kültür Evi. İkinci kata çıktım, Malatya’dan geldiğimi, kahvenin her yerde bulunduğunu, levhadaki “kültür evi“ söylemi üzerine çıktığımı söyledim, işletmeci ile merhabalaştım. Çay isteyip kitaplara göz attım, daha çok klasik yapıtlar vardı. Çay geldi, bir yandan içerken bir yandan da metin Özer’i arayıp konuştum. Yemek yiyormuş, sonra Bahri Çavuşoğlu ile Güzelyurtlular derneğine gidecekmiş.
“Merhaba Gülü” yazımı okuyup okuyamadığını sorduğumda, okuyamadığını söyledi. “İnternete giremiyorum, ancak sen gelesin ki” dedi. Alışması gerektiğini söyledim. “Pazartesi kurs yerinde girerim” dedi. Bilgisayar alma konusunu gündeme getirdi yeniden. Alacak gibi…
Daha önce Hamdi ile görüştüğünü söylemişti, onun mail adresi varsa göndermesini, Suriye’den bir talibin istediğini söyledim. “Malatya’ya ne zaman geleceksin?” dedi. Bülent Yalvaç’ın programı için gelebileceğimi söyledim.
İkinci çayı küçük bardak olarak söyleyip, kitaplığa yeniden göz atarken, “Aksaraylı yazarların kitapları da var mı?” dedim. Esmer işletmeci, ”Sanmıyorum, Aksaray’da yazar var mı ki?” dedi. Neden olmasın? Mahmut Makal’ı tanımıyor musunuz?” deyince, “O da kim?” dedi. Tanınmış bir yazar olduğunu söyledim. Çayı içerken geldi karşıma, “Oturabilir miyim?” dedi, konuşmaya başladık. Buralıymış, ama Antalya’daymış, eşi Türkçe öğretmeniymiş. Gençlerin yozlaşması konusunu gündeme getirdi, derken konular birbirini kovaladı, oldukça sohbet ettik.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Mahmut Makal ve yapıtını temel alarak yazdığı “Sakal Makal Yahut Aferin Oğlum Ahmet Bu Yolda Devam Et” şiirinden ilk bölümü okudum.

“Herifçioğlu Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı”

Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası
Bir elinde telefon, bir elinde kesesi
Uyyy!.. yesun oni nenesi
Yesun oni nenesi


“Deneme mi yazıyor?” dedi. Deneme, anı, öykü türlerinde yazdığını, çok sayıda yapıtı bulunduğunu söyledim. Çeşitli konulara girdik, konuştukça konuştuk. Bir genç daha geldi, o da katıldı konuşmamıza. Yahudi, Kürt, Ermeni ulusları ile ilgili iyimser düşünmedikleri görülüyordu. Bir grup kız öğrenci geldi oturdu, bir süre sonra üst bölüme çıktılar, sonradan gelen de çıktı. Biraz daha konuştuk, telefon geldi ve işletmeci çıktı. Ben de kalkıp hesabı vermek istedim, almamasını söylemiş… Teşekkür edip çıktım…
“Aksaraylı Mahmut Makal’ı niçin tanımıyor?”
Bu sorunun yanıtı aslında içinde…


18 Ekim 2008-Aksaray

31 Temmuz 2018 Salı

Tanrının Evini Yıkmak

Tanrının Evini Yıkmak

Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Acıyı Bal Eyledik” şiiri başta olmak üzere bazı şiirleri bazı sanatçılarca seslendirilmiştir. 1927'de Sivas'ın Gürün ilçesinde doğan Korkmazgil’in şiirdeki şu dizeleri unutamam;

Hor baktık mı karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk mu karacanın yavrulusunu
Ya nasıl kıyarız insana


Anadolu insanı, insanı en değerli yaratık (Eşrefi Mahlûkat) olarak kabul eder ve başköşeye oturtur. İnsanı, “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” diyen tanrının insanı kendi nurundan ve kendi suretinde yarattığına inanır. İnsanı “tanrının evi” olarak da kabul eder. İnsanı katletmeyi, yok etmeyi, “Tanrının evini yıkmak” olarak değerlendirir.
İnsanı bu denli yücelten, ululaştıran birilerinin katletmek, yok etmek, yakmak, zarar vermek gibi eylemlerde bulunmasını düşünebilir misiniz?
Ancak bu eylemleri din adına yaptıklarını söyleyerek insanlık suçu işleyenleri gördüğümüzde insanlığımızdan utanırız.

Gelin dinin ne olduğuna bakalım…
Din, insanları Tanrıya bağlayan kutsal bir bağdır. Akıl sahibi olan insanları kendi seçimleri ile bizzat hayırlı olan şeylere götüren kutsal bir yoldur. Bütün dinlerde var olan ortak olgu, insanı doğru yola ulaştırmaktır. Ortak olan kavramlar da yol, inanç, töre ve kulluktur. Ancak kulluk; körü körüne boyun eğme değil, kul hakkına saygı duyma temelinde olmalıdır. Kul dediğin insanı Kâbe bilmeli, her şeyden üstün tutmalıdır.
Durum böyle olmasına karşın pek çok söylem ve eylemi din adına gerçekleştirdiklerini dile getirenlerin hiç de din ile ilgileri olmadığını görürüz. Dini kendi çıkarlarına göre kullanma, alet etmeden başka bir şey değildir yaptıkları…

Hasan Hüseyin’e verelim yine sözü:

Gün gün ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı
Koklaşmalı söyleşmeli

Ve daha sonra şöyle der;

Kör olasın demiyorum
Kör olma da
Gör beni


2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta 37 insanı yakan, yakmayı seyreden, alkış tutan, sevinenler bugün de Yunanistan’daki yangında olanlara aynı davranışları göstermekle insanlık dışı yaratıklar olduklarını bir kez daha kanıtladılar. İnsanlık değerlerini hiçe saydıkları, kör oldukları bir kez daha ortaya çıktı. Doğal yapının ağaç, hayvan ve insanlar ile birlikte yanıp yok olmasını dileyenlerin her yeri beton yapanlarla aynı düşüncede oldukları da başka bir gerçek…
Gericiler, yobazlar, cahiller din ve Tanrının ardına sığınarak Tanrının evini yıkmayı seviyorlar. Çok yazık, çok yazık…

(Malatya Söz, 28 Temmuz 2018)